Gogol’ün Palto’sundan Payımıza Düşenler

DAVUT-ÇAKIR

DAVUT ÇAKIR
Gogol’ün Palto’sundan Payımıza Düşenler
 
‘Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık.’diyor Dostoyevski. Doğruluğu tartışılsa da Dostoyevski’ye atfedilir bu söz. Kimilerine göre ise mesela H.E. Bates’e göre Gorki’ye aittir. Bu sözü Rus yazarlarının Gogol’e bir şükranı olarak okuyabiliriz. Dostoyevski’nin İnsancıklar’ında ve Çehov’un hikayelerinde, Tolstoy’da ve daha birçok Rus yazın ustalarında Gogol’ün bıraktığı mirasın payını görmek, Orhan Pamuk’un ‘Schiller esintileriyle’ kavramlaştırdığı tabir ve manayla söylemek gerekirse, ‘düşünceli okur’larca gözden kaçmaz sanırım. Gogol’ün Palto hikâyesinde yarattığı ve yaşattığı ‘küçük insan’ tiplemesi;  insan psikolojisinin derinliklerini kurcalayan Dostoyevski’de,  Çehov’un gündelik hayatın ‘sıradan insan’ları ile vücuda getirdiği ‘modern’ hikâyelerde, Tolstoy’un insani duyarlılığında kendini gösterir.
 
Ana hatları ile özetleyip birkaç şey söylemek istediğim Palto hikâyesi, Aslı Takanay çevirisi ile Ayrıntı Yayınevi tarafından yayımlanmış ikinci basım Palto kitabından alıntılanmıştır.
 
Palto hikâyesinde ele alınan sorun temelde bir insanlık sorunudur. Yalnız Rus edebiyatına veya Rus toplumuna ilişkin olduğunu söylemek eksiklik olur. Modern zaman insanının kendini konumlandırdığı statü piramidinde, kendinden zayıf olanı hor gören ve kendinden üstün olana boyun eğmek zorunda kalan  ‘hayat bürokrasi’sinde bu tem, bütün bir dünya edebiyatının ana meselesi olmak konusunda ısrarcıdır. Nabokov’a göre Palto’yu sadece Rus bürokrasisinin ve toplumsal yaşayışının bir eleştirisi olarak okumak sanıldığının aksine yanlış bir yaklaşımdır. Ona göre hikâyede bundan fazlası vardır.
 
Hikâyenin başkişisi Akakiy Akakiyeviç Başmaçkin, Gogol’ün hiçbir ‘sıra dışılığı’ olmayan sıradan bir devlet memurudur ve çalıştığı dairede çalışma arkadaşlarının ve üst makamdaki şeflerinin tüm alaylarına ve eziyetlerine rağmen işini ‘şevkle’ daha doğrusu ‘aşkla’ yapmaktadır. Gogol’ün biraz da mizahi üslubuyla değindiği gibi ‘kendiliğinden gelişen olaylar memurumuza başka bir isim vermeyi imkânsız hale getirmiştir.’ Akakiy Akakiyeviç daha doğumundan itibaren birtakım absurd(saçma) olayların perdesinden okura sunulur. Tıpkı Akakiy Akakiyeviç gibi kendi de bir memur olan babası ve ‘iyi yürekli’ annesi,  yeni doğan çocuklarına takvim yapraklarından bir isim seçmeyi denemişlerse de bunda başarılı olamamışlardır. Üç dört seferlik bir denemenin ardından yine daha önce hiç duymadıkları isimler gelince sonunda çocuğa babasının ismi olan Akakiy ismi verilmiş ve böylece Akakiy Akakiyeviç ismi ortaya çıkmıştır. Böylelikle daha hikâyenin ilk satırlarında memur olan bir babanın aynı isimde ve ilerde aynı işi yapacak bir kopyası yaratılmış olur.
 
Yılların eskittiği memurluk hayatında, onun işe kim tarafından ve neden alındığı da pek sorgulanmaz, daha doğrusu Gogol’e göre bunu kimse ‘hatırlamaz’ .Ancak Akakiy Akakiyeviç hep aynı mevkidedir. Senelerce aynı işi yapar. Yeni mektupları temize çekme işiyle uğraşır. Memur arkadaşları onun bu işi yapmak için doğduğunu düşünürler. Onlar için Akakiyeviç’in iç dünyasının bir önemi yoktur çünkü görünüşü ve uğraşı bütün varlığını özetler. Böylece yaşamın kıyısında ‘silik’ Akakiyeviç için eziyetlerin ardı arkası gelmez. Hikâyenin bu bölümüne kadar Gogol’ün yer yer komik unsurlarla ördüğü anlatı, ortaya bir ‘çatışma’ unsurunun çıkışıyla yerini trajediye, acıklı olana bırakır. Okur bundan önceki kısımlarda Gogol’ün hikaye başkişisiyle kafa bulduğunu sanabilir. Ancak görülmelidir ki aslında saçma olan her şey hayatta her zaman karşımıza çıkan/çıkarılan gülünçlüklerdir. Her şey aklın emrettiği gibidir: Akakiy Akakiyeviç ‘küçük insan’dır.          
 
Bastıran soğuklardan korunmak için eski paltosunun artık iş görmez olduğunu ve yeni paltonun da çok fahiş bir fiyata yapıldığını anlayınca hayatında ilk kez bir devinimin eşiğine geldiğini fark eder ve bu durumu hayretle karşılar. Yazar, bu kısımda iç burkan trajik unsurları ard arda sıralar. Halk tabakaları arasındaki uzaklığın etkileri hikâyede sezdirilir. Memur maaşıyla paltoyu satın alamayacağını anlayan Akakiy Akakiyeviç, zaten pek kısıtlı olan hayatında daha da kısıtlamalar ve birikimler yapar. Zihni artık bu yeni palto fikri ile meşgul olduğundan, her zaman büyük bir ciddiyetle devam ettiği işine artık eskisi kadar yoğunlaşamaz. Paltosunu almak için harcadığı çaba onu gözü açık biri yapmıştır. Hayatında ilk kez önüne kendince büyük bir hedef koymuştur ve bunun bilinci onda yavaş yavaş uyanır. Hikâyenin ‘küçük insan’ı artık bir çatışmanın içindedir.
 
Nihayetinde Akakiy Akakiyeviç yeni paltosuna kavuşur. Bütün aynılıkların, bayağılıkların arasına gelip yerleşen bu ‘yeni palto’ birtakım değişmelerin de habercisi olur. Memur arkadaşları Akakiy Akakiyeviç’in çok sevdiği ve gözü gibi bakmaya çalıştığı paltosundan takdirle bahsederler hatta öyle ki Akakiyeviç bundan yer yer utanır, rahatsızlık duyar.
 
Çalıştığı dairede masa şefinin tertiplediği davete katılıp paltosu ile eğlence konusu olduktan sonra alışık olmadığı bu yerden ayrılmak isteyen Akakiy Akakiyeviç alkolün verdiği ‘uçarılık’la evin yolunu tutar. Ancak tenha sokaklardan geçerken karşısında beliren iki adamın yeni paltosunu gasp ederek kaçmasının verdiği acıyla yıkılır. Evine döner. Ertesi gün polisten yardım istemeye çalışsa da onunla kimse ilgilenmez. Polisler de ayrı palavralarla onu oyalarlar. Çalışma arkadaşları bu duruma üzülürler, kendi aralarında para toplayıp ona yeni bir palto almak isteseler de bunda başarılı olamazlar.
Akakiyeviç, daireden bir arkadaşının tavsiyesi üzerine diğer dairelerden birindeki ‘mühim adam’a başvurur. Mühim adam bu işin çözümü için en kestirme yoldur ve onun yardımı -Akakiyeviç’in düşüncesine göre- ona paltosunu geri getirecektir. Ancak işler umduğu gibi gitmez. Mühim adam, zaten ‘pısırık’ bir adam olan Akakiy Akakiyeviç’i kendinden yaşça büyük olmasına rağmen mevkii üstünlüğünün de verdiği bir kibirle azarlar. Bürokrasinin yarattığı ast-üst ağı altında yıkılan Akakiy Akakiyeviç kahırlanır. Hastalanıp yatağa düşer ve geceleri sayıklamaya başlar, küfürler savurur. Bir zaman sonra, yaşamak için dünyada kendisine bir tutamak bulmuş bir insanın bu tutamağı kaybetmesi gibi yıkılır. Dünyadaki tutamak arayışı böylece sonlanır ve Akakiy Akakiyeviç ölür.
 
Hikâye bitti sanılsa da Gogol sonuç kısmını fantastik bir biçimde ilave eder. Dönemin popüler ‘hayalet’ söylentilerinden faydalanarak hikâyesine malzeme yapar. Ortaya çıkan söylencelere göre Kalinkin Köprüsü civarında geceleri memur kılığında bir ‘hortlak’ çalınan paltosunu bulmak için paltolu adamlara musallat olur. Üstelik paltosunu ararken ‘rütbesine ve unvanına’ bakmadan karşısına çıkan her insanın paltosunu sırtından çekip alır. Bu hortlağı gördüğünü iddia eden daire memurlarından biri, onun Akakiy Akakiyeviç’e benzediğini söylese de bundan emin olamaz. Şehirde büyük bir huzursuzluk başlamıştır. Paltolu üst ve alt mevki insanlar büyük bir tedirginlik yaşarlar. Yaşamı boyunca insanlar arasında tıpkı bir hayalet gibi yaşamaya çalışan Akakiyeviç şimdi hortlayıp bütün soylu insanların, daha doğru belirtmek gerekirse ’mühim adam’ların rüyalarına girer.
 
Paltosunu kurtarmak için Akakiyeviç’in başvurduğu ‘mühim adam’ –ki bazı çevirilerde bu karakterden ‘bakan’ olarak bahsedilir- Akakiyeviç’ e yaptığı haksızlıktan pişmanlık duysa da artık çok geçtir. Bir akşam bir davete gitmek üzere arabasına bindiğinde Akakiyeviç’in hortlağı yakasına yapışır ve adamın paltosunu alır. Mühim adam bunun korkusuyla artık eskisi gibi katı ve kibirli davranmayı bırakır; biraz yumuşamaya gider. O günden sonra ‘çalınan paltosunu arayan memur hikâyeleri’ artık duyulmaz. Akakiyeviç kendine uygun paltoyu bulmuştur.
 
Ana hatlarıyla yukarıda aktardığım bu hikaye Rusya’da bir çokları tarafından sert eleştiriler almış bilhassa soyluları tir tir titretmiştir. Kendi ‘palto’larından olmak istemeyen herkes bu hikâyeye biraz saldırgan bir bakışla yönelir. Ancak fantastik bir sonla noktalansa da Akakiyeviç’in yaşarken de bir hayalet olmadığını kim söyleyebilir? Dönemin Çarlık Rusyası’na ve Çarlık bürokrasisinden halk tabakasının çektiği sıkıntılara mizahi bir pencere açan bu hikâye, söylenenlere göre Gogol’ün bir toplantı esnasında duyduğu bir olaydan esinlenerek yazılmıştır.
Anlatılan olay,  av meraklısı sıradan bir memurun yıllarca para biriktirerek aldığı tüfeğini dereye düşürmesi ve sonrasında girdiği bunalımla ilgilidir. Bu bunalımdan ancak arkadaşlarının aldığı yeni bir tüfekle kurtulmuştur. Gogol kendine has sanat yeteneğini bu anlatıyı komik, trajik ve fantastik öğelerle süsleyerek gösterir. Ancak Gogol o kadar da iyimser değildir. Hikâye kahramanı ancak hortlayıp, ölümüne sebep olan adamın paltosunu çalınca huzura erer. Böylece çatışma sonlanır ve hepimiz Gogol’ün ‘Palto’sundan payımıza düşeni kavramaya uğraşırız. Onun ‘Palto’sundan korkanları ise Çarlık Rusya’sının büyük memuru Kont Strogov’un şu sözleri özetler: “Şu Gogol’un ‘Palto’su ne korkunç bir öykü. Bu köprüdeki hayalet, hepimizin paltolarımızı sırtımızdan çıkarır. Bu öyküyü okurken artık durumumu siz düşünün.”
 
Bu konuya Nabokov’un Gogol üzerine söylediği şu sözlerle son verip bütün bir dünya edebiyatının Gogol’ün Palto’sundan çıktığını tekrar hatırlatalım:
 
“Gogol’un Palto’da sergilediği sanat, paralel doğruların kesişmekle kalmayıp, solucan misali kıvrılabileceklerine, karmakarışık hale gelebileceklerine işaret eder.”(Vladimir Nabokov, Nikolay Gogol)
 
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir