İkna Simülasyonu

HAYRETTİN TAYLAN
İkna Simülasyonu
 
“hata yapmak fırsatını adem’e veren sendin.
bilemedim onun talihinden ne kadar düştü bana”
İsmet Özel
 
İnsanlık, kültüründeki yaygın simülasyonların sosyolojik ortalamasıdır. İnsan, kendi içindeki “truva atını” bilir, ona göre koşar ve koşullanışını yapar. İnsan, kendisinin ve diğer insanların “birlikte yaratan” oluşa; özden özne olmakla başlar insan olmaya. Yani, varoluşa yakın durmak, hak olan sadık kalmak, yaratan durumun merkezinde sevgiyi, iyiliği, erdemleri, üst benliğin eylemlerini benimsemek ve bunları hatırlamakla başlar kendi yolculuğuna. Yaşamak bedeldir.
 
Bedeller, başka bedellerin üvey çocuğudur. Hepimiz, aslında benzer sosyolojik simülasyonlarla bir kalıba sokuluyoruz. Gelişmiş borçlulukların güdülenmiş öznesiyiz. İyiliğe karşı benzer iyilik yapmaya kodlanmışız. Arketiplerimiz hep böyle süregelmiş. Hayatın kuralları, benzerini yapmaya şartlandırmış. Zihinsel bir odak var, çoğumuzda. Birisi, bize bir şey yaptığında nazikçe benzerini yapmaya itiyor. Takas edilmiş duruş ve duruşmanın öğrencileriyiz. Hep aynı sınıftayız. Çoğumuz, benzer güdülenmelerin kurbanıyız. Ruhsal cephemiz benzer. Psiko-sosyal ortalamalarımız birbirimize benziyor. İnsan, doğası gereği sığınışlara yakındır. Karşılıkların karşılığındakine mecburuz. Benzer duruşlar, deneyselliğin ilgasıdır.
 
Her tutum bizi farkındalığın diyaframlarına denek yapar. Birbirimize benzemek, ortak değerlerin sosyo-coğrafyasındandır. Zıtlıklarımız da benziyor. Kültürel coğrafyanın derinliğinde benzer tutumları görürüz. Biri, size iyi davrandığında biz daha iyi davranırız. Kötü davrandığında daha kötü davranırız.
 
Bu zihinsel çatışmanın sebebi nedir?
 
Sosyal ekolojinin çizdiği ortalamalar değil miyiz? Biz, genlerimizle ilgili gerçeği 1960’larda öğreniyoruz. Oysa her şeyi kalıtsal biliyorduk. Lakin insan karakterinin % 40’ı kalıtsal. Bu kalıtsalı da değişkendir. İlim, inanç, modernizm, teknoloji, şehirleşme gibi sosyal katmanlarımızın değişmesini sağlayan hızlı eylemler içindeyiz. Güçlü inanç, ilim, kültürel ve sosyal bağlar, kalıtsallarımızı değiştirmez; ama eğitir, ehlîleştirir. Bu da bir değişim değil midir? Kültürel değişimle, ilimle, inançla, zihinsel ve yüreksel değişiklik yaşamıyor muyuz? Çok hızlı gelişen bilişim ve teknoloji var. Bu hızlı değişim, genetik bağlarımızı ve karakterimizi etkiliyor.
 
Benzer duruşlar, durumlar, niyetler, bizlere benzer duruşlar, savunalar, bedeller getirmiştir.
 
İknaların ortak paydaları var. En çok, hassaslarımızın odaklarında, ikna oluyoruz. Davranış şartelimiz öyle atıyor. İknaların bilinçaltı haritası var. Daha çok orada kodlanmış davranış kalıplarımızın nöro-psikolojik enerjiyle bizi etkilemesi var.
 
İnanç, Allah, aynı fikri yapı, vatan, bayrak, namus, birçok hak gibi ortak hassaslar söz konusu olduğunda daha çabuk ikna oluyoruz. ”Allah ile aldatmak“ en çok böyle ikna oluyoruz. Din, söz konusu olduğunda zihinsel kodlanışlarımızdan hemen hücresel hareketlilik olur ve içimizdeki ikna şarteli atar, hücreler canlanır ve bizi iknaya bağlar.
 
Teslimiyetlerimizin çoğu böyledir. Vatan, bayrak, Allah, namus veya fikri liderler ya da fikri bağlar söz konusu olduğunda benzerlerimiz aynasında kendimizi görmüş gibi oluyoruz. Hemen ikna oluyoruz. Aynı davanın yolcularıyız. Aynı amacın iyilerindeyiz. Bizden biri, ben gibi içsel benzerliklerin içselliğinde teslimlerimiz oluyor. Ortak koalisyonu olan duygularla yönetiliyoruz ve kolay yönlendiriliyoruz.
 
Bu da bizdendir, bu da ben gibidir. Kendimize yakınlığın perdesi kalkar, ruhsal bağ çözülür ve teslimlerimiz öylece başlar. İnsan, aklına yenilmez. Daha çok duyusal mecrasına yenilir. İknalar da öyledir. İknalarımızın çoğunda akıldan çok yüreksel imza var. Herkes, nefsine, yüreğine yeniliyor. Akli yenilgiler ağırdır ve azdır.
 
“Bir ortağım vardı. İşlerimin yoğunluğundan kasayı, işi, hep ona bırakmıştım.
 
Bir güven vermişti. Ne zaman yanına gitsem, hocam, namazı kılıp geleceğim. Yoğunluktan namazı eda edemedim. Ben de dindar, ben gibi, bizim camianın insanı diye güvenip her şeyi teslim etmiştim. Namazdan sonra çok iyi davranıp, genelde dinsel konuşmalar yapardı. Yakın olduğum camiayı öğrenmişti. O da bizim camiadanmış gibi dersine çalışıp hep onlardan bahsederdi. Çok iyi ikramlardan bulunduktan sonra, başlardı yalan edebiyatı. İşyerinin çok sorunu var, efendim yeminle şunu yaptım bunu yaptım ortak. Kasada para kalmadı. İşi yeminlerle, güzel iknalarla oraya getirirdi. Ben de birkaç kez inandım. Hep de para verdim. Oysa olayın rengi sonra ortaya çıktı. Adam, cumaya bile gitmeyen biriymiş. Her şey maske. Benim dindarlığımdan beslenmek için dindarlık rolüne bürünmüş. Bunu öğrendikten sonra, aldıklarının on mislisini vermek zorunda kalacağı bir mühendislik yaptım. Onları geri aldım.”
 
-Evet, onun dindarlığı ve bizim camiadanmış gibi davranması içimdeki hassasların şartelini attırmıştı. Dindar, bizden biri. Güvenilir, aynı fikri savunanlardanız. Hemen benzerlik güdüsü hassas noktalarımızın nöronlarını güdülüyor. İçsel manevramız hemen ivme kazanıyor. Çoğu insan, duygunun karteli olmuş. Duygu pazarlamacılığı yapıyor. İslâm coğrafyasındaki ajanlar ve misyonerler dindar kimliğiyle ikna mühendisliği yapıyor.
 
Taktiksel tutumların kurbanı oluyoruz. Hassaslarımızı, ezberlerimizi bilen çevremiz en büyük tehlikedir. Cesaretimiz olmaksızın hassaslarımıza karşı sadakatli uyumculuğumuz oluşur. İsteklenme fitilini nasıl ateşleyeceklerini bilenler var. Sosyal, toplumsal, bireysel hassaslarımız, benzerliklerimiz var. Ezberlerimizle karşımıza çıkan tüm sosyolojik mühendisliklerin simülasyonlarında heba olmadık mı?
 
Din, tarih, bayrak, dil, vatan, milliyetçilik, Atatürkçülük gibi tüm hassaslarımızı kullanıp küresel güdülenmelere maşa ve meze olan camialar yok mudur?
 
Psikolojik arketiplerin hepsini kullanarak en zeki kitlemiz batılılaşmış, yozlaşmış ve küresel güçlerin güdümündeki camialarla heba edilmedi mi?
 
Şimdi, iknalarımızın can kurbanıyız. Herkesin hassas noktası var. Onu bulduktan sonra, önce büyük bir şey istemek. Onu yapamayacağını bilirsin. Küçüğünü istediğinde, gücü yeter ve onu verir. Çünkü küçüklükten beri benzer kalıpların sosyolojik ortalaması olmuşuz. ”Ödüne karşılık“ vermeye güdülenmişiz. Sevdiklerimize karşılık verme zorunluluğunda hissediyoruz. Ortak ödün verişlerle ders alıyor, dersimizi geçiyor, kendimize dönüşlerimiz oluyor. İyi-kötü dualitesinde ciddi sızılar var hem bilinç hem de bilinçaltımızda. Nörolojik mühendisler içsel hassaslarımız üzerine sosyal mühendislikler üretirler. Bütün izmler, yeni algısal güdüleyişlerin tümü bu hassaslarımızın odakları üstüne kurguludur. Hassaslarımızla bizi bizden vuruyorlar.
 
İyiliklerin, hediyelerin, sürprizlerin, karşılıksız iyiliklerin kıyısında olduğumuzda ödüne karşılık verme zorunluluğunda kendimize yeniliyoruz. Hele, hassaslarımızı bilen birinin ikna enerjisindeysek daha çabuk yeniliyoruz. Eşimiz, çocuğumuz, anne-babamız, aynı inanışın insanı, daha çok benzerlerimize karşı güdülenmiş ödünçlerimiz var. Bununla beraber, inanç bağımızla en çok iknalar yaşıyoruz.
 
Din, dil, ırk, millet, vatan, gibi güçlü bağlarımıza bağlı edimsel seçimlerde çabuk karar verip yeniliyoruz. Dualitik bir realitede tüm edimler için seçim gerektirir. Âmâ biz bu seçimlerde kodlanmışız. Millet olarak benzer kültürel bağımız bizi ortak bir seçime yönlendiriyor. Dahası, Doğu toplumunun derin bağları var. Duygusalız. İnanç,  vatan, iman, bayrak, ırk, dil gibi duyusal merkezlerimizi besleyenlere karşı hassasız.
 
Hepimiz, aslında zihinsel ve yüreksel sömürülüyoruz. Birçoğumuz zihinsel terörizmin içinde olduğundan, oradaki hassaslarını ikna etmek daha kolaylaşıyor.
 
Yapılan araştırmalarda birçok büyük olayın nedeni iyi niyetimizin kötü kullanılmasıdır. Çünkü hücresel bir tepkime söz konusudur. Ters ilişki çatışması olarak adlandırabilir. Zihne çok ters geldiğinde, tüm tepkisel hücreler canlanır. Sinir uçlarımızı canlandırır. Çünkü hiç beklemediğiniz biri, en iyi yanınızdan vuruyor sizi. Ters çatışmalar çok derindir, insanı ruhen azdırır.
 
İknalarımız da benzerdir. Genelde reddetmesi muhtemellerden daha küçüklere gitmek; karşılıksız bir şey yapmak, tutarlıkların devamı; toplumsal onayı olan bir olayla karşısına çıkmak, sizi beğenen, onaylayan biri, kariyerli ve sosyal güdüleri iyi olanlar; inanç ve diğer hassaslarımızı iyi bilenler, bir de sosyal psikolojiyi iyi bilenler, yani teorik iknacılar gibi etkileniş alanı var. Bunlara dikkat etmeliyiz. Ya da sizin duruş ve duruşma çizginizi bilenler, pasif bir rol oynayabilir.
 
“Bir gün, derste zor şartlar altında okuduğumu ve bana yardımcı olan vefalı hocamı anlattım. Bazı insanlar vefadır, merhamettir, iyiliktir, demiştim. Ben de o yolu seçtim, zor durumda olan her öğrencimin yanında yer aldım, almaya devam edeceğim demiştim. Bir gün, dershaneye kaydolmak için bir kız öğrencim geldi.
 
Annesi yanındaydı. Beraber güzel bir kurgu yaptılar. Annesi, merdiven silerek kızımı okutuyorum dedi. Ben de vicdanen etkilendim, onu burslu okuttum. Geçenlerde karşılaştık. Bir çay içtik. Ne yaptığını sordum. “Hocam, kimyadan atanamayınca, bizimkiler apartmanımızdan bir ev satıp bana dükkân açtılar. Dükkânımdayım.”
 
Derste anlattığım mizacımı öğrenmiş, annesiyle güzel bir kurgu yaparak, ücretsiz yazılmıştı. Şimdi, bazen bu örneğimde olduğu gibi duruş ve duruşmalarımızı bilenler bizi ikna etmede ustalaşabilir.
 
– Adanmış tutarlıklar insanı daha çabuk ikna eder. Her toplumda olduğu gibi söylemek, adamak daha etkili oluyor. Kendiliğinden bir şeyler oluşmuyor. Hele bizim toplumda mutlaka söylemek, görevlendirmek gerekiyor. Söylediğimizde, görevlendirdiğimizde iknalar ve olaylar daha çabuk gelişir ve istediklerimiz, amacına ulaşır.
 
Bazen de beğendiğimiz, hoşlandığımız, takdir ettiğimiz biri daha çabuk bizi ikna edebilir. İçsel bir hazırlık var. Ona güvenmişlik ve onu seçmişlik olunca, istemler rahatlıkla yolunu bulabilir.
 
-Fiziksel imaj da iknalarda sık kullanılan bir yöntem. Hatta dolandırıcıların son zamanlarda şık giyinmeleri ve kendilerini kariyerli biri göstermeleri bundandır.
 
Kişisel benzerlikler de ikna olmamızda önemli bir yere sahip. Aynı duyuş ve sosyal çizgide kendimize benzettiğimiz birini daha rahat benimseriz.
 
Bir şeyin kaybedileceği iması ve şartının da ikna da etkinliği var. Bazı profesyoneller bunu çok iyi kullanabilir. Bir şeyi kaybetmemek için istenileni yapma zorunluluğunu ortaya çıkarmak.
 
Otoriter yapı dengeli ve sistemli olduğunda her zaman etkisini göstermiştir. Herkesin devletle bir bağı var ve herkes bu bağı kaybetmemek, bu bağdan faydalanmak ister. Bandan dolayı bürokratik güçlerin eylemleri rahatlıkla bizi ikna edebilir.
 
Algısal zıtlık içinde yer aldığımız kişilerle yakın temas, diyaloglar daha sonra güzel bir ikna yolu açabilir. Dünyanın en büyük sorunu zıt kutuplardan uzak kalışımız. Zıt algılara karşı en güzel yol, temas içinde olmak. Onları ikna etmede çok güzel bir yöntem.
 
Ayrıca üst karaktere ulaşmamış çoğu insan çoklu kişiliğe sahiptir. Parkta çocuğuyla afacan, bir toplantıda eşiyle şık ve ciddi, işyerinde komik ve canlı, kelli felli insanlar arasında ağır biri. Dahası, insanlar çoklu kişiliklerini sergileyebilir. İşte bu çoklu kişilikleri bilmek, ortamına göre davranmak da bir iknadır.
 
Eğlenmek, uyarılmak, sahiplenmek, kalplerine dokunulmak insanın içsel doyumlarını gıdıklar. Herkes, ilgiye aç. İnsan, ilgiyle, güvenle, karşılıksız sevgiyle ayakta.
 
Duyguların pazarlamacılarına karşı dikkatli olmak zorundayız ”Bu devirde babama güvenmem sözü” aslında analitik bir gerçeği açıyor. Duyguların pazarlamacıların çokluğu bir yandan çok çabuk ikna edildiğimiz anlamına geliyor. Bu söz, aslında insanın güven ile güvensizlik arasında çabuk ikna olmuşluğun verdiği ezici, üzücü, yanını da gösteriyor.
 
Hepimiz, en hassas tarafımızdan ikna edilmiş, kandırılmışız. İyi olanın safiyeti hep vardır. İyiliğin içindeki o saf duruş bize de sirayet ediyor. İyiliğin yolu birdir, bu yüzden kötülüğün yolu bindir. İyilik nettir. Ama kötülük için binlerce maskeli yol ve oyun vardır. Akışkan ve değişken bir çizgimiz var.
 
Uyumluyuz aslında. Lakin hassaslarımızı önemseriz. Kendi çizgimiz ya da kodlandığımız, güdülendiğimiz duruşa çabuk alışırız. Ancak, iknalar konusunda kendimizle çelişiriz.
 
Çoklu duruşumuz var. Postmodernizmle beraber insanların bilinç ve bilinçaltı kirlenmiştir. Aldığımız verilerin kirli, yönlü, yozlaştırıcı, ayrıştırıcı, güdüleyici olması başka bir iç karaktersizlik çatışması yaratıyor.
 
Koşullar bazı yönlerimizi ortaya çıkarıp bazı yönlerimizi köreltiyor. İkna, Hz. Adem’in elmayı ısırmasıyla başlamıştır. İknanın şeytanî, nefsanî yanını unutmadan, ölçülü, uyumlu, samimi, imanî olması huzurdur. Huzur veren iknalarla kalmak umuduyla…
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir