Şiir Gibi Bir Kış

ENES GÜRBÜZ Şiir Gibi Bir Kış

ENES GÜRBÜZ
Şiir Gibi Bir Kış
 
şiir gibi gidip şiir gibi gelmeye söz vermiştik oysa
diken dikili bu hayat yolculuğuna çıkmadan önce
ağlıyordu istanbul
sildik gözyaşlarını sonsuza dek ağlayabilmek uğruna
zenginlik bir yana dursun gelinlik birkaç parça perde tülü
damatlık ise ateş külüne boyanmış beyaz kumaştı bize
aşk koru, merhem oldu, yaktı ayırdı bizi kar
 
dur! yağmurlu yol burası, gelme sakın ey yolcu
anılarla dolu bir hatıra ormanı gibi burası
uzatma elini, dokunursan ağlarım çünkü
yine doluyum bugün, her gün olduğu gibi
bir dost çıksa da, anlatabilsem ona derdimi
okusam bu karlı havada yazdığım günlüklerimi
 
“o gül’dü, ben de yaprağındaki sert dikenler
biri kopardı sanki bizi toprağımızdan
şiir gibi gidip şiir gibi gelmeye söz vermiştik oysa
ölüme kadar birbirimizden ayrılmamaya sözlenmiştik
günah dolu bu hayat yolculuğuna çıkmadan önce
ağlıyordu istanbul
sildik gözyaşlarını sonsuza dek ağlayabilmek uğruna
şairlik bir yana dursun, şiirin ne demek olduğunu
yazılacaksa eğer, ancak tanrıya yazılabileceğini unutmuştuk biz
öyleydi, la deyince anlamalıydı la’yı gözlerim
ama olmadı, anlamadı gözler bile ah şu halimizden
müzisyenden ne farkımız kaldı şu veba günlerinde
bir de belgesel gibi yüreğimiz; yaralı ceylan, kanadı kırık bir kuş
gelincik yaprakta, onları avlardı belki kartal
izlerdik de, bu yüreğimize gömerdik karla karışık acımızı
şiir gibi bir hayatımız vardı, bize dar gelen
yoksulluklara karşı ördüğümüz ağ;
ağı giyinirdik de, üşümezdik, (ilâhi) aşk dolu kış günlerinde”
 
şimdi kış, ama vebadan beter bir hastalık
suskunluk, bir boşluk var, ayrılık; koronalı
bu boş sokaklı, dar dünyamızın günlerinde
bir boşluk var ve bir inilti, yüreğimizdeki karadeliğimizde
ardından cırtlak bir ses genzimizde
kuru kalabalık lafları düşlüyorum
ağlayamayan yamyamların timsah gözyaşlarını
 
çıkar mı tanrı katına ettiğimiz ibadetler
bir yanda ney bir yanda tef sesleri
bardaktan kan boşanırcasına kestiğimiz kurbanlıkların etleri
ikibinden ikibinyirmiye koşan bir nirvana yolcusu
taş devrinden gelen adamın iliğine işliyen toprak kokusu
can çekişir mi içimizdeki, eriyen, her gün az az ölen sevda
şiir gibi bir kış geçirdiğimizi bilenler
bu yaralı halimize faydalı bir şey yapabilirler mi
sarhoş eder mi kana kana içtiğimiz iman badesi bizi
resullullah’a olan özlemimiz şehid eder mi bizi cennet uğruna
sevincimiz ırakı yakın eder mi bize
 
hey dertlerle bunamış İstanbul
bu ne dert başındaki böyle
hangi kasem yoldan geçtin de ağlıyorsun bebekler gibi
hangi devrin konstantiniyye’sini yaşıyoruz
ve hangi yamyamlar ülkesini paylaşıyoruz seninle
hani müjdelemişti fethini büyük peygamber
ağlama istanbul
sileyim gözyaşlarını sonsuza dek ağlayabilmek uğruna
insanlık bir yana dursun, hücrelerimizin hayvanlığını bile
hakketmeden yaşıyoruz şehit atamızın diyarını, nefesini
 
şiir gibi gidip şiir gibi gelmeye söz vermiştik oysa
acı dolu bu hayat yolculuğuna çıkmadan önce
ağlıyordu istanbul
sildik gözyaşlarını sonsuza dek ağlayabilmek uğruna
pişman olabilmek ve ağlayarak ölebilmek uğruna
ağlayabilmeyi ancak yakup’tan öğrenebilmiştik
şiir gibi gidip şiir gibi gelmeye söz vermiştik oysa
özlem dolu bu hayat yolculuğuna çıkmadan önce
 

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir