Hazreti Kadın

ABDULBARİ KARABEYESER Hazreti Kadın

ABDULBARİ KARABEYESER
Hazreti Kadın
 
Kadın, ilahi aşka açılan bir penceredir. İnsan ruhunun sükûnet bulması için yaratıcısı tarafından yaratılana uzatılmış bir zeytin dalıdır, oksijen tüpüdür. Bir emanettir. İtina ile korunmaya muhtaç manevi bir ziynettir. Allah ilk olarak erkeği, Hz. Âdem’i yarattı. Yer olarak da kendisine cenneti tahsis etti. Orada özgürce yaşayan bir birey olarak temaşa ettiğimiz Hz. Âdem’e şu hitapta bulundu: “Her şeyi senin için, seni de kendim için yarattım.” Bu önemli bir mesaj ve aynı zamanda uyarıdır. İpimiz Allah’ın elinde, onun verdiği nimetleri ganimet bilip şükrümüzü artırmalıyız, isyanımızı değil. Kadın da bu nimetlerden bir nimettir. Diğer nimetlerden tek farkı ruhumuzun isteği üzerine yaratılmış olmasıdır.
Hazreti Kadın
Hatırlayalım, Âdem (as) cennetteydi ama huzursuzdu, kalbi rahat değildi. Bunu Kuran’dan, Araf Suresi’nden biliyoruz. Kalbi bir arayışın içinde, bir mengeneye sıkışmış gibi ezilip büzülmektedir. Fakat bu arayışına bir ad koyamamakta, neyi aradığını bilememektedir ama kendisindeki eksikliğin ve noksanlığın farkındadır. Noksanlığı, eksikliği fark etmek, fark edebilmek ariflere has bir meziyettir. Erdemlilerin işidir! Ne güzel demiş Talibi Efendi:
 
Çeşm-i insaf gibi kâmile mizan olmaz
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz
 
Âdem cennette hüzün ve arayış içindeyken uykuya daldı. Tasavvufi tabirle kendisini bir uyuklama-yakaza– hali sardı. Bu halde ne kadar kaldığı meçhuldür. Uyandığında kendisine tüm isimlerin öğretildiği kişi olarak bilinen Hazreti Âdem, yanı başındaki genç ve güzel hatunu tanıyamadı. Ona “sen kimsin?” diye sordu. Oysaki ona tüm varlıkların esması öğretilmişti ama Havva’yı tanıyamadı çünkü onu tanıması batın işiydi. Onun üzerinden ona verileni idrak gönül işiydi ve Âdem gönlünde yokluğunu hissettiği o her neyse onun yabancısıydı ve Havva’yı bu yüzden bilemedi, tanıyamadı. Çünkü Havva’ya kadar aşk yoktu. cemalde yoktu, sevgi de yoktu! Havva yani kadın aşka açılan bir kapıdır ve bu kapı ancak ve ancak Allah’a açılmaktadır.
Hazreti Kadın
”Hani sen sıkılıyordun ya işte senin ruhun sükûnet bulsun diye ben yaratıldım”  dedi Havva. Evet, Havva, Âdem’in ruhunun arzusuydu ve Havva’sız Âdem bir hiçti. Şekilden ibaret bir varlıktı, aşksız bir bedendi. Âdem, Havva vesilesiyle noksanını, eksiğini gördü, bildi ve böylelikle tamamlandı. Bir başka ifadeyle “yuvayı dişi kuş yapar” hakikati tecelli etti. Yuva, bedenimizin sığdığı yer değil, ruhumuzun sükûnet bulduğu yerdir. Ruhumuz çırılçıplak ise bedenimiz saraylarda da olsa zindandadır. Kadın yoksa her yer zindandır, her yer erkeğe azaptır. Erkek, sevmeyi, aşkı, huzuru, sükûneti kadından, kadın üzerinden tahsile mahkûm edildi ama o kadına zulmetmeyi seçti. Kadını anlamayı, onu memnun etmeyi, ruhuna nüfuz etmeyi beceremedi. Onun fiziği, üzerinden ona yaklaşmayı tercih etti.
 
Şimdi şöyle bir kalbimizi yoklayalım. Kalbimizin sahibinin iradesine teslim edelim kendimizi. Kadın yokken neyimiz yoktu ve kadınla biz neye kavuştuk. Kadın bize ne getirdi, kadın üzerinden bize ne sunuldu da ruhumuz sükûnet buldu. Ne diyor Hazreti Allah: “Ben yere göğe sığmadım, beni seven mümin kulumun kalbine sığdım.” Allah kalbimize nasıl sığar hiç düşündük mü?
 
Hani bir zamanlar Musa Peygamberin kavmi, Musa Peygamberin Rabbini görmek istemişti. Kelimetullah olan Musa Peygamber kavminin bu arzusunu Tur-i Sina’da Rabbine arz etmişti. Rabbi de ona yarın verecekleri ziyafete katılacağını söyleyerek kulu Musa’yı kavmine göndermişti. 
 
Ertesi gün hummalı bir çalışma içine girildi ve en âlâsından bir ziyafet hazırlandı.  Öğleye doğru gözler kapıda misafiri beklemeye başladılar. Ama ne gelen oldu ne giden. O sırada oradan pejmürde kılıklı bir çoban geçti. Ziyafeti duyduğu için nefsini köreltip yoluna devam etmek maksadıyla hane sahibinin kapısını çaldı ancak daha büyük misafiri bekleyenler çobana yüz vermediler ve geldiğine bin pişman ettiler. O da ensesini kaşıyarak yoluna devam etti. Ve ne yazık ki beklenen misafir gelmedi. Ertesi gün Musa Peygamber boynu bükük bir halde Tur-i Sina’ya gitti. Duyduğu cevap yürek yakıcıydı:
 
“Ya Musa! Niye gelmediğimi soracaksın. Oysaki ben ziyafetinize o pejmürde kılıklı çoban suretinde geldim ama beni kabul etmediniz” dedi. Musa, mahcup bir şekilde kavmine döndü ve durumu anlattı.
 
Ne demişti Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri:
 
"Harabat ehlini hor görme Şakir, defineye malik viraneler var!"
 
Tabi bunu idrak için kalbin ayık olması lazım. Allah her daim bizimle beraberdir.  O ziyafetteki pejmürde kılıklı çoban ne ise kadın da odur. O cemal aynasıdır. Biz o aynayı kırdığımız günden beri perişanız. Yüzümüz bir türlü gülmüyor, ruhumuz acılar içinde, acılar bizim azığımız olmuş.
 
İşte İslam dünyası ve işte kadının hali! Başka tarife gerek var mı? O mahzunken, incitilmişken, sevgiden, saygıdan, hürmetten mahrum bırakılmışken bizim zafer nutukları atmamız mümkün müdür? Onu bize emanet eden “Emanetlere hıyanet etmeyiniz!” demedi mi?
 
Sözün özü kadını yeniden anlamalıyız, ondaki ilahi şifreleri yeniden tek tek çözmeliyiz ve onu ezilen bir konumdan onore edilen bir konuma yükseltmeliyiz. O hayat arkadaşımız, canımız, tebessüm kaynağımız, kalbimiz, her şeyimizdir; sevgilimizdir, annemizdir, bacımızdır; Allah’ın bize bir emanetidir. Allah’ın emanetine hıyanet edenlerin en asgariye indiği günlerin duasıyla!
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir