Dilaver Cebeci Vefat Yıldönümünde Anılıyor

Dilaver Cebeci Vefat Yıldönümünde AnılıyorŞair ve Yazar
Dilaver Cebeci
Vefat Yıldönümünde
Anılıyor
 
Ünlü “Sitare” şiiri ve bestelenen “Türkiye’m” şiiri ile tanınan şair ve yazar Dilaver Cebeci vefat yıldönümünde anılıyor
 
Şair ve yazar Dilaver Cebeci 29 Mayıs 2008’de geçirdiği kalp krizi neticesinde İstanbul’da vefat etmişti
 
Dilaver Cebeci Vefat Yıldönümünde AnılıyorDilaver Cebeci; 15 Temmuz 1943’te Gümüşhane’nin Kelkit ilçesine bağlı Dayısı köyünde doğdu. Babası çiftçi olan Zihni Çavuş, annesi Nazlı Hanım’dır. Babası 1946 yılında öldükten bir müddet sonra, annesi Dilaver Cebeci’nin amcaları ile birlikte Kırıkkale’ye göç etti. Çocukluk dönemi bu beldede geçen Cebeci, annesine son derece düşkün bir mizaca sahipti.
 
İlkokula Tınaz İlkokulunda başlayıp Atatürk İlkokulunda bitirdi. 1956 yılında Merzifon 1. Astsubay Hazırlama Ortaokulunda başlasa da bir müddet sonra Mersin 3. Astsubay Hazırlama Ortaokuluna kayıt yaptırdı. Son sınıftayken askerî öğrencilikten ayrılan Cebeci, ortaokulu Kırıkkale’de bitirip Liseye de Kırıkkale’de başlamasına rağmen Erzincan Lisesi’nden 1966 yılında mezun oldu. Dilaver Cebeci Vefat Yıldönümünde AnılıyorLisans eğitimine kadarki eğitim – öğretim hayatı son derece çalkantılı geçti. 1966’da kayıt yaptırdığı Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden 1970 yılında mezun oldu
 
1970 yılında Ayla Hanım ile evlendi. Üniversiteden mezun olduktan sonra Aydın İmam Hatip Lisesi’ne atandı. 1972’de askerlik vazifesini de yine Aydın’da yaptığı dönemde öğretmenliğe devam etti. 1972 yılında kızı Nazlı Azapay ve 1974 yılında da oğlu Çağrı Fatih, Aydın’da dünyaya geldi.
 
1976’da Aydın Halk Eğitim Başkanı görevindeyken İstanbul Ortaköy eğitim Enstitüsü’ne tayini çıktı. 1978’de Diyanet İşleri Başkanlığı kurumuna geçerek, “Neşriyat Uzmanı” olarak çalışma hayatına devam etti. 1980 yılında yeniden Milli Eğitim Bakanlığı’na dönen Cebeci, Üsküdar Kız Lisesi’nde çalışmaya başladı. 19.02.1986'da İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk İktisat Tarihi Anabilim Dalı’nda “Osmanlı Devleti’nde İhtisab Ağalığı” konulu tezi ile Yüksek Lisansını tamamladı. 1989 yılında da yine İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı Sosyal Yapı – Sosyal Değişme Bilim Dalı’nda Prof. Dr. Enis Öksüz’ün danışmanlığında “Sosyolojik Açıdan Tanzimat İstanbul’unda Türk Aile Hayatı Üzerine Bir Değerlendirme” başlık tezi ile de Doktorasını tamamladı. 1993 yılından itibaren Marmara Üniversitesi Türk Dili Okutmanı olarak görev yapmaya başladı. Bir süre sonra Anadolu Hisarı Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Sporda Psiko – Sosyal Alanlar Anabilim Dalı’na Yardımcı Doçent olarak atandı. 2003 yılından itibaren Maramara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı.
 
Türkiye Yazarlar Birliği, Türk Edebiyatı Vakfı, İLESAM, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Aydınlar Ocağı üyesiydi.
 
2000 yılında geçirdiği beyin kanaması sonucunda kafatası ciddi boyutlarda zarar gördü ve temel beyin fonksiyonları işlevini yitirdi. Kısmî hafıza kaybı yaşadı. Geçirdiği kalp krizi neticesinde 29 Mayıs 2008’de İstanbul’da vefat etti.
 
İlk şiir kitabı olan Hun Aşkı 1973 yılında yayımlandı. İkinci şiir kitabı Şafağa Çekilenler, üçüncü şiir kitabı Ve Sığınırım İçime 1992 yılında yayımlandı. Ünlü Sitare adlı şiirinin isim verdiği bir diğer şiir kitabını 1997 yılında yayımlandı. 2000 yılında çıkan Asra Yemin Olsun ki adlı şiir kitabı son şiir kitabıdır.
 
10’a yakın şiiri farklı ses sanatçıları tarafından bestelenen Cebeci’nin bu şiirleri arasında bestesi en çok tanınan Türkiye’m şiiridir. Bu şiir ses sanatçısı Mustafa Yıldızdoğan tarafından bestelenerek herkesin belleğinde yer edinen unutulmaz bir eser boyutuna taşınmıştır. Bu şiirini lise çağlarında yazdı.
 
Şiir ve yazılarını Defne, Hergün, Yeni Düşünce, Millet, Töre, Devlet, Türk Edebiyatı, Türk Yurdu, Bozkurt, Yeni Türkiye, Ay Yıldız, Yeni Düşünce, Su, Türkiye, Ortadoğu, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Dergisi, Orkun, Kırağı, Kültür Dünyası gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı.
 
Devlet dergisinde ve sonrasında Türkiye gazetesinde yayımlanan “Seyyâh-ı Fakir Evliya Çelebi” müstear ismiyle kaleme aldığı yazı dizisinde mizahî üslubun özgün örneklerini görmek mümkündür. Evliya Çelebi ile ilgili farklı görüşlere de sahip olan Cebeci, bu yazılarında 20. Yüzyıldaki sosyal yaşamı 17. Yüzyıl Türkçesi ile hicvetti. Bu yazılarını Devrannâme ve Seyrannâme adlı eserlerinde topladı. Mavi Türkü isimli kitabındaki mensurelerin çoğu Bozkurt dergisinde yayımlandı. Müstakil bir hikâye kitabı olmasa da farklı süreli yayınlarda hikâyeler yayımlandı. Ayrıca piyes türünde yazılmış olan Büyü isimli bir eseri vardır. Lisede okutulan Din bilgisi ders kitapları da olan Cebeci’nin, araştırma, inceleme ve deneme kitapları da vardır. Kazan şehrini ziyaret eden Cebeci, bu seyahatteki izlenimlerini de Ben Kazanga Baramen adlı gezi türündeki eserinde yazdı.
 
Geçirdiği ağır beyin ameliyatları sonrasında bir müddet sadece biyolojik ihtiyaçlarını giderebilen Cebeci, kendini nispeten daha iyi hissettiği dönemde daha önce kaleme aldığı notlarını eşi Ayla Hanım ve oğlu Çağrı Fatih Bey’in destekleri ile yayınladı.
 
Bir DİLAVER CEBECİ Şiiri
 
DİLAVER CEBECİ
Sitare
 
“Çeşmek Be-zen Sitare
Ezmen Mekon Kenâre”
 
Nerden çıktın karşıma böyle Sitare
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde
Kirpiklerin yüreğime batıyor
Telaşlı bir kalabalığın ortasında
Ayaküstü konuşuyoruz
Nedimin nigehban nergisleri gibi
Üstümüzde bütün nazarlar
Çok utanıyorum Sitare
Dün oturup hesap ettim
Sen doğduğun zaman
Ben bir askeri mektepte talebeymişim
Sen bilmezsin Sitare
Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih
Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı
Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
Bir derin uykuya atardım kendimi
Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
Bende onu alır anamın düşlerine kaçardım
 
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
 
Seninle konuşurken Sitare
Aklıma yıldızlar dökülüyor
Bir çaresiz Zühre oluyorsun Babil caddelerinde
Ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan
Binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında
Gökyüzü salkım salkım
Zigguratlar tıklım tıklım
Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım
Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
Kimi gün inatçı yosunlar gibi kepez diplerine yapışan aklım
Gözlerine baktığım zaman Sitare
Bütün çöllere ay doğuyor
Yoldaş ediyorum kendime İmrül Kays’ı Antere’yi A’şa’yı
En kuytu vahaları dolaşıyorum
Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitare
Çadırla su arasında bir cılga var
O cılgada narin ayak izlerin var
Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var
 
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
 
Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun
Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun
Biliyorum içinde bir sızı var
Bıçak ağzı gibi bir sızı var
Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan
Züheyr’in Suad’ı gibi keremsiz kılan
Kuzeyden güneye
Güneyden kuzeye
Heyy! Gidip geliyorum bu çöllerde
Kureyş’in heybetli ve inatçı develeri
Hiç aldırmadan benim esmer sevdama
Geviş getiriyorlar ufka bakarak
Ben kaçıp Yesrib’e sığınıyorum
Yesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum
Dağda, ovada, badiyede okuduğum hep elif
Elif diyorum Sitare, sineme elif çekiyorum
“Ah minel aşk-ı ve halatihi..”
Çok eski bir gerçektir bu biliyorum
 
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
 
Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz
Ve ikimizde ıslanıyoruz
Ben ne yağmurlar gördüm Sitare
Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım
Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır
O şehirde sırılsıklam gezerdim
Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
Tapınaklar insanları safra gibi atardı
Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni
Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim
Kara bulutlar kükrerken bir Kaşkar sabahında
Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk
Bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun
Gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun
Kaşı karam, gözü karam, saçı karam
Umay gibi yumuşak huylum
Nerden çıktın karşıma böyle
Sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime
Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare
Adam akıllı yorulmuşum
Ellerin böyle olmamalıydı
Ellerine acıyorum
Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum
Durup durup ıssız yerlerde
“Güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
Daha çok işimiz var” diyorum
 
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir