Belki

MAHMUT HASGÜL
Belki
 
Ayrı girizgâhlarla yazılmış iki ayrı öyküydük. Birimiz nehir nergisi, birimiz çöl çiçeği. Farklı lisanlar, farklı makamlarla söylenen aynı ağıt. Yalnızca ıslak kirpiklerimizle konuşabilseydik. Belki…
 

 
Mesela bana yüklemler bahşetseydin. Yarım cümlelerin beni yarım bıraktığını fark edebilseydin. Ve ben sabredip öğrenebilseydim gündüzleri nasıl yakıp kavurduğunu, geceleri nasıl ayaza kestiğini. Ilık ikindiler, serin akşamlar, yıldızlı masallar aşkına kalabilseydim yanında. Belki…
 

 
Suyun ateşe ihanet etmediğini, durmaksızın akan nehirlerin aslında bir yerlere gitmediğini görebilseydin. Islak topraklardan eline bulaşan çamurun yine aynı ırmakta yıkanabildiğini bilseydin. Hatta istediğin şekilde yoğurabilseydin, istediğin cisimde yeniden doğurabilseydin beni. Ben teslim olmayı bilseydim, sen çatlak toprakların çiçeklenebileceğini görseydin. Belki…
 

 
Nergisin doğasında nergis, gülün doğasında gül olmak vardır, dedik ikimiz de. Bir de gereksiz yere yaşam kaygısı, var olma kavgası bulaştırılmıştı ellerimize. İki ayrı kavganın, iki ayrı dünyanın tarafı olmak düşmüştü kaderimize. Neyi değiştirebildik bilemiyorum. Bir yudum kahveyi haram ettik birbirimize. Aynı fincana dokunsaydı mahzun dudaklarımız. Belki…
 

 
Tebessüm tefekküre mani değildi oysa. Sen yağmur özlemiyle ıslak tuttun göz bebeklerini, ben suda doğmuş nilüfer tazeliğinde baktım hayata. Suya doymuş bir toprak ümidiyle hazırlandım bahara.  Bir de zambağın akıyla gülün alını kıyaslamaya kalkmasaydık.  Belki…
 
 
“Geniş zamanlar ummasaydım” kulağına şiirler fısıldamak için; sen de korkmasaydın bu kadar mutlu olmaktan ve bilseydin gülmenin aslında ne dayanılmaz bir güzellik kattığını sana. Hüzne ve kavgaya kurban etmeseydik hikâyemizi. Belki…
 
 
Kahve değil, öfke döküldü kalan sayfalarımıza. Ateşi aşk ile yanmayı bekliyorken, vehmin kıvılcımıyla tutuştu kitabımız. Ne masum şeyler umuyorduk oysa. Satır aralarında ürkek bir imgeye saklansın istiyorduk adımız. Vuslatı umacak kadar pervasız değildik.
 
 
İkimiz de biliyorduk; birimiz Musa cesaretiyle suya, diğerimiz İbrahim teslimiyetiyle ateşe yürüyorduk. Seraba ve hayata aldanmasaydık. Belki…
 

 
Geriye hüzzam bir “belki”, solgun üç küçük nokta, yüklemsiz birkaç mısra kaldı.
 
Belki de bütün sebepler bu sonucu hazırlayan ilahi bir yazgıydı. Yani böyle olması gerekiyordu; böyle oldu belki.
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir