Dudağımdaki Kan

nermin-akkan

NERMİN AKKAN
Dudağımdaki Kan |ÖYKÜ|
 
Genç adam kalbinin üzerindeki sıcak başı okşadı. Gecenin keskin hazzını tekrar tekrar yaşamak için gözlerini kapattı birkaç saniye "ohh" anlamı yüklenmiş derin bir “ah" çekti.
 
Yana çeken dudağı mutluluğun resmini çiziyordu.
 
Hafif hafif saç telleriyle oynamaya başladı. Bir taraftan da kendi nazarına karşı Felak suresini okumaya başladı. "Allahlım bu güzel başı döşümün süsü kıl son nefesime kadar" dedi ve gözlerini yukarı çevirdi.
 
Dua yerini bulsun istiyordu besbelli. Neden sonra bakışlarını öpmek üzere eğildiği dudağı kapatan minik ele çevirdi. "Elini ağzının üzerine neden bu kadar sımsıkı kapattı ki acaba?" diye sorgular buldu kendisini. Uzandı, minik bir serçeyi andıran eli kavradı ve hafifçe kaldırdı yo yo kaldıramadı!
 
Şaşkınlıkla el göz kontağına yoğunlaştı ve eli tekrar çekti. Hayır! El inatla direniyordu ağızdan çekilmemek için. Ne olduğunu anlamaya çalışarak  "Kader" diye seslendi kadife yumuşaklığı ve ısırgan dalaması tedirginliğinde. Dirseğinin üzerine ağırlığını taşıdı ve eli ağızdan çekmeye çalıştı güç kullanarak.
 
Dehşet içinde, dikkatini, kendisine direnen elden ayırıp turkuaz gözlerden fışkıran korkuya yöneltti.
 
"Kader!" Ses yok.
 
" Kader n'oluyo kuzu?"
 
“Niye ağzını kapadıyon kuzu, böyle tandır bacası gibi?" Cevabı beklemeden bileğini sımsıkı kavradı Kader’in ve hızla çekti kendi korkusunun sindiği kısır bir güçle.
 
Aniden gece boyu aleve belenen bedenin buza kestiğini ve kasılmaya başladığını farketti ve unuttu gerdeğinden uyanmış bir damat olduğunu da ilk kez topu elinden alınmış oğlan çocuğunun acziyle avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.
 
"Anaaaa!
 
Kader'im ölüyo yarış anaa!
 
Bir yandan bağırırken avaz avaz, bir yandan da sarsıyordu ağzından köpükler fışkıran, çenesi kilitlenmiş cam gözlü bebeğini.
 
Korkusu acze, aczi dehşete dönüşmüş bir haldeyken kapının içeri yıkılması ve babası dahil iki agasının ve anasının odaya korku ve merakla dalması!
 
Baba oğlunu sardı önce korumak ister gibi olası bir felaketten sonra "su verin buna bi!, Siğdirin çabuk!" dedi ve Kader’in üzerine abanmış karısını ittirdi kenara ."Açılın” diye kükredi bilmiş bir şekilde.
 
Felaket anında askerdeyken katıldığı sıhhiye okulundaki bilgileri hatırlamıştı.
 
Emir demirden keskindi ve Kader bir anda sıtma nöbeti geçiren hastalar gibi titremeye devam eder haldeyken yalnız bırakıldı.
 
"Pencereyi açın, sarımsak verin çabuk". Emirleri yağıyor, Kader’in ağzına sokulan tahta kaşık çatırdıyordu.
 
Ana bildiği bütün duaları sıralarken titreyen dudaklarından, gözleri akıyordu sulu sepken.
 
Keskin limon kokusu mu, zaman mı bilinmez Kader inleme moduna geçti bir zaman sonra, göz bebekleri hareketlendi "neredeyim ben” merakında!
 
O zaman ancak ayıp duygusunda kızardı yanaklar ki çarşafı doladı ana minik bedene ve dudak dudak morarmış omuz başlarına kadar.
 
Kerim'i içeri aldıklarında Kader'i giydirmişlerdi bile. Bağrına bastı Kerim kuzusunu anasına aldırmadan ve hıçkırmaya başladı "kuzu, kuzu, çok korktum çok" sözcükler inliyordu biteviye. Kader yorgun bedenini bıraktı döşüne Kerim’in ve kapanan kapının huzuruna sindi.
 
"Hiç kimseye denmeyecek” diye inledi Kerim."Hiç kimseye denmeyecek marazlı olduğu Kader'in tamam mı ana"
 
Başını öne eğdi ana, kan çanağı gözlerini yere çiviledi. Baba fark etti ancak, bu yere inen başın "ben ne yapacağımı biliyom" deyişi olduğunu!
 
"Dünür marazlı gızı kakaladık deyi kostak kostak geziniyon besbelli de mi?" Öfke ve üzüntü katmasıydı tümcelerin yükü.
 
"Ne diyon dünür sen, duyman ağzıın velvelesini heç ! Kınalımın başı uykudan gayri yastık görmemiştir heç imanıma"!
 
Biliyordu aslında o da bebekliğini bile bildiği kızın ne kadar sağlıklı olduğunu. Hiç bir gün ona sütlü çorba/hasta aşı götürmediğini. Acısı tıslıyordu sadece.
 
"Beşteyken tutulduydu maraza bitek, hafız da olamadıydı zaten okula da gidemediydi o zaman.”
 
Kader yarı gün uyurgezer gibi dolanıyordu odanın içinde. Kerim yasaklamıştı dışarı çıkmasını.
 
"Gözümün önünde ol kuzu, gözümün önünde ol, hocemmi muskanı yazıp getircek sana da okuycak, cinlerin hepsini yakcak, sonra kuzu, sonra gezdircem her bi yeri sana" demişti yalvarmayla karışık bir sesle.
 
Sadece kendisine söyleneni yerine getirmekle birlikte merakından da ölüyordu korkuya belenmiş bir şekilde.
 
Anaların ikisi de kavga etmekten vazgeçmiş, duası en keskin olan hocayı bulma derdine düşmüşlerdi. Kendi köylerinin imamı öleli yeni hoca da gelmemişti birkaç hane kalan köye.
 
Yukarı o köyün imamı için de duası çok keskin diyorlardı.
 
Ziver Ağa hocayı zor ikna etti muska yazmaya, "Doktora götürün" diyor da başka bir şey demiyordu.
 
En sonunda "tamam ancak gelip okumam lazım, hem geline hem kocasına" demişti.
 
Sabah erkenden hocefendi geldi. Doğruca genç çiftin odasına aldılar büyük bir umuda karılı saygıyla.
 
Kader ve Kerim yatağa ilişmiş bir şekilde hocanın duaya başlamasını bekliyorlardı.
 
"Bakın çocuklar”  dedi şefkatle “anlatılana bakılırsa hanım kızım nöbet geçirmiş, bunun tedavisi için de doktora gitmeniz lazım. Elbet dua da okuyacağım Rabbime şifa versin diye yalvaracağım ancak hiç oyalanmadan doktora gidin. Bir daha tekrar etmesini beklemeden”.  Sözlerini bitirirken Kerim’in omzunu sımsıkı tutmuştu.
 
"Erkek olmak kuzu sevmekle bitmiyo dostum, dik durma, sorumluluk alma vaktidir" demek istemişti çiçeği burnunda damada.
 
Kerim yeni bir tarafını keşfetmişti bu konuşmayla birlikte.
 
Günler haftaları kovalarken yollar hastanelere taşıyordu iki genci telaşla.
 
Sabrı zorlayan bir ayın sonunda Kader’in son iki nöbetini de değerlendiren hekimler psikiyatrik konsültasyon istemişlerdi. Zira Kerim'in alevi ne zaman sarsa tüm bedenini, nedenini bilmediği bir kuyuda uyanıyordu ve her geçen gün Kerim ona dokunmaktan korkar olmuştu. Bu yüzden “ne olacaksa çabuk olsun, bir an önce iyileşeyim” istiyordu.
 
İlk seansa yalnız girdi Kader. Sorulara cevap vermekte zorlanıyordu nedense. Sanki içindeki biri tutuyordu dilini.
 
Mesela "ilk ne zaman hasta oldun” sorusunda işkillendi birdenbire ve “bilmiyom" deyiverdi. Oysa çok da iyi biliyordu. Hem okula gidiyor hem de camide hafızlığa çalıştırıyordu Merdali hoca onu ve çok çabuk ezberliyordu yaprak yaprak Kuran’ı.
 
Onu baygın bulduklarında camiye giden cılga yolda, anacığı yavrusuna şahin uğramış gurk tavuk gibi yırtmıştı gök kubbeyi!
 
Ateşini düşürebilmek için ne sirkelere belemişlerdi minicik bedenini. Günlerce kan işemişti sancılar içinde. Kendisine kaynattıkları kökleri her içişinde midesi altına üstüne geliyordu. Ateşinin çok yükseldiği zamanlarda Merdali Hoca'nın sıcak nefesini hissediyordu alevli dudaklarında ve elini habire bastırıyordu dudaklarındaki kanı kurutmak için.
 
Bir başka soruda da bocalamıştı Kader.
 
 “Neden hafız olmaktan vazgeçtin?" sorusuna da hemen cevap verememişti Kader.
 
Nedenini bilmiyordu sahiden de. Hastalandığında güzdü, iyileştiğinde ise kar kalkmak üzereydi, üstelik Merdali hoca da gitmişti köyden.
 
Ne zaman ezberlediği yerleri hatırlamaya kalksa bir kuyuya dönüşüyordu zihni aniden. Kasıklarında da jilet kesikleri oluşmaya başlıyordu ve Kuran’ı bırakıyordu aldığı yere.
 
Velhasıl hekimin karşısında dili tutuluyor iki lafı bir araya getiremiyordu.
 
Kerim de bir iki kez seansa girmişti ve en çok Kader’in hastalandığı zaman sorgulandığında acıyla dökülüyordu sözler ağzından.
 
"Kuzu camiden gelirken bayıldıydı yolda. Hacer ananın çığırtısına koştuyduk hepimiz, köpük köpük olmuştu kuzunun ağzı.  “Kız altına işedi” dedilerdi o zaman emme altına işeyen esas bendim "kuzu ölüyo" diye. Her gün okuldan çıkınca Hacer anamın kapısına dikilirdim kuzuyu görcem diye. Bazen kuzumun iniltilerine kan verirdim dudaklarımdan. O ”dudağımdaki kan” dedikçe!
 
Anasından duydumudu anama dertlenirken. Ayılırken ağzı kan içinde oluyo Zilan abam “Dudaklarımdaki kan” deyip debeleniyo sarı kuzum. ”Kuzunun ağzı gibi olsun isterdim ağzım ve ben de ısırır kanatırdım dudaklarımı”
 
Merdali hocaya ne yalvardımıdı "muska yaz da iyileşsin kuzum” diye. Çok durmadıydı zaten o da köyde. Kuzu hastaydı taşındığında. “Kimsesi olmayanlar köyüne taşındı” dedilerdi emme kuzunun derdinden umurlamadım da zaten Merdali hocayı hec!
 
İkinci seansta Kader'in ilk nöbetiyle ilgili sorulardan çok utandı Kerim.
 
"Dikkatinizi çeken bir şey olmadı mı hiç, korku, irkilme, kasılma gibi"
 
Utancından yer yarılsın istedi. “irkilme" dedi kendi kendine ve sözcükten kendisi irkilmişti ilk duvağına uzandığı anı hatırlayıp. Hem de ne irkilmişti kuzucuk, yaprak gibi titremişti.
    
"Bir de, bir de…" kekelediğini farketti birden bire!
 
"Öp öp mek isteyince irkildi kuzu, ka  ka sıldı öptürmedi zaten a  a ağzını"
 
İkinci soru daha da dibe soktu onu.
 
"Hayır" dedi utanç yüklü omuzları düşerken yere.
 
"Yok" dedi. “Karıkoca olmadık biz daha"
 
"Ölmeye duruyo işte kuzu, gurbanın olam doktor kuzumu iyileştir, sittin sene agası kalam ben, kuzu debelenmesin bi daha mart kuzuları gibi yeter bana" Ağabey anlamındaydı "aga" o yörede.
 
Beşinci seansın sonunda babacan dokdor " hipnoz" a başvuracağız, bilinçaltında sanırım bütün sorularımızın cevabı. Bu cevapları bulmadan da tedavi edemeyiz kararındayız biz hekim arkadaşlarla" deyip süreci tüm detaylarıyla anlattı.
 
Hipnoz fikri ürkütmüştü nedense Kader’i turkuaz gözlerini korkuyla çevirdi Kerim’e. Onun bal rengi gözlerinin sıcaklığına sığındı. Gür saçlarının altında güneş gibi parlardı hep Kerim'in gözleri. Evlerinin altındaki bağda her buluştuklarında önce burnunun yanındaki beni okşardı Kader, sonra her zaman karışık olan kaşlarını parmak uçlarıyla düzeltir burnunu burnunu öperdi. Bazen ipek yumuşaklığındaki yüzünü saçlarına gömerdi Kerim’in ve o zeytin kokusunu içine çekerdi. Bir baş daha uzundu Kerim kendisinden,  boynunun altına dudaklarını bu yüzden kolayca gömebilirdi, bu yüzden geniş omzunda düşe dururdu boy boy çocuklarla dolu bağ resimleri.
 
Korku dolu turkuaz gözler her zaman feleğini şaşırtırdı Kerim'e. Pembe inci parlaklığındaki minik oval yüzü sarı buklelerle tüterdi Kerim’in bacasında. İlginç bir şekilde kaşları saçlarından bir ton koyu renkteydi kuzunun ve havaya kalkık minicik burnu serçe gagası sevimliliğindeydi. Pazen entarisi hep topuklarına kadar uzardı Kader’in. Bu yüzden aşık kemiğini görebilirdi ancak Kerim kuzusunun, hiç merak da etmezdi zaten. Gül goncası gibi dudaklarına da sadece ıslığını dinlerken odaklanırdı onun. Nasıl da kuvvetliydi nefesi kuzucuğunun “al elmayı ver narı, ağlarım zarı zarı ” türküsünü hiç kimse kuzucuk kadar kaydeli ıslıklayamazdı.
 
Karşılıklı göz alışverişlerinde birbirilerini süzmüşlerdi uzun uzun ve ne çok akit imzalamışlardı sessizce.
 
………
 
Gazetelerin birçoğunda aynı kırmızı başlık iri puntolarla atılmıştı o gün:
 
"Seksen yaşındaki eski cami imamı, Kuran kursu öğrencisinin kocası tarafından cinsel uzuvları ve dudakları kesilerek hunharca öldürüldü"
 
Haberin ayrıntılarında ise şunlar vardı:
 
"Karısını tımarhaneye yatıran genç, karısına kuran kursuna gittiği dönemde tecavüz eden cami imamını iz sürerek buldu ve kaldığı huzurevinde cinsel organlarını ve dudaklarını kestikten sonra birkaç yerinden bıçaklayarak öldürdü.
 
Bakırköy Ruh ve Akıl Hastalıkları kliniğinde tedavi altına alınan genç kadın ise hiç bir şeyden habersiz durumda.
 
Katil koca bütün sorulara ısrarla hep aynı cevabı verdi: "Pişman değilim, az bile yaptım, kuzumu yedi o deyyos, kuzumu yedi”
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir