Warning: Attempt to read property "post_excerpt" on null in /home/asanatlar.com/public_html/wp-content/themes/sahifa/framework/parts/post-head.php on line 73

“Hece Taşları” Dergisinin 20. Sayısı

hece-taslari-dergisinin-20-sayisi-kapakKapakta
“Şah İsmail Hatayî”
Var
 
Tayyib Atmaca’nın Genel Yayın Yönetmenliğinde çıkan, yine hece şiirleriyle dolu dolu olan “Hece Taşları” dergisinin 20. sayısındaki isimler:
 
Şah İsmail Hatayî, Cumali Ünaldı Hasannebioğlu, Yasin Mortaş, Prof.Dr. Mehmet İsmail, Osman Aktaş, Kadir Altun, Erol Boyunduruk, Gülser Hünük, Aysen Akdemir, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Nuri Peksöz, Seyit Kılıç, Mehmet Avşar, Mehmet Durmaz
 
Şah İsmail Hatayî’nin “Benlik Yoktur Özümde” şiirinin yer aldığı “Hece Taşları” dergisinin 20. sayısında Nuri Peksöz’ün Şah İsmail Hatayî ile ilgili “Melik Bir Şair Şah Hatayi”  yazısı var.
 
ŞAH İSMAİL HATAYÎ
Benlik Yoktur Özümde
 
Ben de bildim benlik yoktur özümde
Benliğim mürvete saldım ezelden
Tuttuğumuz îman ikrâr kapusu
Bir pîrin eteğin tuttum ezelden
 
Şerîat öğrendim bin bir ad içün
Hakîkat öğrendim ayn-ı zât içün
Ma’rifet öğrendim bu sıfât içün
Tarîkate hizmet ettim ezelden
 
Şerîatın ince yolları vardır
Hakîkatin derin gölleri vardır
Ma’rifetin gonca gülleri vardır
Bülbülüm gülşende öttüm ezelden
 
Rahmân kılıcıdır Seyf-i Ahmedî
Çaldı çâr pâreden Tîğ-ı Hayderî
Fâtıma hem Zülfikâr-ı Kanberî
O demde kırklara yettim ezelden
 
Nûh ile ben bir gemiye binmişem
Yûsuf’u tufanla sele vermişem
Sanma bu cihâna henüz gelmişem
Bunca geldim bunca gittim ezelden
 
Hüseynî’yem bugün meydân içinde
Okudum dinledim irfân içinde
Yetmiş bin yıl evvel Fürkân içinde
Cebrâil’e kelâm ettim ezelden
 
Hatâyî ümîdim kesmezem Hakk’tan
Bizi vâr eyledi o demde yoktan
Balçığımız yoğurmuştur topraktan
Türâbîyem yerde bittim ezelden
 
NURİ PEKSÖZ
Melik Bir Şair Şah Hatayi
 
“Düşmüşlerin elin tutmak alilik.” der Hatayi.  Bir coğrafya büyür, sınırları genişler, bir bakarsınız bizim dilimizle söylenmiş elbiseler giyer sözcükler. Bizim gibi düşmüşe şefkat eden bir tefekküre bürünür söz.  Anlam coğrafyamız der bilgeler;  arifler gönül coğrafyamız der… Mezhep ve meşrebin ötesinde bir insanlık söylemini anlama çabası benimki. Muhammedi olmak saf bir imanı önceler gönüllerde. Tarih ve kültür dairesi bize itikat dayatmamalı derim. “Cehalette asla tevhit (birlik) olmaz” İşte bir sultan şairi, Şah Hatayi’yi, anlamaya çalışırken önyargısız tümceler kurmak istedim.
 
Şair, 1487 yılında Erdebil’de doğdu. Büyük dedesi Şeyh Safiyüddin Erdebili (1252-1334) meşhur bir İslam âlimidir. Şeyh Safiyüddin, Halvetilik ve Kalenderîlik tarikatlarını birleştirerek “Safeviye” (Erdebiliye) tarikatını kurar. Tarikatının inceliklerini ve usulünü öğrettiği Makâlat-ı Şeyh Safi  (Saffetüssafa)  adlı eseri tasavvuf klasikleri arasındadır. 
 
Şii mezhebinin İmamiye koluna mensup derviş bir âlim olan Şeyh Safiyüddin hükümdarlar üzerinde etkili olduğu gibi halk üzerinde de etkili biriyiydi. Ankara Savaşında esir alınan Osmanlı askerlerinin hürriyetine kavuşmasını da o sağlamıştı. (Sadeddin Nüzhet Ergun, Hatayi Divanı, s.7)
 
Şah İsmail’in dedesi Cüneyd, Gürcüleri Müslüman etmek için sefere çıkar ancak Şirvan Hükümdarı Sultan Halil ondan şüphelenir. Cüneyd ile Sultan Halil arasındaki savaşta Şah’ın dedesi yenilir. (1472) Şah’ın babası Haydar, Şirvan Hükümdarı Sultan Halil’den babasının intikamını almak için dervişlerinden güçlü bir ordu düzenler. Askerlerinin başlarına kırmız börk (başlık) takar. Bu sebeple bu orduya başlarındaki börklerden dolayı “Kızılbaş Ordusu” denilmiştir. Daha sonra Şirvan ordusu Akkoyunlu hükümdarı Yakup Bey’den yardım alarak  “Kızılbaş Ordusunu” ağır bir yenilgiye uğratır. Şah’ın babası Haydar bu savaşta öldürülür.
 
Haydar’ın oğulları İsmail (4 yaşında) ve abisi Yâr Ali (10 yaşında) İsfahan kalesine hapsedilir. Daha sonra hapisten Akkoyunlu hükümdarı Yakup Bey’in ölümü üzerine hapisten kurtulurlar. Şah İsmail’in abisi Yâr Ali dedesinin postuna oturur. Yâr Ali’yi kıskanan Akkoyunlu hükümdarı Rüstem ani bir baskınla onu öldürür. Babasından sonra abisi de öldürülen İsmail müritler tarafından Giylan’a kaçırılır. İsmail, Giylan Bey’i Şerif Hasan tarafından himaye edilir. İyi bir eğitim alır. Tasavvufun incelikleri yanında savaş sanatını da öğrenir. Daha on beş yaşındayken dedesinin müritlerinden oluşturduğu orduyla Şirvan üzerine yürür. Ordusundaki askerler yine başlarına kızıl börk (başlık) takmıştı. Şirvan’ı alıp Karabağ’ı başkent yapar. Daha sonra Akkoyunluları yenerek Tebriz’i topraklarına katar Tebriz’in fethinden sonra hükümdarlığını ilan eder. (1502)
 
Şah İsmail bir dini lider, şair ve hükümdar olarak çok etkili biriydi. Soy olarak mensubiyetini Hazreti Ali efendimize kadar götüren kaynaklar vardır. (Sadeddin Nüzhet Ergun, Hatayi Divanı, s.7) Dedesi Safiyüddin Halvetilik ve Kalenderîliği birleştirerek Safeviye (Erdebiliye) tarikatını kurar. İkinci Murat zamanında Anadolu’ya gelir iskân izni ister ancak padişah tarafından kabul görmez.  Safiyüddin’in Anadolu’da en tanınmış halifesi Hacı Bayram Veli’dir. Ancak S. Nüzhet Ergün’e göre Anadolu Aleviliğinin oluşmasında en etkili olan Şah İsmail’in babası Haydar’dır.
 
Osmanlı Sünniliği ve Safevi Şiiliği bir hükümranlık mücadelesi içinde şekillendi. Osmanlı Devleti birçok etnik unsuru bir arada tutan bir dünya devletiydi. Ordusu Bektaşi dergâhına bağlıyken medrese geleneğinde Sünni öğreti hâkimdi. Özellikle İran üzerinden gelen Şii dervişlere karşı hassas bir politika izlemek devletin güvenliği açısından önemliydi. Osmanlı devleti, Safevi devletini kısa bir zaman içinde güçlenmesini bir dış ve iç tehdit olarak benimser.  Bunda Anadolu’da tarikatlarını yayma çalışmaları içinde olan Safevi dervişlerinin de büyük rolü vardır.
 
Şiiliğe ait öğretiler özellikle tasavvuf yoluyla Anadolu’da yayılır.  Ahmet Er Rufai  (1119-1182) bu dönemden çok daha önce yaşamasına rağmen mezhepten ziyade tasavvuf yoluyla hızla yayılan bidatlerle ilgili talebelerini uyarır.
 
“Tasavvuf ehlinin bazısının ayağını kaydıran vahdet-i vücud konusundan söz söylemekten sakın. Şathiyata varan ölçüsüz sözlerden de sakın. Çünkü böyle ölçüsüz sözlerle küfre düşüp kâfir damgasını yemek, günahla perdelenmekten daha beterdir.” (Hak Yolcusunun Düsturları, s. 50.) “… İyi belle. Acem sofilerinin ifratlarından sakın. Zira hiç şüphe yok ki, Resul aleyhisselamın da katiyetle buyurdukları gibi, onların bazı sözleri ile fiillerinde mübalağa vardır, [birbirlerini] övmelerinde mübalağaya kaçarlar.”
 
Felsefi tasavvuf ümmi bir toplum olan Osmanlı toplumunda çok etkilidir. Sünni ve Şii mezheplerinin birçok ayrıştığı nokta olmasına rağmen her iki mezhebinde mistik tecrübelerinde büyük benzerlikler vardır.
 
Şah Hatayi eğitim görmüş kitabi bilgiyi özümsemiş bir sofidir.  İslam mistizmine ait o tecrübeyi sadece şifahi kaynaklardan edinmek özellikle tevhit öğretisini öğrenmeden dervişliğin şathiyelerine boğulmak insanları sorumsuz söylemlere itecektir. Bugün tasavvufun heteredoks söylemleriyle daha sık karşılaşılmaktadır. Şah Hatayi de bir mürşit olarak yolunun öğretisini dervişlerine iletmiştir. Şiirlerinde gizemcilik yerine didaktiklik ön plandadır.
 
“Sofi mezhebimin nesin sorarsın,
Biz Muhammed Ali deyenlerdeniz.
Gözüyle gizli yok ya sen ne dersin?
Biz Muhammed Ali deyenlerdeniz.
 
Eğnimize kırmızılar giyeriz,
Hâlimizce her ma’nâdan duyarız.
Katarda İmam Ca’fer'e uyarız,
Biz Muhammed Ali deyenlerdeniz.” (Sadeddin Nüzhet Ergun, Hatayi Divanı, s.7)
 
Şah Hatayi aynı zamanda bir Hacı Bektaş Veli hayranıdır. Şiirlerinde ondan sık sık bahseder, dört kapı kırk makam vurgusu yapar.
 
“Meşreb ile dört kapudan. Girülür,
Özün teslimle Allah’a varılur,
Mürşidin önünde kefen sarılur,
Cemiyette pirsiz namaz kılınmaz.” (s.89)
“Muhammed Ali’dir kırkların başı,
Uralun Yezîd’e lâ’neti taşı,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir eşi,
Biz Muhammed Ali deyenlerdeniz.”(s.89) 
“Tuttuğumuz bir gerçeğin elidir,
Gittiğimiz imamların yoludur,
Serçeşmemiz Hacı Bektaş Veli’dir,
Mihman canlar bize safâ geldiniz.”
 
Makalat'ın yazarı Hacı Bektaş Veli Anadolu erenlerindendir. Osmanlı yeniçerilerinin piridir.
 
“Bir ilim, bir kelam, bir nefes, bir saz.” Diyen Hatayi şiirleriyle duru sade Türkçesiyle edebiyatımızda derin izler bırakmış bir şairdir. Onun şiirlerinde Yunus’un etkisi olmasına rağmen Yunus Emre kadar derin tefekkür adamı değildir. Melik bir şair olması onun şiirini daha çok söylev üslubuna yakın bir yöne sevk etmiştir. Şiirlerindeki telmihler, İslam tarihi, Hazreti Ali Efendimiz ve Ehli Beyitle ilgilidir. İslam tasavvufunun zengin terminolojisinin şiirini besleyen bir zenginlik olduğunu görüyoruz.
 
Bir aşk yolu olan tasavvuf nefsin tezkiyesi konusunda özel öğretilere sahiptir. “ Nefsini bilen Rabbini bilir.” Ancak bizim sufi geleneğimizde “nefsi bilmek yerine nefsi öldürmek” söylem olarak çok kullanılır. Bu yolda nefsi (egoyu)  feda etmek esastır.
 
“Sen nefsini öldür olagör yeksan,
Varlık gömleğini eylegil üryan.”
 
Hikemi bir dil geliştirir şair. Posta genç yaşta oturmuş bir pir olarak, melik bir şair olarak bu dili kullanır. Tasavvuf, aynı zamanda “Din nasihattir.” Düsturunu kendine ilke edinen bir yoldur.
 
“ Gevherin geçmeyen yerde,
Satma kardaş kerem eyle.
Lâ’l taşını çay taşına,
Katma kardaş kerem eyle.
 
Gördün bir yerde âşinâ,
Her ne dersen öz başına,
Yol taşını yol kuşuna,
Atma kardaş kerem eyle.
 
Gördünse bir yerde rakîb,
Neylersin yüzüne bakıb,
Münkiri katara çekib,
Yedme kardaş kerem eyle.”
 
Bu nasihat dili bütün şiirlerinde kendini hissettirir. Şah Hatayi’nin şiirleri Alevi Bektaşi meclislerini yanında Sünnilerin dergâhlarında da çok okunur. Bugün ilahi formunda okunan birçok şiiri vardır.
 
“Bir nefescik söyliyeyim,
Dinlemezsen neyleyeyim.
Aşk deryâsın boylayayım,
Ummana dalmağa geldim.” (s.108)
 
“Şu âleme bir nur doğdu,
Muhammed doğduğu gece.
Yeşil kandilden nûr indi,
Muhammed doğduğu gece.” (s.99)
 
Şairde “Hakk, Muhammed, Ali” şeklinde ifade edilen hakikatin son yıllarda Hıristiyan teslisine benzetilmesi çok çirkindir.  Şifahi kültürle sürdürülen bir gelenek zamanla asıl kaynaklarından kopabilir. Biz en azından dini geleneğe ait bu terminolojiye hâkim olmalıyız. Popülist yaklaşımlardan kaçınmalıyız.
 
Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail (Hatayi) ikisi de İslam dünyasının güçlü devletlerini meliki olarak karşı karşıya geldiler. Bir mezhep kavgasından çok bir iktidar mücadelesidir.  Allah (cc.) bu zaferi Yavuz’a nasip etti.
 
Biz tarihi bir olayı insanlara itikat gibi dayatacak değiliz. Bugün artık tarihi olay ve menkıbeler yerine Kur’an ve sünnet merkezli bir tefekkür geliştirmeliyiz.
 
Peygamber efendimizin kutlu yolu İslam ve onun sunduğu sağlam bir itikatla bu yolda kulluk şuuru içinde ömrünü geçirenlere ne mutlu!
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir