Leyla ile Mecnun

SEMRA YILMAZ

SEMRA YILMAZ
Leyla ile Mecnun
 
Dün itibariyle Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Mustafa Kurt yönetmenliğinde sahneye konulan İskender Pala’nın “Leyla ile Mecnun” oyunu ilk prömiyerini Küçük Tiyatro’da gerçekleştirdi. Büyük bir kalabalık vardı salonda. Her yer tıklım tıklımdı. Kimler yoktu ki hazirunun arasında?
 
En başta oyunun yazarı İskender Pala ilişti gözümüze. Onun yanı başında sinema sanatçısı Hülya Koçyiğit, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Murat Karahan ve Genel Müdür Yardımcısı Volkan Ersoy ve sayamayacağımız kadar tiyatrosever dakikalar öncesinden yerini almıştı.   
 
Leyla ile MecnunSahnede, yüzyıllardır dilden dile dolaşarak bir çağlayan gibi akıp gelen aşkın destanı vardı. İnsanın nefesini kesen, iliklerini titreten aşk destanı: Leyla ve Mecnun… Duyan gelmişti, aşkla yerine oturmuştu, aşkla perdenin açılmasını bekliyordu. Ve nihayetinde vakit geldi, perde açıldı.          
 
Sahne en küçük ayrıntısına kadar gözden geçirilmişti. Dekor, ilgi çekici ışık tasarımı ve dönemi yansıtan kostümleriyle herkesi büyüleyen bir “Leyla ve Mecnun” hikâyesinin tam ortasında bulmuştuk kendimizi. Leyla ile MecnunGizliden gizliye şakaklara dokunarak ıslanan parmaklardan söz etmezsek salonda adeta nefesler tutulmuştu, her şey olağanüstü bir kombinasyonda seyrediyordu.
 
Leyla ile MecnunSahnede Leyla ile Mecnun hikâyesi aşk vardı, aşka tutulmuş iki yüreğin serencamı vardı. Yani hepimizin bildiği ve duyduğu o çöl hikâyesi, “kara kuru kız” olan Leyla ile Mecnun’a dönen “Kays”ın hikâyesi…
 
Aynı okulda okuyan Leyla ile Kays birbirlerine tutulurlar. Kays’tan ve ailesinden hazzetmeyen Leyla’nın babası kızını okuldan alır. Bu hem Leyla için hem de Kays için acı bir imtihanın başlangıcı olur. Kays, sinesini ateşlere yakar, asumana inler ve sonunda “Leyla, Leyla…” diyerek çöllere düşer, mecnun olur.
 
Leyla’nın babası tüm uğraşlara rağmen aracıları kovar, kızını Mecnun’a veremeyeceğini söyler. Mecnun çöllerde, Leyla evin içindeki hücrede aşka boyun büker, gözyaşlarını yüreğine katık yapar, ağlar, sızlar. Sonunda olan olur ve taş yürekli adam kızını alır bir görgüsüz kaba bir adamla nikâhlar. Bunu duyan Mecnun Leyla’ya talip olan adama öylesine bir ah eder ki adam düğün dernek görmeden yataklara düşer, Azrail’in ecel makasıyla ömrünü yele verir.
 
Derken aşk kartopu gibi büyür; evlere, çöllere, vadilere sığmaz hale gelir. Sinesi aşk oduyla yanan Leyla sahralara düşer, dağ-bayır ayırmaksızın Mecnun’u arar ve bulur.
 
Leyla, Mecnun’u bulur bulmasına ama Mecnun artık o eski Mecnun değildir. “Ben Leyla’mı buldum, sen kimsin?” der durur. Çünkü Mecnun’un dilindeki Leyla, Mevla’ya dönüşmüş, ilahi aşk beşeri aşka galebe çalmıştır. Leyla, artık Mecnun’un gözünde sıradan bir fanidir, herhangi bir kadındır.
 
Bu acı gerçek Leyla için sonun başlangıcı olur. Günden güne bir mum gibi erir, solar durur ve nihayetinde o da gök kubbenin altında sırlanıp kaybolur. Bunu duyan Mecnun, çölleri bırakarak Leyla’nın mezarının başına koşar. Ellerini açar ve Leyla’nın vesilesiyle bulduğu Mevla’sına halini arz eder “Beni de al Yarab!” diye dualar eder. Allah duasını kabul eder ve Mecnun’u da Leylasına kavuşturur.
 
Mecnun Leyla’sına, Leyla Mecnun’una kavuştu. Gönül ister ki acılar, gönül yangınları olmadan vuslatlar olsun ama insanoğlunun kaderi bu işte. Herkes kaderini yaşar. Kimi Mecnun olur, kimi Leyla ama taksimatı yapan Mevla. Mevla cümlemizin kaderini, kederini, elemini hayra tebdil kılsın. Aşk gönül işidir. Gönül Mevla ile meşguldür. Aşk Mevla’nın kullarına ikramıdır. Ne demişti Şeyh Sadi Şirazi: “Eğer Mecnun’un yanında oturursanız Leyla’dan başka söz duymazsınız” Sözü Leyla, Leyla’sı Mevla olanlara selam olsun.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir