Zavallı Şiir yahut Besleme Şair

İLHAMİ ATMACA

İLHAMİ ATMACA
Zavallı Şiir yahut Besleme Şair
 
Salt Şiir merkezli konuşmalar, şiir özelinde sarfedilen sözler bir yere oturmuyor. Ya da artık oturmuyor. “Artık oturmuyor” ifadesini kullanırken. İnsaflı bir konuşmanın başlayacağının işaretini de veriyorum aslında böylece.

“Artık oturmuyor “ diyerek bir suçlu arayışında; suçu şair, şiir ve şiir okuru dışında bir tarafa yıkma çabasının mümkünlüğünü ifade etmeye çalıştım. Yoksa suçlu Şiir hazretleri mi,  Şair mi yoksa şiir okurları mı? Yoksa hepsini birden kuşatan şeyin… Yani hayatın sürekli provoke ediliyor oluşunda, manipüle edilişinde mı yatıyor meselenin özü.

Bu bağlamda şair ve şiir merkezli bir röportaj okudum. Dünyabizim.com’da yayınlanmış bir röportaj.

Cevdet Karal, kötü sorulara iyi cevaplar verme çabası sergilemiş röportajda. Bir şairle şiir konuşmak için, hiç değilse genel olarak şiir; şairle konuşma cesareti verecek kadar da,  o şairin şiiri hakkında malumat sahibi olmanız gerekir.

Kötü niyetle yapılmayan her çabayı iyi kabul etmek zorunda değiliz. Safdilliliği edebiyat bağlamında hoş görmek gerekir mi? Ne çok soru çıkıyor insanın karşısına. Çoğalan soruları engellememiz de, cevap vermemiz de mümkün değil. Sevgili Cevdet Karal, kendisine yöneltilen kötü soruları restore ederek bir “şeye” benzetiyor ve cevabını veriyor.

‘Şiirin muhatapsızlığı’na dikkat çekiyor. Bu önemli. Cevap şiir kendisine düşeni yapıyor ancak muhatapsız kalıyor anlamı taşıyor. Tersinden de düşünülebilir. Muhatap alınacak şiir mi yoktur? Yoksa her iki bakışı da masum çıkaracak hakiki bir yayın ve yayım sorunumu vardır?

Kabul etmek gerekir ki sorunun bir cevabı yok, cevaplar silsilesi var. Meseleye hangi perspektiften baktığınız bütün cevapların eksenini değiştirmeye yeter. Siz isterseniz paradigması deyin.

Ne söylersem söyleyeyim şiirden bahsederken kastettiğim ‘İyi şiir’dir. İyi şiirin şeklini şemalini kim belirleyebilir peki? Şimdi şiirde form ve içerik konusunu açmak değil niyetim. Bunun yeri olmadığı gibi bir önemi de yok. Sadece şiirin değil,  genel olarak sanatın birilerinin alışkanlıklarına ve çapına göreliği önceleyeceğini hiç düşünmem bile. Bu sanatta etik sorunudur. Pragmatizm ve sanat başlığında tartışılabilirse de meselenin bir teraneye dönüşme riski var.

Hayatın kendisi bir teranedir diyorsanız size katılmam mümkün değil. Salt şiiri merkeze alarak konuşmak yanıltır bizi. Genellemeler üzerinden şiiri konuşurken,  mevzuyu filancanın şiiri üzerine kilitlemek de yanıltıcıdır.

Şiiri konuşurken, şiir denen ‘Şey’in ne menem bir şey olduğuna dair bir fikrin en başından olması gerekir. Filancanın şiiri üzerinden şiir hakkında edilecek her beylik laf laf olarak kalacaktır. Şiiri, şiir niteliği yüksek bir şairin şiirini mihenktaşı olarak kullanarak konuşmak da yanlış olur. Filancanın şiiri, falancanın şiirinden iyidir ya da kötüdür derken hakikatte konuşulan şiir midir? Yoksa filanca ve falancanın şiiri midir?  

Türkiye’de sol ve sağ şiir yanında islamcı şiir de konuşuluyor. Yani gelenek ve referansları bakımından her bakımdan farklı ve birbiriyle akraba olmadığı gibi bir birini öteleyen kavrayışlar ve çatışmalar içindeki zihniyetlerin ürünleri ve bu ürünlerin yine kendi taraftarları arasında Kabul gördüğü bir ilişkiler silsilesi.

Böyle bir ortamda hangi şiiri konuşuyor olduğumuz hakikatinin önemi var. Çünkü;  birbirini red düzeyine vardıran, hiçleyen, yoksayan bir ülke edebiyat ortamı var.

Böylesine bir red kültürünün ortasında konuşmak sahiden güç ve çetrefilli. Öte yandan;  Yeni Türk Şiiri dediğimizde hangi dönemi anlamalıyız? Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar olan dönemi mi, yoksa son 10 yılı mı? Yeni Türk Şiiri’nin hangi dönemini anlarsak anlayalım; Eski Türk şiiri denildiğinde anladığımız kadar rafine ve homojen bir yapıyı anlamayacağımız kesin.

Birilerinin zaman zaman, ortada bir fenomen olarak değerlendirebileceğimiz sanatsal bir ayrışma yokken, bir akım varetme ve tanımlama kalkışmalarına da rastlıyoruz. Herkes bir telden çalıyor. Sanat bir insani bir çabaysa normal karşılanmalı bu.  Eğlenceli bile oluyor. Şahsen ben eğlenceli bulmak yanında ciddiye de alıyorum bu türlü kalkışmaları. Takip ediyor ve bekliyorum nereye uzanacak. Samimi bulup bulmadığımı merak ediyorsanız, elbette samimi bulmuyorum.

Bu ülkede samimiyet sadece sanat edebiyat dünyasında değil, neredeyse hayatın bütününde hasret kaldığımız bir duygu.

Yoksa koskoca şairlerin soytarılıklarıyla bu kadar muhatap olabilir miydik.

Hatırlayalım II. Yeni Şiiri, D Grubu gibi kavramların hayatımıza sokuluşu samimi bir oluşumun değil batı öykünmeciliğinin ürünü. Bunları da konuşmak gerekiyor. Belki bir başka yazıda “Ülkemizdeki sanatsal akımların peşine düşerim”  Şimdi şiirin peşine düşelim bakalım nereye ulaşacak bu satırlar.

Şiirin peşine düştüğümüzde şairin peşine düşmüş oluruz bir anlamda. Şairini kıymetli kılan şiir değil midir? Peki kıymetli şiirler yazan şaire olan hayranlığınız ve öfkeniz ve ya nefretiniz onun şiiriyle ilişkinize tesir etmeyecek midir?

Etmiyorsa o şairin şiiri şairini bile aşmış bir şiir sayılmaz mı? İnkar edilemeyecek kadar iyi olan şiirin başarısıdır bu. Ve özneldir.

Söz gelişi; homoseksüel bir erkek şairin aşk şiirini sevgilinizin gözlerine bakarak okuyabiliyor oluşunuz homofobik olmadığınızı kanıtladığı kadar, söz konusu şiirin başarısını da kanıtlamaz mı?

Neler söylüyorum… Ben şahsen Sezai Karakoç’un Monna Rosa’sını tercih ederim.  Şaka bir yana, şiir ve şiirle ilişki üzerine konuşurken hayat nasıl akıyor ona da bakmak ve hesaba katmak gerekir.

Genç yazar Kadir Sarıkaya bir aforizmasında “Bir kadını kendinize aşık edemezsiniz, o istediği kişiye aşık olur.” Diyor. Bir kadına aşık olmak istediği kişinin özelliklerini sorsak  “şiir yazıyor oluşu” veya “şiir okuyor” oluşunu büyük ihtimalle aradığı özelliklerden birisi olarak saymazdı.

Başat kültürün bir zaferlerinden bir zafer sayılabilir bu.

Başat kültür hayatımızdan bir çok şeyi  ötelerken, şiire yöneliş kaynaklarımızla ilişkilerimizi de zayıflatmıştır. Yazının başında, şiir merkezli konuşmalar ve şiir özelinde sarfedilen sözler bir yere “Artık oturmuyor” diyerek şiir niteliğini sorgularken, şiiri de kuşatan hayatın niteliğini sorgulamaya bir atıftı. Hayatın niteliğini sorgulamak bir hayat sahibi olan şairi de sorgulamayı gerektirir. 

İyi şiirin yokluğundan yahut azlığından bir şikayet varsa şairin şairin nereden ve nasıl beslendiğine besleme bir şair (*)  olup olmadığına da bakmak gerekir.  

Bu bakış, şiir diye var olan ve şiir diye okunan metinlerin şiir olmadığı hakikatine şair geçinenlerin foyasını çıkararak götürür bizi.

Zavallı şiir…

Her iki anlamda. Yani kötü şair ve kötü şiirlerinin (Bu ifade sakil duruyor, şiirse nasıl kötü olabilir, şairse nasıl kötü şair olabilir ki. Ancak şiir niteliği zayıf şiiri ve şairini böyle tanımlamak durumundayım) zavallılık halleri…

 Öte yandan niteliğine rağmen hakettiği itibara ulaşılması güç, bir yeraltı ırmağı gibi akan muhataplarına ulaşamayan zavallı gerçek şiir.

Şiir yok, şiir bitti diyenler çoğunluktaysa bir tuhaflık var. Yani çoğunluk iyi şiiri tanıyor oluşlarından bunu söylüyorlarsa iyi şiir olmalı mutlaka.

Yoksa bu işte bir iş var.

Hem de bu ülkenin her alanındaki işlerde bir iş olduğu gibi.

_________________________________________________________

Besleme şair:  Nitelikli bir şiire sahip olmadıkları halde, birilerinin tavassutu sonucunda ilgiye mazhar olmuş, şair olarak bir varlık gösteremedikleri halde, tavassut eden isimlerin itibarı yüzüsuyu hürmetine şuaradan sayılır olmuş kifayetsiz şuaradır. Onlara edilecek laf, sahiplerine gönderme olur ki, her kimesne buna pek cesaret edemez.

Bu fakir zaman zaman bu kifayetsiz şuara’dan ismiyle bahseder.  Kim bilir belki bir sonraki yazının başlığı “Besleme şairler”  olur.

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir