Sevmek ya da Sevmemek

EMİNE CUMA Sevmek ya da Sevmemek

EMİNE CUMA
Sevmek ya da Sevmemek
 
Türk Dil Kurumu “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu” olarak tanımlamış sevgiyi.  Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde muhabbet; “Arapça hubb kökünden isim” olarak kısaca “buğzun zıddı” olarak tanımlanmaktadır. “Yaygın olarak da sevgi anlamında kullanılmaktadır” denilmiştir.
 
Sevgi bizi bir şeye yakın kılar, şüphesiz zorları da kolaylaştırır. Severek yaptığımız bir iş bizi yormaz, sevdiğimize verdiğimiz emek gözümüze görünmez. Hatta kişi sırf sevdikleri mutlu diye sevinç hissedebilir. Onların kederi istemese de yüreğine sirayet eder. Hatta anlatmasa, görmese bile bazı zamanlar seven sevdiğinin hüznünü yüreğinde duyabilir.
 
Demek ki kişinin sevdikleri veya sevdiği şeylerle arasında görünmez bir bağ, güçlü bir yakınlık oluşmaktadır. O nedenle sevdiklerimizin bize yaptığı hatalar karşısında yıkılmamız, uzunca bir süre kendimize gelemememiz de gayet normaldir. Hatta bazılarımızda beklemediğimiz bir anda, en yumuşak yerden kırılmanın acısı kolay kolay geçmeyecek bir hastalığa bile dönüşebilir.
 
Sevgimiz de herkese karşı aynı ölçüde değildir tabi ki. Nasıl ki bazı kişileri daha çok severken, bazılarına karşı kalbimizde bir soğukluk peyda olur. Isınamayız. Günümüz dünyasında “Herkesi sevmek zorunda değiliz ama saygı duymalıyız” düsturunca orta bir yol izlemeye gayret edenler vardır. Tam bunları düşünürken aklımıza Yunus Emre’ye atfedilen şu söz geliverir: ”Yaratılanı sev Yaratan’dan ötürü.” Yani yaratılan her ne varsa şartsız, kuralsız, koşulsuz sevmek… Bu ne anlama geliyor? Böyle bir şey mümkün müdür? Hadi diyelim ki dilimizle söyledik, çok güzel. Ama kalbimizde buğz beslediklerimiz; nankörlük edenler, kandıranlar, yarı yolda bırakanlar, iftira atanlar, arkadan kuyumuzu kazanlar vs. bunlar ne olacak? Bu kişileri nasıl seveceğiz? Hadi sevmeyi geçtik kalbimizdeki öfkeyi dahi yumuşatmak ne denli zordur, değil mi?
 
Sevgili okuyucu, hepimiz insanız. İsimleri ve güzergâhları farklı da olsa benzer yollardan ve sınavlardan geçen birer yolcuyuz. İyilik ve hoşgörü başlığı altında anlatılan onca şeye rağmen, en başta da kendimizi kandırmadan bu ezici duygudan kurtulmanın bir yolu yok mudur? Yoksa bize bahşedilen ömrü duyguların pençesinde savrularak geçirmeyi mi tercih edeceğiz? Sonrasında da yolculuğumuzu bitmek bilmeyen bir çileye çevireceğiz.
 
Sevmeyi öğrenmek mümkün müdür?
 
Bakara Suresi 216. Ayette “Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. Olur ki bir şey sizin için hayırlıyken siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki bir şey sizin için kötü iken siz onu seversiniz. Allah bilir siz bilmezsiniz.” demektedir.
 
Ne güzel bir ifade değil mi? Kişi her zaman hayrına olan bir şeyi sevmez. Bazen de şerrine olan şey için çalışır, çabalar… İşte böyle düşününce başımıza gelen her olay bizi bize gösteren bir aynaya dönüşebilir. Bazen cevapları hemen öğrenemeyiz, hatta bazen ahirete kalır. Ama her yaşananda bir hayır olduğunu düşününce bu kez olaylar ve kişiler aradan kalkmaya başlayacaktır. Onlar birer vesileye dönüşecek ve hakikatte Rabbin bizi terbiye ettiğini, yolumuzu güzelleştirmeye çalıştığını anlayacağız. İşte o zaman kalbimizdeki buğz silinecek, o kişinin de bir aracı olduğunu idrak edeceğiz. Aslında hepimiz birilerinin hayatında bir şeylere vesile olan birer aracı değil miyiz?
 
Bu kez duyduğumuz tüm sevgiler, muhabbetler bir yerde birleşecek ve asıl sevginin kaynağına yönelmek kaçınılmaz olacaktır. “Allah bilir, siz bilmezsiniz.”  Bizi yaratan herkesten daha iyi bilir. Bizi üzeni de iyilik yapanı da… Yarı yolda bırakanı da gayet iyi bilir.
 
Bizi darda koyanlar ve yalnız bırakanlar sebebiyle önümüze açılan yeni yollardan dolayı tuttuğumuz taptaze başlangıçlar hürmetine zor günlerimizi, kederimizi, acılarımızı ve bize bunları reva görenleri de bir gün severiz belki… Ne dersiniz?
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir