Murdar Balıklar

NERMİN AKKAN
Murdar Balıklar | ÖYKÜ |
 
Zaman zaman kudururdu Yeşilırmak! Taa ötelerden ne bulduysa sırtlayarak bir baştan bir başa haraca keserdi Kadıköprü’yü.
 
Harmanlara şöyle bir el ense çeker, siler süpürürdü eteğini savurarak. Geride bıraktıkları çamura belenmiş tabak çanak, kökünden kökünden araklayıp da taşıyamadığı gürgen, meşe, karaağaç dağlar ne verdiyse yani.
 
Ha bir de envai çeşit börtü böcek kafası gözü kırık, yaralı bereli yılancıklar, kaplumbağalar, ağzında anasının memesi hala sütlaç kuzucuklar getirirdi.
 
Bir keresinde Şahmeranı bile sürüklediği olmuş Almus'a doğru. Görmüşlüğüm yok elbet Zahret Nenemin yalancısıyım ben.
 
Zahret Nene deyince duracak soluklanacaksın önce bir. Abdestli olup olmadığını kontrol edeceksin önce, ne varsa üstünde ilikleyecek, şapkanın tereğini saygıyla eğeceksin. Sonra diyeceksin ne diyeceksen her bir Onbeşliden birinin nenesi olduğunun bilinciyle evelemeden gevelemeden.
 
Benim öz be öz nenem yani Zahret. Akkan konağının muhtarı, babam İhsan'ın babası Yakup'un dul eşi ki bir çoğu dönmeyen Kurtuluş Savaşı şehitlerinin dul eşlerinden biri. Altı aylık gebe babama, dedem rahmetli gelinmez yerlere gittiğinde. İlk eşten beş, nenemden de dört bebe kalınca geriye Zahret nenem bildiği tüm savunma mekanizmalarını ( dili, eli, aklı, yüreği vb) saldırı silahı olarak kullanmayı da bildiği için sevgi saygı korku karışımı bir gücün sembolü haline gelmişti Kadıköprü'de.
 
Ata kalmayınca anaerkil bir köy gibiydi bizim köyümüz ve Zahret Nene er oğlu erdi vesselam.
 
Konağın önünde bir süt eriği ağacı vardı ki dillere destan. Nisan Mayıs dedin mi çoluk çocuk tepesine binerdi eriğin ve de Zahret nenem yedi torununun rızkının bekçisi kesilirdi anında. Ne mümkün uzanmak dalına.
 
Muhtemelen mirasyedi oğlunun, ağa bebesinin hasat parasını azaplardan araklayıp yarıyılı geçireceği mutad seyahatlerden birine çıkmış olmalıydı ki kartal kesilmişti dünya güzeli gelininin ve torunlarının rızkına kırk akılla.  
 
Elinde iki odun bir çanta okul yoluna düşen her çocuk bir tuhaflık seziyordu köydeki öbek öbek kahkaha çınlıyordu her köşeden. Biz ne olduğunu anlayamadan okula varmış sıralarımıza oturmuştuk ki birleştirilmiş eğitim gereği tüm çocukların toplandığı sınıfa. Ramazan öğretmenimiz girdi ki o da zor tutuyor kendisini.
 
Bana yönelip direk sordu "Çimen, nenen erikleri koruma altına almış he?"
 
Cevap beklemeden sınıfa döndü ve cin cin kahkahayla katıla katıla anlatmaya başladı. Meğer nenem bulduğu çalıları her evin duvarına asılı duran tuvaletlerin dibine batırıp batırıp erik ağacının ilk dalları arasına yerleştirmiş ulaşabileceği tüm erikleri topladıktan sonra tabi.
 
Zahret uyumuştur diye eriğe her uzananın trajikomik durumunu anlatırken Ramazan öğretmen tüm sınf yerlerdeydik zaten. Yaklaşık bir ay bizim erikler moksu moksu koktu ve Zahret nenem biraz daha efsaneleşti köyde.
 
Sodom ve Gomore diyorum ben hep Kadıköprü’ye. Yakup Kadri'nin ünlü romanındaki hani. O da işgal yıllarındaki İstanbul’u benzetmişti Sodom ve Gomore'ye ki bu iki şehir burjuvazinin sembolü niteliğindedir.
 
İstanbul o dönemde saraylı saltanatına alışıklığından halkla iyice arayı açmış İngiliz subaylarının Türk güzelleriyle çirkin söylentilerine zemin oluşturuyordu.
 
Öyleydi işte benim köyüm de. Bir yandan camiler tekke görevi görürken, çeşitli tarikatların taassubuna doğru yol alırken bir yandan da genç tayfa eğlencenin dibine dibine vuruyordu.
 
Çocuk yıllarım göçe kadar bu köyde bu konakta geçti. Annem ki dünya güzeli, gittiği seyahatlerden dönüşünde kocasının getirdiği nadide ipeklileri, adı henüz duyulmamış kürkleri giymeyecek, altın kemerleri takmayacak kadar onurlu, dik. Ve sorumsuz oğlunun bu dünya güzeli karısını korumak da nenemin başka bir yükü ki Yeşilırmak' ın bereketiyle iyiden iyiye tembelliğe vurmuş her avare için babaanneme göre kafese konulması gereken bir güldü ki annemin her kapıya çıkışında kara ipek bürüğü anneme nasıl özenle sardığını içim cız ederek hatırlarım.
 
Çevre köylerin ve ilçelerin atanmış memurları atandıkları yerde değil bizim köyümüzde hemi de çoğunlukla bizim konak da kalırlardı. Tanrı misafiri olarak ve tüm köyün misafiri sayılarak. Doğal olarak köyün tüm eğlencelerinin de merkezinde yer alırlardı.
 
Kadıköprü yaz akşamlarında Yeşilırmak’a akardı mahremiyet ilkeleri doğrultusunda. Mızıka eşliğinde imece eğlenceler kışın kayak sezonuna atlardı sek sek firesiz.
 
Topçam' ın eteğinde Yeşilırmak'ın da dizinin dibine yurt kurarsan gel oyna git oyna. Bu nedenle Sodom ve Gomore diyorum ya köyüme.
 
Kışın Varzıl tepesinden başlayan telis çuval üstü kayakçılar Yeşilmark' ta mola verirlerdi. Kayak güzergâhları (Thıszea ) Sırt'tan derlenen çıralar sopaların ucuna sarılarak yapılmış fenerlerle aydınlatılırdı. Genç kız ve erkeklerin çeşme başı söyleşileri dillere destan ki giyim kuşam o biçim.
 
O zamanlar Farah Diba saç modeli modaydı kızlar arasında. Hani şu tepede yıldız gibi bir yer oluşturulur, saçlar didiklenip kabartılır ve o yıldızın etrafında bir kuş yuvası oluştururdu.
 
Altı yedi alevi köyünün ortasında yer alan tek çerkez köyü olduğu için Kadıköprü,  bizler her iki kültürün de tüm nimetlerinden faydalanarak büyüdük. Bu zenginlikledir ki ben keyifle semah dönerken bir deyiş eşliğinde kazaska uçarım mızıkanın tuşlarında…
 
Diğer taraftan okul gezilerinde alevi köylerinde yemek yemememiz konusunda tembihlendiğimizi de hatırlıyorum hayal meyal.  
 
Ki bir seferinde Süderi de bir teyze tavuk pilavdan oluşan sofrada hiç kaşık almadığımızı fark ederek  "Han kızlar han kızlar, kedi bişdi yen kızlar"  diye tekerleme uydurmuş ev halkını güldürmüştü ki hemen ezberlediğim tekerlemeyi söyleyince neneme, bilge bilge yere bakmış "hep birlikte yanacağız" demişti.
 
Bu gün bile ülke bütünlüğü üzerinde oynanan her oyunun harcıdır bu bağnaz ayrımcı yargılayıcı ötekileyici tutumlar.
 
Coğrafi konumu nedeniyle Kadıköprü inanılmaz fıkra öykü şarkı trajedi aklınıza ne gelirse onu doğurmuştur ebesiz doktorsuz doğanın döşeğine. Ve birçok kalem erbabı çıkmıştır bu bitek topraklardan. Bir Hacı ağabeyimiz vardı ki kalemi öpülesi rahmet dolası ve Necati Uyanık ağabeyim ressam yazar araştırmacı bunların bir kaçı sadece.
 
Sosyolojik yapısı itibariyle Kadıköprü 1960-65 yılları arasındaki bağnaz akımlardan da etkilenerek iki dinli olmaya başlamasıyla birlikte Allah’ın adalet sıfatı gereği olsa gerek Nuh Tufanı misali suyun varabildiği her yere her yöne savruldu. Almus barajı adıyla Yeşilırmak 'ın üzerine kurulan baraj ve göç sendromu tüm sekelleriyle birlikte yağdı köyümün üstüne.
 
Yeşilırmağı boğazladılar ve mavi yeşil boz bulanık döktüler kanını köyümün başından aşağı.
 
Sanki bir musibet bin nasihat gerçeğine varmış gibiydi her bir Kadıköprülü İstanbul Samsun Tokat il ve ilçelerine dağılanların yanında inatla tepelerin üstüne de kulübecikler inşa edip ilham oldular şairlere yazarlara.
 
Ve bir şey daha oldu bu arada. Yurt hasretini dindirecek güzel gelenekler yerleşti tepelere.
 
Mesela baraj doğurgan haliyle bi dolu balığa gebe kaldı. İrili ufaklı sallarla taşımacılık başladı çevre köy ve kasabalara. Biz Turhal’a tüneyen angutlardandık ki birlik olup yeni bir yurt olamayan her Kadıköprülüye angut sürüsü derdim hep az çok aklım ermeye başlayalıdan beri.
 
Tepelere tüneyen kandaşlarımızdan her pazar kasalarla balık gelirdi her aileye ki balık ziyafeti hem ağıt hem eğlence demekti hepimiz için.
 
Ve acı bir haber de yayıldı kulaktan kulağa o günlerde.
 
Süderi'den yola çıkan on kişilik bir grup satın aldıklarıyla birlikte sala ağır gelmişler ve alabora olmuş sal.
 
Sağ kurtulan olmadığı gibi cesedine ulaşılan da olmamış maalesef.
 
Çocuk aklım sözsüz sazsız semah dönüp durmuştu günlerce kazaska eşliğinde.
 
Biz balık ziyafeti de yapamaz olmuştuk nedense o aralar.
 
Kuran kursundan gelmiş abdest yenilemek üzere musluğa abanmıştım ki Mahir Amcamı farkettim divanda. Zahret neneme dikte ettirilence brifing veriyordu garibim fısır fıdır Çerkezce.
 
Ömrüm boyunca unutamayacağım şu sözlerle.
 
Ki sonrasında helâl haram kavramının takipçisi olmakla kalmayıp sahte helâl haramcılarla mücadele ettim hep Kuran'ın bilim diliyle ve kusmak geliyor içimden “Helal Kesim”  tabelalarını her gördüğümde.
 
"Naney pısır vfuaeyı ğhuğae  woşkga ..!"  (Su cenabet olunca balıklar da murdar oldu biliyor musun?)
 
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir