MEHMET ÇETİN
Bir Medeniyet Mimarı Sezai Karakoç
Türk edebiyat tarihinin son yüz yıllık akışı içerisinde yerli düşüncenin en önemli sözcüleri olarak toplumu aydınlatan; Mehmet Akif Ersoy, Peyami Safa, Cemil Meriç, Necip Fazıl Kısakürek’le devam eden çizginin son büyük temsilcisi, Sezai Karakoç’tur. Günümüzde, yaşayan en önemli düşünür ve şairdir ülkemizde. Durdurulan bir medeniyetin önünün kesilmesinin, insanlık için hangi acı ve yıkımlara sebep olduğunu, sahne alan batı orjinli medeniyetin, diğer tüm yerel hayat tarzlarını yok ederek, kendi hayat biçimini dayatıp, sömürüsünü sürdürdüğünü, bu uğursuz çarkın kırılmasının yolunun da, insanlığı aydınlığa çıkaracak bu durdurulan medeniyetin yeniden harekete geçirilmesi olduğunu savunur. Ve bu mücadelenin adını Diriliş olarak koyar.
“İslam medeniyeti mensuplarının hepsi bir halktır ve bir millettir. Köklerimizi araştırmalı, milleti, medeniyetimizi, devleti, ülkeyi yeniden tarif etmeli ve ona göre şimdi yeniden doğan Türk İslam ülkelerine de o görüşlerle yardımcı olmalıyız. Kendi pazarımızı kurmalıyız. Kendi birliğimizi kurmalıyız. Ve kendi büyük medeniyetimizin yeniden dirilişini gerçekleştirmeliyiz” diyerek özetler medeniyet algısını.
1933 Yılında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde hayata gözlerini açan Sezai Karakoç, İlkokulu doğduğu ilçede, Ortaokulu Maraş’ta, liseyi Gaziantep’te tamamlayarak Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinin mali bölümünden 1955 yılında mezun olur. İstanbul’da gelirler kontrolörü olarak işe başlayan Karakoç, birkaç kez istifa ederek tekrar döndüğü bürokrasi içinde 17 yıl kalır.
Son istifasından sonra; Yitik Cenneti arayan, İnsanlığın Dirilişi için İslam’ın Dirilişinin olmazsa olmaz olduğunu muştulayan, Çağa İlham veren medeniyet şehrinin inşasında Sütunlar diken, bu şehirde Meydan Ortaya Çıktığında ebedi baharın geleceğini müjdeleyen, bu baharın en âsûde zamanları, kutlu oruç zamanlarında Samanyolunda Ziyafetler veren, Hızır’la Kırk Saat geçirirken, hükümdarların hükümdarlığı için halka yalvardığı ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdiğinde şaşıran, yeşil sarıklı ulu hocaların öğretmediğini zamandan öğrenirken dünya sürgününün uzamamasını dileyen bir Sezai Karakoç selamlar insanlığı.
Bazen aylık, bazen haftalık dergi şeklinde çıkardığı Dirilişi bazen de -Pazartesi Perşembe günlüğü- olarak gazete halinde yayımlar. Elli ciltlik eserleri, bu yazılardan derlenerek kitaplaştırılmıştır. Hatıralarını da dergide bölüm bölüm yayımlar ama kitaplaştırmaz. Sebebi, hatıralarda adı geçen bazı insanların yayımlanan bazı bölümlere alınganlık göstermesidir. Yeniden yazılması gerektiği kanaatindedir. Bir sohbet sırasında, benim, Hatıralar’ın yeniden gözden geçirilerek kitaplaştırılması ısrarım üzerine Üstad, zaman yokluğundan yakındı. Ben, buna özel bir zaman ayırarak oturup yeniden yazmasının, gelecek kuşaklar için önemli olduğunu belirttiğimde; ”Benim bir eseri böyle yazma lüksüm hiç olmadı, hep dergide bölüm bölüm yazdıklarımdan doğdu kitaplar” diyerek, kitaplarının yazılışıyla ilgili bir gerçeği açıklamış oldu.
Dirilişin sürekli yayımlanmamasının ana etkeni, maddi tıkanmalardır. Bu durumu bir yazısında şöyle özetler;” Nasibimize düşen budur hep: gitmek, gitmek, sonra çarelerin tükendiği yerde durmak. Ve sonra, sanki hiç doğulmayacakmış gibi umutsuz ve karanlık devrelerden geçip Allah’ın bize nasip ettiği bir gün yeniden başlamak.”
Sezai Karakoç’a hayatı boyunca çeşitli ödüller verilmiş ama o hiçbirini almamıştır. Kanımca o ödülü verenler, Üstada ödül vererek kendilerini ödüllendirmişlerdir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından 2011 Yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri, Edebiyat dalında Sezai Karakoç’a verilmiş, Üstad, cumhurbaşkanlığı makamına bir mektup yazarak ödülün beraatının posta ile gönderilmesini, maddi ödülün, kültür işlerinde kullanılmasını, zira hiçbir törene katılamadığını ve hiçbir maddi ödül kabul edemeyeceğini belirtmiştir.
1950 yılında, henüz 17 yaşında bir üniversite öğrencisiyken yazdığı Mona Roza şiiri Türk Edebiyatının en gizemli ve en bilinen Sezai Karakoç şiiridir. Yazıldığından 52 yıl sonra kitaplaştırılmıştır. Daha önce, elle çoğaltılarak, elden ele, dilden dile yayılmış, hikâyesi hakkında çeşitli efsaneler üretilmiştir. Sezai Karakoç, ömrünü vakfettiği Davaya dair ortaya koyduğu fikirler ve şiir anlayışı açısından “Mona Roza”yı kat be kat aşan dizeler yazmıştır ama bir Sezai Karakoç simgesi gibidir bu şiir. Daha önce çeşitli korsan baskıları yapılan, 2002 de Üstad tarafından yayımlanan Mona Roza hakkında, yıllar sonra bir lise öğrencisinin sorusuna cevap olarak; ”Divan Edebiyatındaki gül, bülbül, leyla gibi kavramları cumhuriyet dönemi edebiyat akımları, önemsememiş, hafife almışlardır. Divan edebiyatının bu kavramlarının yeniden diriltilerek çağdaş bir “Leyla ile Mecnun” denemesidir Mona Roza” diyerek açıklar.
Şairler Sultanı Necip Fazıl Kısakürek; “Ben yirminci yüzyılın, Sezai, yirmi birinci yüzyılın insanıdır” diyerek vasıflandırır en sadık dostunu. Mülkiye’den okul arkadaşı, ünlü şair Cemal Süreya, bazen bazı dizelerini ödünç aldığı ve şiirlerinde kullandığı, “Sezo” diye hitap ettiği Üstad için; “Sıkışmış, sıkıştırılmış deha” der. Genç kuşağın parlak düşünürlerinden Yusuf Kaplan: “Sezai Karakoç, sanatçı, düşünür ve bir ahlak anıtıdır. Bizi düşmekten kurtaracak olan, O’nun şairliği değil, ahlak anıtı olmasıdır. O şiirin ötesinde bir sanatçıdır. Estettir. Bir adamın ahlakı varsa estetiği de vardır. Asıl olan ahlaktır ve Sezai Karakoç’u büyüten de budur. O aynı zamanda kaynaklara ulaşmamızı sağlayan bir ırmaktır. Sezai Karakoç sarsar ve kendine getirir. Bu gün bu ülkede yaşayan insanların sorunu, miyoplaşmadır. İnsanlar sadece kendi gettolarını düşünüyorlar. Oysa Sezai Karakoç’un kaygısı, tüm insanlıktır. Dili o yüzden herkese hitap eder” der.
Sezai Karakoç bir düşünürdür şairliğinden önce, ama şairliği ön plana çıkarılarak düşünürlüğü saklanmak istenmiştir hep. Çünkü çağa ve insanlığa sunduğu diriltici nefes, egemen batı medeniyetine sunduğu alternatif teklif, hegamonik sömürücülerin ve onların yerli uzantılarının korkuları olmuştur. Batı, kendi dışındaki tüm hayat tarzlarını değiştirip dönüştürerek kendi etki alanına almış, adeta kendileştirmiştir. Bunun tek istisnası İslami Hayat Tarzıdır. Son iki yüzyılda tüm çabalarına rağmen lokal başarıları olsa da, genelde istediği sonucu alamamıştır. Çünkü seküler bir hayatın Müslüman ruhunu kuşatması pek mümkün olamamaktadır.
Sezai Karakoç çok mütevazı bir insandır. Fotoğraf vermez, televizyon programlarına çıkmaz, röportaj isteklerini (iki istisna dışında) kabul etmez. Şöhretin afet olduğunun bilincinde olan nadide şöhretlerden biridir. Kendisinden bahsedildiğinde sıkılan, kendi alışverişini yapan, devamlı müşterisi olduğu lokantada kim olduğu anlaşılarak ayrıcalıklı davranıldığında, oraya bir daha uğramayan, enflasyonun çok yüksek seyrettiği yıllarda kirada kaldığı evin kirasını, (ev sahibinin itirazına rağmen) üç ayda bir arttıran bir ahlak anıtıdır. İnsanı hayvanı tabiatı sever ve korur. Yemeklerden arta kalan şeyleri paketleyip sokakta kedilere ikram eden, yolda arabaların ezdiği kedilerin ardından,
“Kim öğretecek kedilere trafik bilgilerini,
Ki canlarıyla ödemekteler karşıdan karşıya geçmeyi”
diyen bir ince ruhtur Sezai Karakoç.
Sadakatlidir, parlak bir öğrenciyken, okulları hep üstün derecelerle bitirirken Mülkiye’nin son sınıfında bir dönem kaybetmiştir. Sebebi, üstadı Necip Fazıl Kısakürek o dönemde Büyük Doğu dergisini çıkarmaktadır, yardım için onu Ankara’dan İstanbul’a çağırır. Bu çağrı tam da dönem sınavlarının yapılacağı zamana denk gelmiştir. Hiç tereddüt etmeden üstada koşar. Bu yüzden bir dönem sonra okulunu bitirir.
“Doğuyu bileceksiniz, Batıyı bileceksiniz en iyi de İslam’ı bileceksiniz ki çağa ancak o zaman doğru şeyler söyleyebilirsiniz” diyerek, sadece doğuyu sadece batıyı ve sadece İslam’ı bilmenin günümüzde yeterli olamayacağını vurgular. Düşünceleri, geniş bir entelektüel kitle tarafından dikkatle takip edilen, çoğu zaman da yağmalanan Üstad, bu ümmetin kabul edilmiş duasıdır.
________________________
Mehmet Çetin’i Rahmetle ve Özlemle Anıyoruz