MEHMET ÇOBAN
Ben Sana Muhacir
Ey Yâr, ben sana muhacir…
Her adımım uzaklardan gelir, her nefesim senin özünden doğar.
Benim sürgünlüğüm, kalbinde eriyen bir feryadın yankısıdır. Ve o feryat, kopuşla dönüşün aynı aynada buluştuğu bir sırdır.
Bir sabah olur, sevdiklerinin kollarında, kendi toprağında açarsın gözlerini.
Alnındaki ter tanır seni, yüreğindeki sönmeyen hasret fısıldar adını.
İşte o zaman anlarsın. Gerçek vatan, insanın kendi içindedir. Hiç kimse, oradan bütünüyle kopamaz.
“Mülteci” bir kimlikten öte, aynasıdır insanlığın.
Bir halkın ya da bir bedenin mi sanırsın; bir ruhun, bir vicdanın, sürgünüdür bir gerçeğin.
Yurt, taşla, toprakla değil, hakikatin kökleriyle ilgilidir.
İnsan, kendi gerçeğinden uzaklaştığında savrulur iç yurdundan.
Kimi sınırı geçer, kimi gönlünü. Birinin evi dağılır, birinin kendisi.
Kimi soğuk bir ülkenin kapısında bekler, kimi kendi kalbinin eşiğinde. Ama her biri, aynı sessiz feryadın farklı yankısıdır.
O feryat, bir kopuştur aslında… İnsanın kendi özünden, sevgisinden, hakikatinden uzaklaşmasıdır.
Aynı zamanda bir çağrıdır da. Kendine, hakikate, sevgiye doğru bir dönüş çağrısı.
Yurt, sadece taş ve sınır değildir; toprak bedeni taşır, hakikat ise ruhu.
İnsan, kendi gerçeğini yitirdiğinde, iç yurdu da sessizce çözülür.
Kimi savaşın ortasında kaybolur, kimi sessizliğin içinde. Ama her biri, aynı hikâyenin başka bir yankısıdır. Kendine dönmenin, yeniden uyanmanın hikâyesi.
Bir yerlerde, bir an gelir; kendimize dönmeyi unuturuz. Ve işte o anda, içimizdeki vatanı da kaybederiz.
“Mülteci” sözcüğü, bir kimlikten ziyade, bir hali anlatır. Toprağını kaybeden beden değil, gerçeğinden kopan ruhtur asıl yolcu.
Kimi sınırları aşar, kimi gönlün labirentlerinde dolaşır; kimi evini bırakır, kimi kendini.
“Muhacir”, yalnızca yol alan değildir. Gönülden gönüle, düşünceden düşünceye sürgün olan bir bilince, bir arayışa açılan insandır.
Her adım bir kavrayışa, her nefes bir uyanışa dönüşür. Kendi iç yolculuğunu tamamlamayan, dışarıdaki topraklarda da yabancıdır.
Ve “İltica” … sığınmak biliriz.
Aslında hakikate, sevgiye ve kendine yönelen bir kapıdır. İçsel limanı keşfetmek, bin limana varmak gibidir. Her feryat, her çığlık, sürgünden kurtulur, uyanışın yankısı olur.
Asıl sürgün, kalbin derinliklerinde başlar. İnsan, kendi gerçeğinden uzaklaştığında en büyük muhacirliğini yaşar. Ve dönüş, yine o kalpte başlar; sevginin, merhametin, insanlığın kalbine dönüşle.
Kaybedileni toprakta aramamalı; çünkü yitirilen, gerçeğini unutan ruhtur. Her mülteci, her muhacir, her sığınan, aslında kendi iç yolculuğuna davetlidir.
Ve o yolculuk, sevginin kalbine varınca tamamlanır.
Bir gün anlarsın ki, sınırlar toprakta olduğu kadar ruhlarda da vardır. Ki o sınırları aşmak, bir ülkeye değil, kendine, hakikate, insanlığa varmak demektir.
Gerçek sürgün, insanın kendi içinden uzaklaştığı yerdedir. Ve gerçek dönüş, sevginin kalbine yönelince başlar.
O kalpte her feryat bir tamamlanmaya, her yitiriş bir dirilişe dönüşür.
Kopuş, bir uyanışa, yalnızlık bir kavrayışa evrilir.
Ve artık mülteci yalnız değildir; çünkü kendi hakikatiyle, insanlıkla, sevgiyle buluşmuştur.
Ey Yâr, ben sana muhacir…
Bu muhacirlik, bir ayrılığın hikâyesi değil, bir varoluşun, bir bilincin, bir ruhun yeniden kendini bulma serüvenidir.
Asanatlar "şiirden sinemaya" 
