Hece Taşları Dergisinin 64. Sayısı

Hece Şiirleriyle
Dolu Dolu
 
Hece Taşları
Dergisinin
64. Sayısı Çıktı
 
Tayyib Atmaca’nın Genel Yayın Yönetmenliğindeki yine hece şiirleriyle dolu dolu olan Hece Taşları dergisinin 64. sayısı çıktı.
 
Bu sayıda şiirleriyle, yazılarıyla yer alan isimler:
Tayyib Atmaca, Metin Önal Mengüşoğlu, Ertuğrul Çoban, Mehmet Durmaz, Tacettin Şimşek. Cahit Can, Mehmet Gözükara, Süleyman Abdulla, Recep Şen, Erhan Çamurcu, Hüseyin K. Ece, Mevlüt Yavuz, Bircan Kayacan, Arif Bilgin, Ali Daşgın, Hüseyin Kaya.
 
Hece Taşları dergisinin 64. sayısında yer alan Tayyib Atmaca’nın “Herkes Kendi İçinde Kaçak Kazı Yapıyoryazısını ve Metin Önal Mengüşoğlu’nun “Son Şahit” şiirini tadımlık olarak alıntıladık, aşağıda okuyabilirsiniz.
 
TAYYİB ATMACA
Herkes Kendi İçinde Kaçak Kazı Yapıyor
 
Geçtik yalan dünyadan girdik sanal dünyaya, hatır gönül işine dönüp bakan kalmadı, karnından konuşanlar birbiriyle anlaşır, hal diliyle konuşan bedeviden sayılır, yazanlar ne yazıyor okuyan ne anlıyor, çatırtıya sıkanlar vurduğunu sanıyor, herkes nefesine köle kendi kentinde kral, her gün yeni bir bela kapımıza dayanır, ne yapalım erenler aklı başa derenler, bunca insan içinde gönlümüze dokunan, arı turu türkçeyle dilinde söz pişiren, gönül eri nerdeyse orayı yurt yapalım.
 
Daralınca kalbimiz kalkar dosta giderdik, sarılınca rahatlar kendimize gelirdik, nerde o eski dostlar eskimeyen dostluklar, herkes bir yere gitti adresini terk etti, yitiğini ararken gittiği yerde yitti, herkes kendi içinde kaçak kazı yapıyor, kimi kendinden sapıp aklını put yapıyor, kimisi de kendini şeyhülislam atıyor, sosyal medyada ahkam kese kese batıyor, ar nerede başlıyor namus nerde bitiyor, herkes herkesten memnun din kültürel bir değer, helal haram sembolik kutsalımız kalmadı.
 
Biz mi devirden düştük devirler mi değişti, törpülenip duruyor her gün duygularımız, demek insan ikinci kırkını çıkarınca, aklı ile kalbini bir terazi bellermiş, önce darayı alıp sonra safiyi koyup, sonra da terazinin ibiğini tutarmış, kendisinden geçen hak hiç çıkmazmış aklında, kendisinden geçene helal hoş olsun dermiş, bir gün olsun darlığın saklanmazmış ardına, hem gözüyle gönlüyle paylaşırmış durmadan, şükür anahtarıyla açar kapar günleri, her gün bin bereketle kapatırmış dükkânı.
 
Bu korana günleri gelir geçer yakında, insanoğlu bu sefer belki tulpara biner, göğün üstünde gezip yeryüzüne hükmeder, başkasının canını cehenneme postalar, yeni köleler doğar yeni karunlar türer, ayı parselleyenler imara da açarlar, herkese bir çip takıp aklı tutsak ederler, konuşurum kendimle siz kusura kalmayın, bu karamsar tabloyu alın asın kenara, belki günün birinde bakarsınız gülerek, bu atmaca ne manyak avcı imiş dersiniz, gelince sizin devrin belki ahir zamanı.
 
METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU
Son Şahit
 
“Ve senin Rabbin ne zaman Âdemoğulları’nın sulblerinden onların soylarını çıkaracak olsa, onları kendileri hakkında şahitlik etmeye çağırır: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ Onlar cevaben: ‘Elbette’ derler, ‘Buna şahitlik ederiz!’ (Bunu böylece hatırlatıyoruz ki) Kıyamet Günü’nde ‘Doğrusu bizim bundan haberimiz yoktu’ demeyesiniz.” (A’raf Suresi: 172)
 
Eğilip de kulak verdiğin zaman
Yazarlar ismini tutanaklara.
Uykuda kâfidir sesini duyman
Gömülen ölünün dünkü mezara
 
Ölü öksürür mü; sen düşüne dur
Okyanus çağlasın kulaklarında.
Ötelerden kalbe ayan olmuştur
Çok mucize yatar yerin altında.
 
Şu fani dünyaya bir daha gelsem
Uçurtmasız koymam, hiçbir çocuğu
Hiçbir aydınlığı kesmesin gölgem
İkinci hayatta alsam soluğu
 
Kaf dağından geldim; esvabım tozlu
Çehremde toprağın derin izleri,
Su içtim çeşmeden hem iki gözlü
Gönlüm bu sofraya bekler sizleri.
 
Nasipsiz tüccarı bu kervanların
Gözlerinde uyku açlığı vardı;
Heybesinde zaman, bugün ve yarın
Kalbini unutuş kaygısı sardı.
 
Bir yetime selam da mı vermedin?
Evde iki canlı kadının yok mu?
Yok mu okşamayı bekler bir kedin?
Bir tebessüm göster ölmezsin; çok mu?
 
Tarlandaki kuşu kovaladın mı?
Bir kurbağa taşladın mı göllerde?
Denize girerken hiç susadın mı?
Dostun şerbetine su katan nerde?
 
Baharda canlanan tomurcuklarla
Beraber canlanır sanma ruhunu;
O gümüş çiçekler bezense karla
Ebedi ölüme benzetme bunu.
 
Okun on ikiye saplandı ama
Kalbine felaket maraz bulaşmış;
Saçını başını boş yere yolma
Saat beklediğin zamanı aşmış.
 
Konduğun istasyon ıssız, kimsesiz
Şehir surlarının çok uzağında;
Kovulmuş güvercin kadar mı aciz,
Bir korku oturmuş üst dudağında.
 
Kampanalar çaldı, tren kalkacak
Kanatsız uçmayı ezberlediysen,
Düşünürsen kurtulursun sen ancak,
Boğulmazsın; eğer yüzmeyi bilsen
 
Açlığına fiske at; gitsin gemi
İftar saatidir büyük tatminin,
Teçhizat zayıftı, kaptan acemi
Meleklere ihtiyacın var senin.
 
Haritanı düzgün katla, doğru bak
Dursun kulağında kurşun kalemin;
Öteler elbette beriden uzak
Bütün derdi budur cümle âlemin.
 
En doğru pusula kalbin, unutma!
Kılavuz da odur, rehber de odur.
Başka yol gösteren kimseyi tutma
Son şahit! Kendini şimdi yola vur.
 
Hazineler biter, herkes çekilir
Muhkem kasalarda fare deliği,
Devlet mührü kor ateşte zor erir,
Suya versen sağaltırsın çeliği.
 
Ekmek kıymetini yitirdi belki
Orman uğultusu işitilmiyor;
Ulu rüzgârların susması ne ki,
Deniz çağıltısı bile gelmiyor.
 
Gece yok, gündüz yok ve zaman durmuş
Akıllı evlerin kapısı açık;
Kapının ağzında ölümcül bir kuş,
Tüyleri turuncu, ağzı ufacık
 
Gömdüğü cevizi orda unutan
Hırsız kargaları unutur muyum?
Zamanı şaşırıp gündüzün yatan
Köpeğe bağırmak benim de huyum.
 
Arza son fidanı diken sen ol ki,
Son şahit yazılsın ismin deftere.
Arzda son cefayı çeken sen ol ki,
Mahkemede ceza alma yok yere.
 
Hece Taşları Dergisinin 64. Sayısı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir