Hece Taşları Dergisinin 43. Sayısı

Hece Şiirleriyle
Dolu Dolu
 
Hece Taşları
Dergisinin
43. Sayısı Çıktı
 
Tayyib Atmaca’nın Genel Yayın Yönetmenliğindeki yine hece şiirleriyle dolu dolu olan Hece Taşları dergisinin 43. sayısı çıktı.
 
Bu sayıda şiirleriyle, yazılarıyla yer alan isimler:
 
Fatih Okumuş, Nurullah Genç, Ahmet Efe. Bestami Yazgan, Ahmet Doğan İlbey, Mustafa Pınarbaşı, Mehmet Özdemir, Mehmet Sarmış, Mehmet Baş, Ahmet Süreyye Durna, Tayyib Atmaca, Metin Özarslan, Ahmet Doğru, Halit Yıldırım, S. Ahmet Kaya, Mustafa Sade, Rahilə Dövran, Cevat Akkanat, Hüseyin Sönmezler, Mustafa Özçelik, Yunus Kara, Osman Fərmanoğlu, Oyhan Hasan Bıldırki, Hacan Hacısoy, Cahit Can, Mustafa Doğan.
 
“Hece Taşları” dergisinin 43. sayısında yer alan Tayyib Atmaca’nın “İnsan Bozulursa Her Şey Bozulur” yazısını ve Mustafa Sade’nin “Anadolu Kasidesi” şiirini tadımlık olarak alıntıladık, aşağıda okuyabilirsiniz.
 
TAYYİB ATMACA
İnsan Bozulursa Her Şey Bozulur
 
Dünya cenk meydanı herkes cengâver, haramiler köşeleri tutmuşlar, ortalık münafık müslüman kayıp, öte git diyemez kimse nefsine, birbirinden keskin herkesin dili, herkes birbirine saldırır durur, kimi kellesini koltuğa alır, Allah’tan korkacak kimseden yüz yok, vurdukları düşer kaçan kurtulur, kurtulan kurtulmuş ümmet aşkıyla, yarı ayık yarı sarhoş dolaşır, kendine gelmeye aklı yanaşmaz.
 
İnsan bozulursa her şey bozulur, tuz açıktan kokar söz dilaltında, içleri boşalır kelimelerin, muhabbetin tadı tuzu eksilir, hatır gönül sözlüklere gizlenir, sevgi saygı kâğıt üstünde kalır, sesin sıcaklığı kalbe dokunmaz, kalp bir yana bakar akıl bir yana, kulak kuru gürültüden başka şey duymaz, baba sevgisini nakde çevirir, anne şefkatini kelbe gösterir, geceler ekranın başında geçer, gündüzlerse kollarında uykunun.
 
Ben de mi bir hal var siz de mi dostlar, beni yaralayan bu umarsızlık, sizi teğet geçiyorsa söyleyin, benim bilmediğim haller içinde, haldaş olduğunuz hal ehli var mı, kendimle devamlı kavga ederim, bana da yolunu gösterin aşkın, hangi dağa külünk vurmam gerekir, hangi dağla yaralarım dağlarım, gönlüme dikecek sabır fidanı, hanginizde varsa yardımcı olun, benim de dikili ağacım olsun.
 
İnsan yaşlandıkça olgunlaşmalı, bir gözü toprağa bakıp durmalı, elinin tersiyle hevalarının, gözünün üstüne vurabilmeli, verdiği sözleri bir muska gibi, göğsünün içinde taşır olmalı, oyundan oynaştan beri durmalı, omuzlarındaki kameralardan, kaçarak rolünü oynamamalı, velhasılı kelam ben az söyleyim, sizin payınıza ne düşer bilmem, herkes yaşadığı zamanın oğlu, ne mutlu dünyayla derdi olana.
 
MUSTAFA SADE
Anadolu Kasidesi
 
I/A
Gökyüzü seyrederken arzındaki ahengi
Bir kızıl kuşak bağlar ufka bakan tarafın
Baharda yanağının mor menekşedir rengi
Itır olur rayihan, buhur saçar arafın.
Revakların, tuğların, toprağın şöyle dursun
Taşına değer biçmek haddine mi sarrafın?
Varlığın ebed-müddet sinemizde durursun.
Alnındaki çizgiler alın yazım ve yolum
Gözü miray, gökçedir bakışı; Anadolu’m!
 
II/N
Şavk vurur karanlığa adını yâd edince
Cemre düşer çölüme, senle bulur visali
Asumandan göğsüne aşk damlar ince ince
Secde eder başaklar soylu bir vav misali
Altında ve üstünde mânâ sende doludur
Çatlayan tomurcuklar hilkat sırrı timsali
Bağrı yanık, başı dik “Ana” sende “dolu”dur
Sonsuz rahmet pınarım, karım, yağmurun, dolum
Dört mevsim tabiatın nakışı; Anadolu’m!
 
III/A
Dalgalar kayalarla öpüşürken kıyıda
Martılara çığlıktır melteminin nefesi
Kuvvet – kudret tükenmez bağrındaki Kayı’da
Yiğitler harman olur, destan yazar efesi
Turnalar haber verir sevenlerin âhından
Yesevî ocağında eksik olmaz Hû sesi
Sultanlar şaha varır Bektaşî bargâhından
Zulme karşı kalkandır, bir efsanedir Bolu’m
Köroğlu’na düz eyler yokuşu; Anadolu’m!
 
IV/D
Hilalle yıldız gibi nikâhımız ebedî
Yiğit olan döner mi ahdinden, ikrarından?
Biz Yunus’un aşkından öğrenmişiz edebi
Eğri odun taşımaz dergâhına, arından.
Ötenin ötesinden seni gözler melekler
Veysel “sadık yâr” deyip, haber verir yarından
Canfeza bakışında seyran eder felekler
Bir bedene bağlanmış yedi bölgedir kolum
Yedi veren goncadır kokuşu; Anadolu’m!
 
V/O
Nesl-i Âsım yetişir adının duldasında
Heybende saklı durur üçler, yediler, kırklar
Kardelenler boy verir şehadet duldasında
Dilinde zikir büyür, gamzende sarmaşıklar.
İsminin yüceliği bir teşbîh-i beliğdir
Yüreğinin üstünde semah döner âşıklar
Ana’m! Cennet kokulum, beni göğsüne değdir!
Simyanla hârelenmiş sana müptela kulum
Tarifsiz bu ateşin yakışı; Anadolu’m!
 
VI/L
Şebnem düşer filize gözünün buharından
Şakayıkla kelebek meşke düşer gözende
İklimler tebessümü öğrenir baharından
Meriç taşar, bulutlar düğmesini çözende
Tarihin şulesinde raks ederken mısralar
Kelimeler hasretle aşkı emer dizende
Ve her şiir, bir kalbin kapısını aralar.
Zirvende çam kozası, yatağında bir gölüm
Dünya denen rüyanın ak düşü; Anadolu’m!
 
VII/U
Şefkatli kucağındır yurdum, yuvam, sitârem
Sen payidar ol diye canımdan can sökerim
Sevdamı taşıyamaz ne Mecnun ne de Kerem
Bayrağına süzerim kanımdan kan dökerim
Kapında kutlu sefer müjdesidir heybetim
Ben senin eşiğinden gittiğim an çökerim
Fırat gibi coşkunum, Toros gibi kudretim
Uğrunda yaşam ne ki, düğün dernektir ölüm
İman ettik, bu sevda Hak işi; Anadolu’m!
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir