Ramazan Dikmen’i Rahmetle Anıyoruz

Vefatının Yıldönümünde
Usta Öykücü Yazar
Ramazan Dikmen’i
Rahmetle Anıyoruz
 
Kaleminin en verimli zamanında, genç yaşta, 10 Nisan 1997 tarihinde 41 yaşındayken vefat eden usta öykücü, yazar Ramazan Dikmen’i vefatının yıldönümünde rahmetle ve özlemle anıyoruz.

Ramazan Dikmen; 5 Şubat 1956'da Balıkesir'in Dursunbey ilçesine bağlı Karyağmaz köyünde doğdu. İlköğrenimini Karyağmaz'da, hafızlık eğitimini Dursunbey'de, ortaöğrenimini İstanbul İmam Hatip Okulu'nda yaptı. 1977'de girdiği Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden 1981 yılında mezun oldu. 1983'te Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu'nda Müfettiş Yardımcısı olarak işe başladı. 1988'de Fransızca mütercimi olarak Devlet Planlama Teşkilatı'na girdi. Eğitim-araştırma göreviyle bir süre Brüksel'de bulundu (1989-1990).
1995 Temmuz'unda sağlığı bozulan Ramazan Dikmen, 1996 Mart'ında teşhis edilebilen karaciğer kanserinden kurtulamayarak 10 Nisan 1997 tarihinde Ankara'da vefat etti.
 İlk hikâyesi 1974 yılında Akşam gazetesinde çıktı. Diğer hikaye, deneme, değini ve eleştirileri Aylık Dergi, Mavera, Yönelişler ve bir grup arkadaşıyla birlikte çıkardığı Kayıtlar (1990-1995) dergilerinde yayımlandı.
İlk hikâye kitabı 1996 yılında Kıyıya Vuranlar İz Yayınları'ndan çıktı. Afife Ablanın İncileri adlı ikinci hikâye kitabı ise Hece Dergisi Yayınlarınca kitaplaştırıldı.
 
Ramazan Dikmen
Kabri Başında Anıldı
 
Ramazan Dikmen vefatının 19. yıldönümünde yakınları, şair, yazar, dost ve arkadaşları tarafından kabri başında anıldı.
 
Ramazan Dikmen’in hem köylüsü hem de yakın arkadaşlarından olan şair, yazar Ali Sali, facebook hesabından yaptığı paylaşımda: “Bugün merhum ve mağfur Ramazan Dikmen’i kabri başında yadettik. Resimler İhsan Solmaz abimizin objektifinden. 19 yıl geçmiş aradan. 19 yıldır güvenli bir limandan uzaktayım. Her ölüm zamansız ve beklenmediktir geride kalanlar için. Fakat giden için tam da zamanındadır her şey. Rabbim kabir rahatlığı versin. Mekânını cennet eylesin” diye yazdı..
 
_____________
 
Ramazan Dikmen’in vefatından 3 yıl sonra yakın arkadaşlarından yazar Yusuf Ziya Cömert’in yazdığı 11 Nisan 2000 tarihinde Yeni Şafak gazetesinin Kültür sayfasında yayınlanan Dünyanın En Güzel Ankarası başlıklı Ramazan Dikmen’le ilgili yazı:
 
YUSUF ZİYA CÖMERT 
Dünyanın En Güzel Ankarası
 
Biz Ramazan Dikmen'i hâlâ konuşuyoruz. Biz İstanbul'daymışız da, Ramazan Ankara'daymış gibi konuşuyoruz. Konuştukça özlüyoruz.
 
Biz, Ramazan'la dosttuk. Konuşmadan, görmeden birbirimizi anlardık. Ramazan, Mustafa, Üzeyir, Ahmet, Cemal, Ömer, Fuat, Recep Abi ve adlarını bir bir sayamayacağım başka güzel dostlarla birlikte kurduğumuz bambaşka bir Ankara'da yaşıyorduk. 'Bizim tarihimiz'in en muhteşem devriydi o yıllar.
 
Ne yazık ki, zaman durmadı Ankara'nın o altın yıllarında… Hayat, herbirimizi ayrı bir meşgalenin ardına düşürdü. Bugün, çok seyrek de olsa bizi buluşturan Allah'a şükretmekten başka bir şey gelmiyor elimizden.
 
Dostluk ve sanat
 
Biz Ramazan'la dosttuk. Ramazan Dikmen'in hikâyeciliği, yazarlığı ya da dilciliği, benim için, Ramazan'la olan dostluğumuzdan sonra gelen şeylerdi. Sonra gelen, ama çok önemli olan…
 
Ramazan, sanatçıydı. Yazdığı her kelimenin, kullandığı ve kullanmadığı her noktalama işaretinin hesabını verebilecek kadar titiz ve hassastı, Ramazan'ın 'dil' terazisi.
 
Bunu, salt Ramazan'ın Kayıtlar Dergisi'ne gönderdiği hikâye veya yazılara eklediği imla uyarılarından çıkartmıyorum. Ramazan'ın hikâyelerini, hikâyelerin çalakalem yazılmadığını, her kelimenin, her noktalamanın üzerinde titizlikle düşünüldüğünü dikkate alarak okursanız, o dil terazisinin ne kadar hassas olduğunu siz de görürsünüz.
 
Mümkün olsa da, bu titizlik kendisinde yazarlık, hikâyecilik, şairlik istidadı gören herkese hediye edilebilse…
 
Edebiyat dergilerine baktığım zaman, o dergilerde yayımlanan şiirlerde, hikayelerde, denemelerde eksikliğini gördüğüm başka şeyler de vardı, Ramazan'ın sanatçılığında.
 
Ramazan Dikmen, benim tanıdığım en iyi okuyuculardan biriydi. Okuduğu şeye tam anlamıyla nüfuz ederdi. Çok yoğun bir müfredatı takip eder gibi kitap okurdu. Daha önemlisi, okuduğu kitabı konuşurdu. Bu konuşmalar, bizim de çok işimize yarardı. Ramazan'ın kitapları dillendirmesi benim ve başka arkadaşların birçok kitabı okumasına vesile olmuştur. Ceasare Pavese, Oğuz Atay, Nazlı Eray, Bilge Karasu, Umran Nazif, Dino Buzzati gibi sanatçıları Ramazan'ın penceresinden tanıyıp okudum. Bunlara başkaları da eklenebilir. Ramazan onlardan bahsetmeseydi, bu yazarları okumaz mıydım? Herhalde okurdum. Ama belki daha geç okurdum.
 
(Kulakları çınlasın, Ömer Lekesiz'in kitap okuması da Ramazan'ın okumasına benzer. Oysa ben, kitapların beni 'yormasına' nadiren izin veririm. Son yıllarda sadece İbn Arabi'yi anlamaya çalışırken yoruldum. Kitapları ders çalışır gibi okuyamam. Kitap bana kendisinde olanı vermek istemiyorsa, onu o kitaptan çekip almak için uğraşmayı yüksünürüm.)
 
Ramazan Ankara'daymış gibi
 
Ramazan, güzelliklere ve çirkinliklere karşı çok duyarlıydı. Bir evin, bir çiçeğin, bir kitabın, bir yazının, bir gömleğin, bir ismin, bir şehrin, bir insanın, bir kavramın, bir kelimenin güzelliğini sıradan bir şey olarak görmezdi. Güzellikleri söylemeyi ihmal etmezdi.
 
Güzellikler karşısında ve çirkinlikler karşısında susmayı değil, konuşmayı tercih etmek Ramazan'ın hayatına nasıl mı yansıyordu? İşte iki 'sıradan' örnek: Bir gün, vapurla Üsküdar'a giderken, kalabalığın ortasında, öfkeyle, "Kim dikti bu çirkinlik anıtını?" diye bağırmasını hiç unutmam. Meğer, Park Otel'in inşaatını görmüş. Başka bir gün, dolmuşta giderken, bir genç kızın "Çemenzar'da inecek var" dediğini işitmiş. "Mahallelerimizin ne güzel isimleri var" diyerek nasıl coşkuyla anlatıyordu.
 
Coşku ve öfke… Siyah ve beyaz… Sıcak ve soğuk… Tekdüze, gri ve ılıman (ılımlı mı demeliydim?) hayatlara karşı, Ramazan'ın kısa süren hayatındaki olağanüstü devinim.
 
Biz Ramazan'ı hâlâ konuşuyoruz. Biz İstanbul'daymışız da, Ramazan Ankara'daymış gibi konuşuyoruz. Konuştukça özlüyoruz. Çok özlüyoruz…
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir