Masal Gibi

Masal Gibi
 
Çocukluğumun bir döneminde bizimle aynı sokakta yaşayan iki çok yaşlı insan vardı. Biri kadındı diğeri erkekti. Kardeştiler. İlk bakışta onları tanımayanlar karı koca sanırdı, hatta bilenler bile çoğu zaman unuturlardı bu durumu. Çok yaşlılardı ama ara sıra gelen bir iki tane yeğen dışında sadece biz sokaktaki çocuklar yardım ederdik onlara. Yardım dediysem, kışlık odun kömür aldıklarında depoya taşımak, evlerinde veya bahçelerinde kuyu veya musluk olmadığı için günde bir iki kez bir kaç kova su götürmek gibi yardımlar.
 
Küçücük bir evleri vardı. Babalarından kalma bir evdi. Kerpiçten yapılmıştı ama bakımını çok iyi yaptıkları için hiç de eski bir ev gibi görünmüyordu. Her ilkbaharda yaşlı nine eline eski bir kova alırdı ve ortak kooperatifteki at ahırına giderdi, oradan at tezeği toplayıp toprakla karıştırıp bununla sıvardı evin her yerini. Hatırlıyorum, hep “bak tertemiz oldu, mis gibi koktu” derdi sıvadıktan sonra.  Bahçelerinde kocaman birer tane ceviz, ayva ve elma ağaçları vardı. Evlerinin arka tarafında kaysı ağacı vardı ama sanırım ağaç zamanında bahçe duvarına çok yakın dikilmiş olduğundan dolayı gövdesi onların, dalları komşunun bahçesinde duruyordu. O kaysılardan toplayıp götürürdü komşusuna küçük küçük sepetlerle. Nine hoşaf ve reçel yapardı. Çekirdekleri bile kurutup kışın onlarla oyalanırlardı.
 
Yaşlı nine, entarisinin üzerine daima önlük takardı. Kocaman cepleri vardı önlüğünün. Ceplerine doldurduğu ceviz, elma, şeker gibi şeylerden dolayı omuzları çökmüştü sanki. Hiç bir çocuk elleri boş dönmezdi yanından. Bir ceviz de olsa mutlaka verirdi yanına gelen çocuklara.  Yaşlı nine evin pencerelerine ayvalar dizerdi “evin içi güzel koksun” derdi. Kış günlerinde oturdukları oda daima sıcacıktı, o kadar ki insan, topraktan yapılmış sobanın yanında uyuyan kedi gibi orada uyumak isterdi.
 
Evlerin komşu evine bakan cephesi daima arka cephe olurdu ve arka cephede,  kiler için bulunan küçük bir pencere dışında  hiç pencere olmazdı. Bu yüzden hiç kimse “karşı komşum evimde veya bahçemde yaptığım her şeyi görür” diye bir endişe hissetmezdi.
 
Yaşlı dede, evlerinin arka tarafında kalan komşusuyla uğraşmayı çok severdi. İçki içerdi komşusu. Herkes içerdi ama o biraz fazla içerdi.  İşe gitmek için, beslediği bir kaç tane koyun, tavuk ve ördeğe yem, ot getirebilmek için bisiklet kullanırdı. Aslında işe otobüsle gidebilirdi ama ona daha rahat geliyordu evin önünden bisiklete binmek ve işe gitmek. Kötü bisikletlerden de almazdı, Rus malı olanlardan alırdı ki çok pahalıydı onlar. Pek çok insanın bir aylık maaşı kadar bir fiyatı vardı. Çok içtiği için gittiği birahanelerden bisikleti çalınırdı hep.
 
O yaşlı dede her gün evinin arkasına gidip kollarını bahçe duvarına yaslayıp komşunun bahçesini gözleriyle iyice yoklardı. Bisikletin ortalıkta olmadığını anlayınca seslenmeye başlardı komşuya. Komşusu somurta somurta giderdi dedenin yanına. Buyur falan derdi ama bilirdi aslında niçin çağrıldığını. Dede; bisikletini yine mi çaldırdın, diye sorardı. Evet, çaldılar diye cevap verirdi adam. Dede “iyi iyi, çok iyi” deyince “Yahu dede çaldılar diyorum, kilitledim, kesmişler zinciri, çalmışlar. Sen iyi iyi diyorsun. Sen o bisiklet kaç para biliyor musun” derdi adam ama dede aynı şeyi söyleyip dururdu.
 
Unutkanlık veya duymama sorunu yoktu dedenin. Duyma sorunu vardı az biraz ama duyardı çünkü bizimle anlaşıyordu. Adama gıcık oluyordu. Çocukların parasını içiyor, çok içiyor diye çok kızıyordu.
 
Bazen aklıma gelir tekrar gözlerimin önünden geçer o dedenin hali. Adamı sinir küpü ettikten sonra sırtını dönüp elindeki bastonunu arada bir kaldırarak iyi iyi, çok iyi oldu deyişi. Şimdi bu masal gibi kısa öyküyü niye yazdım söyleyeyim. Bu günlerde bazı insanların başına gelenleri ne kadar çok hak ettiğini düşünüp onlara aynı şekilde “iyi, iyi, çok iyi” diye söylemeyi öyle çok istiyorum ki.

 

1 Kasım 2014 / Asanatlar

 

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir