Warning: Attempt to read property "post_excerpt" on null in /home/asanatlar.com/public_html/wp-content/themes/sahifa/framework/parts/post-head.php on line 73

İstanbul’un Ressamı Hoca Ali Rıza Bey

İstanbul'un Ressamı
Hoca Ali Rıza Bey
İstanbul’da Anıldı
 
Türk resim sanatının en özel ve üretken ressamlarından Hoca Ali Rıza Bey vefatının 88. yılında İstanbul’da anıldı.
 
Üsküdar'da doğan ve 20 Mart 1930'da vefat eden ressam için önce Karacaahmet'teki mezarı başında Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından tören düzenlendi. Mezarlık ziyaretinin ardından da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kültür Merkezi'nde geniş katılımlı bir panel gerçekleştirildi.
 
Programda, TOKİ öncülüğünde 2 cilt halinde hazırlanan ve Hoca Ali Rıza'nın bini aşkın eseri ve onun hakkında yazılmış yazıların yer aldığı kitabın tanıtımı yapıldı. Sultan 2. Abdülhamid tarafından "Nişan-ı Mecidi" ile ödüllendirilen ve 5 bine yakın eseri bulunan sanatçının resimlerinin bulunduğu bir sergi de etkinlik kapsamında izlenime sunuldu.
 
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kültür Merkezi'ndeki panelde, Hoca Ali Rıza Bey hakkında TOKİ tarafından okuyucuyla buluşturulan kitabı hazırlayan Ömer Faruk Şerifoğlu, Prof. Dr. İsmail Kara ve Hoca Ali Rıza'nın torunu Ahmet Cem Ener konuştu.
 
Etkinliğin açılış konuşmasını yapan TOKİ Başkanı Ergün Turan, Hoca Ali Rıza Bey'in, İstanbul'a dair en özgün eserlerin sahibi olduğunu söyledi.
 
Turan, TOKİ'nin kültür sanat dünyasına eserler kazandırdığını belirterek, "Hoca Ali Rıza Bey, ülkemizin gurur duyduğu ve her zaman duyacağı, gelecek nesillerimize de örnek gösterebileceğimiz en önemli ressamlardan biridir. Yaptığı eserler olağanüstü bir yetenek ve ustalık göstermektedir. Onun eserlerinde mevsimler, iklimler, hatta günler ve saatler vardır. Özellikle İstanbul’un mahallelerini, ahşap evlerini, semt yaşantılarını, sokaklarını, kahvehanelerini, orman ve deniz kıyılarını olağanüstü bir canlılıkla yaşatması beni derinden etkilemiştir." diye konuştu.
 
Resimlerdeki statik dinamizm
 
Hoca Ali Rıza Bey'nin doğal ve tarihi güzellikleri resmederek onlara birer belge niteliği kazandırdığını aktaran Turan, şunları kaydetti:
 
"Hepimizin, tüm İstanbulluların ve İstanbul'u sevenlerin bu ve benzeri sanatçılarımıza karşı vazifeleri olduğunu düşünüyorum. Bu iki ciltlik külliyat, Ali Rıza Bey'den geriye kalan eşsiz mirastan bini aşkın eserle vücut bulmuş durumdadır.
Bildiğiniz gibi Hoca Ali Rıza Bey'in ardında bıraktığı kroki, desen ve renkli çalışmaları dahil beş binin üzerinde eseri vardır. Vefatının 88. yılında gerçekleşmesine vesile olduğumuz bu eserlerin bir kısmı ile onu rahmetle yad etmenin yanı sıra, mekan ve medeniyet mefhumları arasındaki kusursuz ilişkinin hafızamızda tazelenmesine de vesile olacağına inanıyorum."
 
Hoca Ali Rıza Bey'in torunu Ahmet Cem Ener de konuşmasında, hazırlanan kitabın, bugüne kadar yapılanlara göre her açıdan üstün bir eser olduğunu dile getirdi.
 
Ener, daha önce görmediği birçok resmin etkinlikteki sergide yer aldığına işaret ederek, "Yabancı ressamlara baktığınızda detayları belirtmek için birçok şey kullanırlar. Dedemin resimlerinde detayı uzaktan baktığınızda görürsünüz.
Fazla fırça ya da kalem darbesi kullanmaz. Dedemin resimlerini yarım gün izleyip o resmin içinde olduğumu hayal ettiğim çok oldu." dedi.
 
Dedesinin resimlerinde statik bir dinamizm olduğunu vurgulayan Ener, şöyle devam etti:
 
"Eserlerinin, pembe evler, yelkenli, bulutlar, fıstık ağaçları ve çınar ağaçları bazı vazgeçilmez karakterleri var. Onun resimlerdeki gölgelerinde renk vardır. Resmi tasarlarken, insanı oturtuyor ve etrafını dolduruyor. Çünkü dedem için insan ilişkileri her şeyden önemli. Dedemin resimlerinin perspektifinde hiç kusur yoktur. Eğri büğrü çizdiği evler, gerçekten eğri büğrü olduğu içindir. Dedem, gördüğü şeyleri bir fotoğraf makinesinden daha hassas bir şekilde resmeder. Çünkü objektif görüntüyü deforme eder, dedemin resimlerinde ise öyle bir şey yok."
 
Ener, Hoca Ali Rıza Bey'in açık havada çalışmayı sevdiğine dikkati çekerek, "Dedem ikram etmesini seven bir insan. Resimlerinde de görürsünüz, insan odaklı yaşar. Dedem her şeyden önce iyi bir Müslüman ve Türk bir insandı. Muhteşem bir ele sahip, sevecenlik abidesiydi." değerlendirmesinde bulundu.
 
"Batılı sanatçılar Hoca Ali Rıza Bey'den etkilendi"
 
Kitabı hazırlayan Ömer Faruk Şerifoğlu da Hoca Ali Rıza Bey'in Türk sanat tarihinde uzun zaman hor görülmüş bir ressam olduğunu anlattı.
 
Sanatçı hakkında en geniş kaynağın Süheyl Ünver'de olduğunun altını çizen Şerifoğlu, Hoca Ali Rıza'nın Batı'dan etkilenmesi gerektiği kadar etkilendiğini ama asıl Batılı sanatçıların kendisinden fazlaca etkilendiğini belirtti.
 
Şerifoğlu, yazılı sanat tarihinin birçok konuda yetersiz kaldığı yorumunu yaparak, Hoca Ali Rıza Bey hakkında bilinmeyen şeylere hazırladıkları kitapta yer verildiğini aktardı.
 
Prof. Dr. İsmail Kara ise Hoca Ali Rıza hakkında hazırlanmış en kapsamlı ve en kaliteli kitabın yapıldığını belirterek, şöyle konuştu.
 
"Büyük sanatkârlar, kendi dönemini, muhtemelen geleceği de görerek yorumlar. Hoca Ali Rıza ve ekolü aslında büyük yorumcular olarak mütalaa edilebilir. Büyük sanatkarların büyük kısmı çağlayanlara benzetilebilir, bunlar haykırırlar. Bir kısmı ise durgun sulara benzer. Bu durgun suların haykırışlarını hissetmek daha zordur, daha ince duyuşlara ihtiyaç gösterir. Hoca Ali Rıza ve Süheyl Ünver, engin durgun sulara benzeyen büyük yorumcular gibi geliyor bana. Yaşadığımız dünyada ise engin sulardan çok çağlayanlar dikkat çekiyor. İnşallah memleketimizin bu büyük değerleri, sanatkarları ve yorumcuları bu kitaplar vesilesiyle biraz daha Türk insanının derinleşmesine vesile olur."
 
Hoca Ali Rıza Bey; (1858 – 1930), birçok kaynakta farklı yazsa da öğrencisi Süheyl Ünver’e kalan notlarında 1858 yılında Üsküdar’ın Ahmediye Mahallesi’nde doğduğunu yazmaktadır. Aile büyüklerinin genellikle asker ve bürokrat olmasının yanında çeşitli sanat dallarıyla uğraşmaları, Hoca Ali Rıza’nın da resim sanatını keşfetmesinde önemli rol oynar. Çocukluğunda okul kitaplarına yaptığı resimleri hiçbir zaman atmayarak ömür boyu bu çocukluk hatıralarını saklar.
 
1878’te girdiği Mekteb-i Harbiye’de (Kuleli Askeri Lisesi) Osman Nuri Paşa, Süleyman Seyit Bey gibi hocalardan ders alan ve Fausto Zonaro’yla yakın dostluğu bulunan sanatçının, İtalya’ya resim öğrenimi için gönderilmesine karar verilir. Ancak, Napoli’deki kolera salgını nedeniyle gidemez. Hoca, hiçbir zaman yurt dışına çıkamamış olmasına rağmen çağının çok ötesindedir.
 
1911’de sağlık durumu nedeniyle Harbiye’den emekliğe ayrılır. Bazı okullarda resim öğretmenliği yaparak geçimini sağlamaya çalışır. 47 yıllık eğitimcilik hayatı boyunca yetiştirdiği öğrencileri arasında Süheyl Ünver, Pertev Boratav, Sami Yetik, Üsküdarlı Cevat, Dr. Hikmet Hamdi, Osman Asaf, Celal Esat Arseven, Ali Rıza Beyazıt, Sermet Muhtar Alus gibi önemli isimler var. Hoca Ali Rıza, ekonomik sıkıntılar içinde Üsküdar’da kira evlerde yaşar, ama yaptığı resimleri hiçbir zaman satmayan ve satmaya da utanan bir yapıya sahiptir, sadece sevdiklerine resimlerini hediye eder.
 
“Bu fani dünyadan bir gün göçüp gideceğim. Ama yeniden dünyaya gelmek olanağım olsa, Allah’tan yine ressam olmayı dilerim.” diyecek kadar resme bağlıdır. Sabah günışığının ortaya çıkması ile Üsküdar’daki evinden eşeğine biner, adım adım Üsküdar’ı gezer ve resmederdi. Bu nedenle bir diğer adı da Üsküdarlı Ressam Hoca Ali Rıza’dır. Doğup büyüdüğü Üsküdar, Kız Kulesi, Karacaahmet Mezarlığı, dar sokakları, ahşap evleri, koru ve mahalleleriyle peyzajlarının konusu. Bu nedenle Gebze, Acıbadem, Beykoz, Boğaziçi, Çamlıca ressamın yaşantısında önemli yer tutan çevreler. Çok sevdiği fıstık ve çınar ağaçları, resimlerinde bolca göreceğimiz unsurlar arasında.
 
Sigara kağıtlarının arkasını kullanacak derecede en ufak bir kağıdı dahi resim çizerek değerlendiren bu resim tutkunu, gördüklerini kaydettiği elliye yakın cep defteri ve tuttuğu notlarla aynı zamanda dönemin kaybolan kültürel değerlerini ve gündelik yaşamı günümüze aktaran bir belgeleme ressamı.
 
Hoca Ali Rıza, ayrıntılara gösterdiği özen ve renk bilgisi ile ilk Türk manzara ressamıdır. Hacim yaratmak için ışık gölgeden yararlanması onun en önemli özelliğidir. Karakalem, suluboya, yağlıboya gibi birçok tarzda yaklaşık beş bin İstanbul peyzajı betimlemiştir. Yağlıboya ve suluboyayı da yetkin bir şekilde kullansa da Hoca Ali Rıza’nın asıl ustalığı karakalemdir. Eserlerinde desen çok kuvvetlidir, renk ikinci derecede göze çarpar. Bunu, karakalem çalışmalarında daha iyi anlayabiliriz.
 
Daha ziyade manzara ressamı olmakla birlikte, insan figürlerini ve objeleri resmetmiştir. Figür resimleri, az bulunmaları nedeni ile daha değerlidirler. Manzaralarında da figürü kullanmış, fakat daha çok boyut belirleyici olarak kalmıştır bu figürler. Hoca Ali Rıza’nın natürmortlarında, dalından henüz koparılmış taze bir elma, bir çilek tabağı, bir salkım üzüm ya da mutfağın köşesindeki tencere, kuruyemiş ve benzeri öğeler sıkça görülmektedir.
 
Sanatçı, dönemin kahvehanelerini ve buralardaki eşyaları resmederek, kahvehane kültürünü geçmişten bugüne taşıyan sayılı kişilerden biri. Muallim Naci, Musahipzade Celal, Mehmet Akif gibi dönemin önemli simalarını buluşturan ve bir nevi sanatkarlar kulübü olan Çiçekçi Kahvehanesi de Hoca’nın hem sohbetlerine iştirak ettiği hem de resmettiği mekanlar arasında yer alıyor. Resimlerinde bugün antikacılarda bulunan birçok objeyi de resmetmiş, kahve fincanları, tabaklar, zarflar, nargileler, cezveler, kahve ve şeker kutuları…
 
Çağdaşlarından Fransız ressamlar Corot ve Courbet’ye benzetilen Hoca Ali Rıza’nın resimlerinde pembeler, yeşiller ve maviler ön plana çıkmaktadır. Çizdiği binlerce desenle eriştiği ustalık ve renk bilgisi sayesinde kendi ekolünü oluşturur. Belgeci manzaralarının yanında hayali manzaraları da bulunan Hoca Ali Rıza, bu tür çalışmalarına fikirden diye not düşmeyi unutmaz. Doğadan canlı olarak yaptığı resimlere tabiattan yazısı ile nerede olduğu belirtilmiştir.
 
Ön planda yer alan köşk ve taş duvarlarla çevrili bahçesi, tablonun sağ bölümünü kaplıyor. Neo klasik mimari yapı, yanındaki fıstık çamı ve bahçedeki ulu ağaç dikey duruşları ile kompozisyonun yatay gidişini dengeleyen elemanlardır. Bahçe duvarının diyagonal uzanımı ile onu karşılayan taşlar ve çalılar bakışımızı sakin maviliğe ve karşı kıyıya çekmektedir. Köşkün bahçesindeki çiçekler, ağaçlar, taş duvarlar ve irili ufaklı kayalardaki incelikli işçilik zengin dokusal değerler oluşturuyor. Karşı kıyıya doğru yol almakta olan yelkenli, vapur ve kayık hem deniz üzerindeki yaşamın belirtileridir hem de orta plan ile arka plan arasındaki bağlantıyı oluştururlar. Bu manzara, izleyene son derece gerçekçi görünür, çünkü sanatçı doğadan aldığı notları bir araya getirmiştir.
 
Dindar yaradılışta olan Hoca Ali Rıza’nın, ressamlığı dışında da çok yönlü bir kişilik. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin üç yıllık başkanı, Eski Silahlar Müzesi’nde kıyafet albümü hazırlayıcısıdır. Tasarım çalışmalarıyla da ilgilenmiştir. Askeri elbise modelleri, porselen tasarımları, tezhip motifleri, hat yazısıyla bazı terkipler, arma, mobilya tasarımı yapmıştır.
 
Öğrencileri ve arkadaşları tarafından çok sevildiği için Hoca lakabıyla birlikte anılan Hoca Ali Rıza resim konusundaki görüşlerini şöyle özetler: “Medeni milletlerce büyük önem verilen resim sanatı, birçok faydalar sağlaması bakımından, hayal etme gücünün ortaya konmasına ve bütün insan topluluklarının okuyup anlayabilmesine vasıta olan apaçık bir dil, bir nevi yazı gibidir.”
 
Eserlerine zarar vermesinler diye fareleri besleyen ressam için hayat, üretmek ve zamanı değerlendirmek üzerine kurulu idi. Buna örnek de, dostları arasında anlatılarak bugüne ulaşan anılarından birinde, ziyaretlerde boş ve çok konuşan komşu ve akrabalarına oldukça büyük lokumlar ikram etmesi.
 
Hoca Ali Rıza’nın üç kızı ve bir oğlu olur. 1929’da kızı Kadriye Hanım, Mısır’da eski kocasıyla ilgili bir davasının halledilmesine yardımcı olunmasını istemek için Atatürk’e bir mektup yazar, daha sonra randevu verilir. Ancak, görüşme gerçekleşmez. Kardeşine yazdığı bir mektuptaki bazı ifadelerden, başka nedenlerden şüphelenilip suikast planladıkları düşünülür. Hoca Ali Rıza, kızı ve akrabaları tutuklanır, ama sonra beraat ederler. Hoca bu olaya çok üzülür, sonrasında kalp krizi geçirerek 30 Mart 1930’da yaşama veda etmiştir.
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir