A.VAHAP DAĞKILIÇ
Ayakta Alkışlanan Itır Kokulu Sevdalar Taşırdık
El değmemiş bir kavlin çıplak şafağında
bizi bırakıp gitmeden önce
bitmeyen umutlarımız vardı
yüzüne bakılmayan sahipsiz yoksulluklar gibi
Ayakta alkışlanan ıtır kokulu sevdalar taşırdık
umutlarımızı süsleyen
Dile getiremediğimiz hislerimizin yanında
utanan yanlarımız vardı
bir tarafı karanlık
Ad konulmayan çocuklar vurulurdu
dipsiz kuyularda
bilemezdik
Avuntular saklardık kanadı kırık korkularımız için
kadim aşklara soyunurduk
salça sürülen ekmeklerimizle
boşalırdık seksek oynanan naylon sokaklara
Her akşam
kaşık sallardık dört bir koldan çorbaya
telaşımızda cenkler doğardı
Ali olurduk
Çocuksu yanlarımız erirdi tahta kılıçlarda
sobe diyemediğimiz hayat hep galip gelirdi
düşerdi tarihe şerh
saltanatlar dağılırdı günübirlik
Yeşil için darağacı kurulurdu
bilemezdik
Solarken yakamızda çocuk ağlamaları
çelenklerle karşılanan
terleyen bıyıklarımız belirirdi köşe başlarında
Vururdu sahile ay delikanlı hayallerimizin resmini
camlatırdık
el yazması aşklarımız büyürdü
Dilimizden düşmeyen şarkılarımız vardı
gece indiğinde güftesinde konakladığımız
tütün tabakalarına kitlerdik sevdamıza yaktığımız türküleri
efkâra inat
Bulurdu tavını özlemler iki telli akortsuz sazlarda
kına yakardı yavuklumuz
bilemezdik
Çatardık kaşlarımızı kahpe gülüşlere
kıvamını bulmayan öfkeler kuşanırdık
seslerimizin sabıkalı resmi asılırdı karakol duvarlarına
fişlenirdik
Geçmişine ağladığımız beyhude yanlarımız vardı
boş vermişliğe terk ettiğimiz hayata inat
Bahar kokulu yanlarınızla geçerdiniz göz mesafemizden
kalp atışlarımız hızlanırdı
Pencere aralığında bizi süzen gözlerin
yaprak kokan sancılar taşıdığını bilemezdik
Tanıdık yüzler birer birer göçerdi kara bayramlarla
yüreğimizin saklı kalan yanlarına
Ağıtlarda geçerdi isminiz tüm sokaklarımız vurulurdu
siyahın en sığ koynunda
Feryatlar söndürecek ırmak yüklü gözyaşlarımız vardı
acıya boyanırken bakışlar
dururdu hep cebimizin zulasında sakladığımız aşk
Zencefile bulanırdı toprak
annem haberlerde dayım gibi kazada ölenlere ağlardı
bilemezdik
Deniz mavisi hasretler yüklenirdik ikindi vakitleri
vurgun yemiş nevruz kırıklığında
Karanfil damıtan yanılgılarımızın yanında
inadına yorgunluk giyer susardık
Furkan hükümlerine saygılı yazgılarımız vardı yalın
Yusuf olmaya namzet
siz çıra duldasında gelirdiniz düşlerimize
biz ise ay karanlığında el sallardık ayrılığın hüznüne
Yağmur diliyle konuşan yürekteki çığlıklar kayıtsız kalırdı
bilemezdik
Gençliğin son demleri geçerdi hayatın bulvarlarında
toprak kokardı saçlarımız
Buğulu gözlerinizin rüzgârına bir kanaviçe gibi işlenirdi hasret
çatlardı ellerimiz
Karanlığında ihtilallerimizi saklayan firari gecelerimiz vardı
bizi sana mecbur eden
Asardık yağlı urganlarla sizden gelen sancıları
gurbetin soğuk duvarlarına
Tarumar bir künye
sıtmalı bir utanç
ve acıdan başka sermaye bırakacağınızı bilemezdik