MÜŞTEHİR KARAKAYA
 Dil Kapısı
 -a dedim-
 ıslak ve kaygan bir zemindir dil
 kaydırarak söyletir söyleyeceğini
 yürek işidir dilleşmek
 ezop masallarından çıkmış gibi
 hem acı hem tatlıdır
 yüksünmeden diyebilmek içindekini
 yalamak en ince fikri
 kör olmamak için
 kor iki dudak arasında
 dili sürçmektir bir sevdayı öldürmek
 zamanın kinini çoğaltarak
 ya da
 uyurken edebinden
 uyandırmadan sabaha sevgiliyi
 öpebilmektir
 bir yaraya dokunmak
 dil düşü görmektir
 ıslak bir yağmuru ertelemek
 -be dedi-
 yüzyıllık bir meseldir belirsizlik
 ama neden
 ihtiyar bir düşü kaldırmak
 dünyanın en övülecek işidir
 savaşçının matarasındaki şimşek
 dil kıvrımı kadar
 bir ateş dansı çizer
 körkütük bir adamın
 en yalnız yıllarını
 tutar bu dansa yaslar da
 kimi esen sert rüzgar
 kimi aşınmış kuyu ipi
 bir derenin ağzında
 ölümsüz resim çizer
 dilden dile gelen yaz
 bir mermi gibi sessiz
 ıslatsa kan dudaklarını bir perinin
 keskin ve acı bir dille
 yara alır ölümden beter
 kalbi ölümsüz savaşçının
 -ce dedik-
 kimya sandığımız şey
 bir ceviz ağacının cesedinde
 tut ki
 süs diye astığı çiçeklerdir
 iki dudak arası mesafeleri
 bir asır boyu aşamazken
 bin fersahlık uzaklık
 göz kırpması kadardır
 bir tutam nota alıp sürse
 en kalın yanına dilinin
 dört nala dolu dizgin
 sürdükçe namluya kelimeleri
 bile en derin vadileri
 geçiveriyor bir atlayışta
 dilsiz bir yıldız bile
 yağmurun sırdaşıyla
 çiçek açan dal olur
 hey benim kumrularım
 bu uzun ölüm mızrağımı
 hedefini şaşırmış bu kapıya astınız
 halden dile geçerken
 nedense
 tüm kozlarınızı paylaştınız
 25 nisan 2012
 Asanatlar "şiirden sinemaya"
Asanatlar "şiirden sinemaya" 

 
  