Yansıma ve Yanılsama

MERVE CAN
Yansıma ve Yanılsama
 
Bakıyoruz ama göremiyoruz. Sürekli aynı engele çarpıyoruz ama hissedemiyoruz. Ruhumuzun dışından bakıldığında hayallerimize kadar görülen derin yaralar açılıyor, huzur hızlı hızlı sızıyor bu taze acıdan. Bu derdi iyileştirmekten ziyade, üstünü örtüp hiç olmamış gibi davranmayı yeğliyoruz. Oysa göz bebeklerimize artık gerçeği göstersek. Herkesin hayatında olan yalnızlığın rutubet kokusuyla burnumuzu tanıştırsak. Zaman zaman tek duyulan olan, sesimizin yankısını bıraksak kulağımızın ucuna. Nefesimiz kadar gerçek olsa hislerimiz. Gerçeğin üstüne çektiğimiz ret muşambasını kabullenişin olgunluğuyla kaldırıp atsak uzaklara…
 
Hayatımıza, kendimizi kandırdığımız pencereden baktığımız zaman etrafımız insan dolu. Sırtımızı okşayan, gözyaşımızı silen, derdimizi dinleyen, derdimizle dertlenen, mutluluğumuza ortak olan birileri var etrafta sürekli. Kalabalık görünüyoruz camdaki yansımada. Fakat cama iyice odaklanıp yalanın buharını sildiğimizde, bunların bir yanılsama olduklarını görüyoruz. Maalesef camın ardındaki hayat ile cama yansıyan yanılsamaların arasında koca bir uçurum var.
 
Mesele şu; aslında herkesin hayatının odağında kendisinin oturuyor olması. Herkesin en çok ve en birincil düşündüğü kendisinden başkası değil. Herkes kendi yağına aşık olmuş. Çevremizdeki insanlar yüreğimize ne kadar yakın görünseler de bir o kadar uzaktırlar. Ne kadar bizi anlıyor gibi dursalar da kimse kimseyi kendisi kadar iyi anlayamaz. Ve kimse kimseyi tam manasıyla tanıyamaz.
 
Belki de kabul etmek istemiyoruz bu yanılsama ve gerçek hayattaki fark ettiğimiz farkları. Tüm dayanaklarımızın kemiklerini kırdığı için yediremiyoruz ruhumuza.  Herkesin, aslında yalnız olduğu gerçeğini duymak bile hayatımızın her salisesini diken diken ediveriyor. Ama biz gözlerimizi kapatınca bu inatçı, koca dağ yok olmuyor ki. Tam aksine gerçekliğini ispat etmek istercesine sürekli yolumuza çıkıp varlığını beyin damarlarımıza sokmak istiyor. Ruhumuzu diri diri, hayal kırıklıklarıyla kızartıyoruz.
 
Kendi kendimize doğrulabileceğimiz her sarsıntıda  ‘beklenti’ çukuruna düşüyoruz. Yere uzanıyoruz, tüm kaslarımız kırık. Hayallerimizin nadide parçaları kenara köşeye akmış. Canımız acıyor. Çünkü biz acımasını istiyoruz. Biz bir noktadan sonra herkesin yalnız olduğu gerçeğini kabul edemedikçe beklentinin kara çukurlarından çıkamayacağız. Aslında herkes yalnız, herkes istese de istemese de kendi yağında kızarıyor. Etrafı kalabalık olan da olmayan da. Nasılsın sorusunu sıkça duyan da duymayan da. Gülen de gülmeyen de. İyiyim diyen de berbatım diyen de, yalnız.
 
Hayatımızın merkezinde bir yerlerde yalnızlığımızla sürekli çatışma içinde olan ‘beklenti cevizi’ bulunuyor. Mutsuzluğu sürekli perçinleyip huzuru yerden yere vuran içi boş bir ceviz. Kim bilir belki de bu cevizi iç âlemimizde yanlış yere koyuyoruz. Canımız ondan bu kadar çok yanıyordur belki de. Ceviz ait olmadığı yerlerde çatladıkça kırıkları kaburgalarımıza batıyor. Daha çok gecikmeden bu acıya bir son verip gerçekleri kabullenmeliyiz. Yoksa sağlam kaburgamız, renkli hayallerimiz, bir lokma mutluluğumuz kalmayacak…
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir