Söz, Saz ve Şiir ile / Konuşmalarımdan – I –

MEHMET RAGIP KARCI

MEHMET RAGIP KARCI
Söz, Saz ve Şiir ile / Konuşmalarımdan  – I –
 
Söze sözün kendisiyle başlayalım. Söz önce ortaya çıktığı anda temsil ettiği görünen durumuyla; bir de kullananın muradını ifade için yararlandığı nakdiyle ele alınabilir. Bu iki durum arasındaki fark kıldan ince kılıçtan keskin bir hassasiyeti de ifade eder.  Sözü de bu açıdan incelemekte bir mahzur var mı? Çünkü söz de bir şeylerden bir şeydir: Ve iyisi iyi, kötüsü kötüdür.  : Söz ola kestire başı/ Söz ola kese savaşı/ Söz ola ağulu aşı/ bal ile yağ ede bir söz.

Bu harikulâde mısralar “söz”ün eylemi konusunda bilgiler verseler de, sözün mahiyeti konusunda açıklayıcı bir tarif olmaktan uzaktırlar. Burada, sözlerimizden Yunus’un eksik söylediği çıkarılmamalıdır. Ben sözü anlatırken bu mısralara başvurduğumuzda işin eksik bırakılacağını ifade etmeye çalışıyorum. Yani eksiklik bizdedir. Şöyle bir örnekle bunu izah etmek için izin isterim: Temizlik nedir? Sorusuna temizlik imandandır cevabının temizlik nedir sorusuna cevap olamayacağını beyan etmek muradındayım.

Ben huzurunuzda malzemesi söz olan bütün sanatların sadece kendi müteârifeleriyle açıklanabilir hünerler olduğunu ve bu hünerler meyânında benim iştigal ettiklerimle ilgili olanlar hususunda fikir beyan etmek üzere bulunuyorum. Tanıtım ve ilanlardaki sırayı gözetirsek şiiri en sona bırakmak gerekiyor. Ancak ben sıralamayı şiir lehine bozmak niyetindeyim.

Sözün kendisine bir mâna yüklemek sadedinde söylediklerimizi hatırlayalım: Sözün iki yüzü var demiştik. Biri anında anlamamızı sağlayan görünen yüzü, ikincisi de kullananın muradına göre şekil alan nakdi. Bir yanı bilgiyi hemen nakleder, bir yanı da işaret ve îmâ ile tespiti sadece bizim idrâk alanımıza bırakır. İşte bendeniz sözü döndürüp dolaştırıp ikinci yüzüne, yani müpheme, böylece de şiire getirmek niyetindeyim. Böylece duyuruda sözü ve şiiri diye belirtilen bölüme de açıklık getirmiş olacağız.

Sanat için bir aynadır deniyor. Sanatla ilgilenmek ise aynanın içine atlamak…  Ayna dediğiniz sonuçta bir cam parçasıdır. Fakat elimizle tutabildiğimiz halde bize gösterdiklerine dokunamıyoruz. Gördüğümüz halde dokunamıyoruz. Maddesine dokunduğumuz ve dış duyularımızla hissettiğimiz halde kendi aslını değil, bizi gösteriyor. Bunu bir ecza marifetiyle yapıyor. Bu ecza arkasına sıvanmış olduğu camla ilgili bilgileri de bizim görüntümüz aracılığıyla gizliyor. Yani camı bizden gizliyor. Gizlemese de bizim aslında bir cama baktığımız bilgisini bize vermiyor. İşin ilginç olan yanı bu eczâ şiirin perdesini aralamaya çalıştığı âlemle aynı adı taşıyor: Sır. Yani hayatın kendisi gibi. Hayat da belli bir zaman içerisinde, çoğu zaman kendini hissettirmeden bizi bir çizgide yürütür. Onu sürdürüyoruz sadece. Onu eğip bükmek için elimizi attığımızda bir büyük boşlukla karşılaşıyoruz. Yani yine sır. Ancak aradaki fark, aynanın sıvalı olduğu camı dış duyularımızla hissettiğimiz halde, hayata dokunamamamız. Çünkü hayat bir camın arkasına sıvalı değil. O zaman sır denilen eczanın hayat tarafından kullanılan biçimini bize ifşâ edecek bir şeyi bulmamız gerekiyor. Önce örnekleri biri birine karıştırmadan, ancak fazla da uzaklaştırmadan kavramak için önce aynaya benzettiğimiz sanatın; yani bizim şu anda konuşmamıza konu ettiğimiz şiirin fiziksel yapısını düşünmekle işe başlayabiliriz.

Aynanın aslî yapısı olan camın arkasına sürülmüş sır nasıl camı gizliyorsa, şiirde önümüze çeşitli sanatlar olarak  çıkan söz  de işi tersinden alarak bizim ilk elde görmek istediklerimizi bizden gizler. Böylece şiirle hakiki hayat arasında ilişkiler kurmak, aynada camı ıskalamaya benzemez.  Tersine, bize haber verilirken, bakmaktan çok nüfuz etme kabiliyetimizi, anlamaktan ziyade idrakimizi zorlayıcı bir faaliyeti ifa etmeye bizi zorlar. Yani sırla kaplı görünen ve görünmeyen alanlarla ilgili olarak salt bir anlamak fiili bizi amacımıza ulaştıramaz. O zaman yukarıda arz ettiğimi tekrar ederek şunu söylememe izin isterim: Bütün diğer sanatlarda salt anlamak yeterli olabilir. Şiirde ise anlamak her zaman gerekmediği gibi mümkün de olmayabilir. Şiire yaklaşmaya çalışmak diye tarif edebileceğimiz bir eylem tarifiyle şimdilik idare etmek zorundayız. O zaman şu soruyla karşı karşıya kalıyoruz: Peki her hangi bir şey anlatmayan bir metin, şiirin bütün fiziki unsurlarına sahip olsa da şiir sayılabilir mi? Okuduklarımızın sadece bize verdiği heyecanlarla mı yetineceğiz? Tabii ki değil. Hatta belki aksine bir şeyi belki de bir çok şeyi anlatmasını bekleyeceğiz şiirden. Bunun yanında bize hem çeşitli heyecanlar tattıracak, hem de rüyalar ve hayâl âlemlerinden haberler iletirken bize aktardıklarından kendi irfanımıza göre sonuçlar çıkarmamıza yarayacak bilgileri de  verecektir. Bu bilgiler ilk elde yukarıdaki gibi sadece malumat olarak mı algılanmalıdır?  Hayır. Burada bilgiden kastım şairin bize sunduklarını, şiirin  aslî delilleri olan, şairin çevresindeki her şeye dâir duygularıyla (duyularıyla değil) edindiği görgüleri bize aktarma biçimidir. Şairin işi bu yüzden zordur. O, kelimeleri kullanılışıyla, muhatabında uyandıracağı duyguları hesap ederken içinin gizli kalmasını istediği bilgi ve görgüleri de gözlerden saklayacak tedbirleri de düşünmek ve almak zorundadır. Hatta kendi üslûbunu muhatabına kabul ettirmek için, nasıl okunması gerektiğine dair bilgi ve görgüleri de imgeler, tarifler, teşbihler yoluyla şiirinin bâtınına yerleştirmekle yükümlüdür. Şiirine ait bütün alanlarda hüküm fermâ olmak demektir bu.

Burada sözün başını alıp gitmesini önlemek için tedbir almalıyım. Bunu nasıl yapabilirim? Şöyle: Şiire bu kadar ağır yükler yükledikten sonra, bu yükü ilâhî kelamda buyrulan ve bizi dağlardan taşlardan ayrı ve mükerrem tutan emanetin hakkını vererek ve yukarıda Koca Yunus’tan naklettiğim sözle ilgili sırları gözeterek.. Bu  önce insan olarak kendimle yüzleşmek ve sanatçı olarak sanatıma dair edindiğim  görgüleri ve bilgileri  fehmetmek yolunda lütfedeceğiniz gayrete layık olabilmek için bir zarurettir. Yukarıda arz ettim: Bildiklerimizi, başta sözün kendisi ve bize hemen bildirdikleriyle ifade ve beyan ediyoruz. Ötesi de yine Yunus’un sözüyle mecraını ve menzilini bulacak, ancak yine de aramızda bir sır olarak kalacaktır:

Dilsizler haberini kulaksız dinleyesi
Dilsiz habersiz sözü cân gerek anlayası.

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir