İbrahim Olmak ve Bitirebilmek

MAHMUT GÜRBÜZ
İbrahim Olmak ve Bitirebilmek
 
"Herkes gönlünce bir yol arıyor kendine.
Ama bir gün, bir ses haykıracak göklerden:
“Herkesin yolu kendine varır, arama başka yerde.” Hayyam
 
Tanrı, bazı insanlara verili olanla yetinmeme, verili olana dokunma, kurcalama ve dünyanın arka bahçesini merak etme eğilimi verdi. Bu, bir fazlalıktan mı, yoksa bir eksiklikten mi kaynaklanıyor bilemiyorum; ama, insana verilmiş en nadide istidatlardan biri olduğunu görüyorum. Fakat bu merak, tek başına yetmez. Onun sağlıklı biçimde açığa çıkabilmesi için insanın kendine, dolayısıyla varlığa doğru sorgulayıcı bir yolculuğa çıkması gerekir. Bu yolculuk, yalnızca zihinsel bir çaba değil; güçlü bir yetenek, sarsılmaz bir irade ve dayanıklılık ister.
 
İbrahim olmak, büyük bir cesaret gerektirir. Ancak mesele burada bitmez. Asıl mesele, o yolculuğu İbrahim olarak bitirebilmektir. Nice yolcu, bu ontolojik seferin yarısında nefessiz kalmıştır. Kiminin soluğu yetmemiş ve yaşam bizden almıştır onları, onlar bu yolculuğun fedai şehitleridir. Soluğu yetenlerin birçoğu, yolun sonunda absürtlüğün karanlık yüzüne tutulmuş; kötümserlikten yapılma bir iksiri içmekten kurtulamamıştır. Fakat az sayıda insan, aynı absürtlüğün içinde zarif bir uyumun da bulunduğunu görmeyi başarmış, oradan ebedi ve ezeli huzurun iksirini tatmıştır.
 
Ben bu nadir yolculara mistik varoluşçular diyorum. Mistik varoluşçu, yalnızca aklın sınırlarını zorlamakla yetinmez; o sınırların ötesinde, anlamın ve huzurun kaynağını arar. Varoluşun trajik, hatta absürt yanlarını inkâr etmeden, bu gerçekliğin içine ruhani bir derinlik yerleştirir. Onların ortak noktası hem varoluşun felsefi çıplaklığına hem de mistik teslimiyetin derin sularına aynı anda temas edebilmeleridir.
 
Spinoza, bu yolculuğun dingin bilgesidir. Tanrı’yı ve doğayı özdeş kılan görüşünde, insanın özgürlüğünü aklın serin sularında bulur. Onun dinginliği, fırtınaları susturmaz; onları anlamlandırır.
Nietzsche, aynı yolculuğu ateşten bir kılıçla yürür. Onun zirvesi, tehlikelerle çevrilidir; orada nefes almak bile cesaret ister.
Kierkegaard ise yolculuğun son durağında, aklın sınırında durur; oradan imana sıçrar. O, uçuruma bakarken gözlerini kaçırmaz; tam tersine, atlar ve Tanrı’ya düşer.
 
Yolculuğu yarıda bırakanlar ise farklı bir ruh hâline sahiptir. Onlar, başta içlerindeki ateşle yola çıkar; fakat yol uzadıkça ateş, yerini külün ağır dinginliğine bırakır. Yaşam meşgaleleri, sorumlulukları, korku, belirsizlik ve yalnızlık duygusu, ilerleme iradesini kemirir. Bazen de toplumsal konfor, dağın yamaçlarındaki güvenli kamp alanlarıyla onları baştan çıkarır. Böylece ne aşağı inebilirler ne yukarı çıkabilirler; yarım kalmış bir hikâyenin sessiz tanıkları olurlar. Bu yarım kalmışlık, zamanla bir alışkanlığa dönüşür…
 
İbrahim olma cesaretini gösteremeyenler ne Spinoza’nın dinginliğine ne Nietzsche’nin sert nihilizmine ne de Kierkegaard’ın iman sıçramasına dokunabildiler. Onlar ne derin uçurumlara indi ne de yüksek zirvelere çıktı. Hep yamaçlarda kaldılar; yamaçların konforlu ama kısır manzarasında…
Gibi…
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir