FATMA CAMCI
El Fatiha |ÖYKÜ|
“El-bâki Hüve’l bâki"
Hoca Efendi mevtanın kim olduğundan bihaber “El Fatiha!” diyor. O an yüzüme müstehzi bir ifade yerleşiyor. “Seküler, bizim Rahmetli. “Fatiha’ya gerek yok.” diyecek oluyorum, tutuyorum kendimi. Kirli çamaşırları dökmeye gerek yok. Ne de olsa seramoninin bir ağırlığı bir adabı var.
Hepi topu iki kişilik bir cemaatin iştirak ettiği olağan görünen ama olağan olmayan bir merasim yaşanıyor. Duygu muamasında gidip geliyorum. Anılar canlanıyor zihnimde, hatıralar etrafta uçuşmaya başlıyor. Zihnim bana tuhaf oyunlar oynuyor. Bedenim gerçekten o zamana mı ışınlanıyor yoksa ruhum mevtanın başındaki bedenimden ayrılarak astral bir seyahate mi çıkıyor kestiremiyorum. Ayaküstü histerik bir duyguya kapılıyorum.
Etrafımda uçuşan anılardan birini yakalıyorum. Kendimi iki yıl önce ilk defa rastlaştığımız otobüs durağında buluyorum. Birbirimizden habersiz aynı istikametin yolcularıyız; eşim, ben ve Rahmetli… Kısa zaman sonra anlıyoruz, aynı hikâyenin figüranları olduğumuzu.
Her şey çok canlı, her şey aşırı gerçek… Dünya üçümüzden ibaret gibi… Önce bakışlarımız buluşuyor, o durakta. Sonra tebessümlerimiz, sonra sözcüklerimiz… Mutluluk sarhoşluğuyla mest olmuşuz, bu muhabbetin ömrümüzün sonuna kadar süreceğine aldanıyoruz. Ağzımız kulaklarımızda, aklımız bir karış havada üçümüzün arasında duygusuna meftun olduğumuz, zamanla da müptelası olacağımız bir durum yaşanıyor. Şikâyetimiz yok. Zaman dursun ve âna hapsolalım istiyoruz. Sözler, vaatler havada uçuşuyor. Derken rahmetli kulağıma bir şarkı mırıldanıyor. Zeki Müren’in bir şarkısını
“Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar
Sevgilim sen olmasan bu dünya neye yarar.”
Eşim de şarkıya eşlik ediyor. Şarkı bitince yeminler edip andlar veriyoruz. Rahmetli’nin bizi birbirimize vesile kılmasına minnet duyuyoruz. Ömrümüzün sonuna dek birlikte yaşayacakmışız gibi derin bir bağ kuruyoruz. Hayatımızdan çıkmasına asla izin vermeyeceğimizin, hep bizimle olacağının vaadinde bulunuyoruz. Rahmetli de zaten “Sizden başka kimsem yok, varım yoğum sizsiniz.” diyor sürekli. İnanıyoruz, zira üçümüz birlikte çok mutluyuz.
Zihnimi kamaştıran anları hatırlamanın mutluğuyla mezarlıktaki bedenime dönüyorum. İtimadımızın, itikadımızın tam olduğu Rahmetli’ye bakıyorum. Boylu boyunca yatıyor, hesapsız kitapsız. Zihnimdeki hezeyan bitmek bilmiyor. Geçmişi yaşamaya devam ediyorum, oracıkta. Bir zamanlar hiç bitmeyeceğine körkütük inandığım enerjisinin, neşesinin bittiğine tanık olmak acı veriyor. O zamanlar birbirimize duyduğumuz merak, tanıma isteği, keşfetme heyecanı hiç bitmeyecek gibi… Lakin öyle olmuyor ve zamanla kaybediyor zindeliğini Rahmetli.
Tartışmalar başlıyor, ölümüne kavgalar… Beddualar havada birbiriyle çarpışıyor. Şüphe her yerde kol geziyor, serkeş kollarını boynumuza dolamaktan imtina etmiyor. Rahmetli biraz toparlayınca inancımızı tazeleyip, bizi sarıp sarmalıyor. Geçen her gün, her hafta her ay, her yıl aramıza ulaşılmaz mesafeler, aşılmaz engeller koymaya devam ediyor. Bu gelgitlerin ruhumuzda açtığı gedikleri sürekli görmezden geliyoruz. Bilmek kabule razı gelmiyor çoğu zaman. İşte şimdi can çekişmelerini de alıp hayatımızdan ebediyen gidiyor.
Artık şaşırtmayacak,
heyecanlandırmayacak,
mutlu etmeyecek,
uykusuz bırakmayacak
öfkelendirmeyecek bizi.
Üzgün müyüm? Evet, biraz… Eşimin ne hissettiğini anlamaya çalışarak göz ucuyla bakıyorum. Her zamanki gibi ketum kendileri, hâletiruhuyesiyle ilgili ser verip sır vermiyor. Hoca Efendi görev bilinciyle bitiriyor okumasını. Rahmetli’yi kazılan çukura, mezara mı demeliyim bilmiyorum güç bela indiriyoruz.
Hiç yaşamamış gibi,
hiç var olmamış gibi…
Bir an, çok kısa bir an için kalkacak, elimizden tutacak, hayata karışacak gibi güçlü bir his yüreğimi yoklayıp geçiyor. Gözlerime sökün eden yaşları aynı hızla geri püskürtüyorum.
Duygu karmaşasında cebelleşirken kabirden çıkmak için bir telaşla elini bana uzatan eşimle göz göze geliyorum. Tutmam için uzanan eli havada kalıyor. Öfkesi yanımdan geçip gidiyor. Umursamıyorum. Kabrin etrafında yeni kazılmış toprak öbeğinden umduğu medetle bir hamlede çıkıyor, mevtanın yanından. İçimdeki şeytan “Onu da göm, Rahmetli’nin yanına diri diri.” diyor. Öfkeli gözlerimiz saatlerdir ilk defa buluşuyor ve aynı hızla ayrılıyor. Yabancılık hissi ikimizin de yüzünü yalayıp geçiyor. Topraklı ellerini temizlerken soğuk buz gibi bir sesle;
“İlk toprağı sen at, istersen. Heyecanını görebiliyorum.” diyor. Kaşla göz arası kendince laf sokuyor bana ama hiç oralı olmuyorum. İnadına hain bir sırıtışla;
“Zevkle bebeğim…” diyorum.
Beklemediği bu tavrımla suratının allak bullak olduğunu görmek beni daha da keyiflendiriyor. Görev bilincindeki Hoca Efendi sorgular, sorar gözlerle garipseyerek yaşananları izliyor.
Sevgili eşimin sözünü ikiletmiyorum, elinden aldığım küreğe, toprağı ilk hamlede zar zor dolduruyorum. Kürek ağır,
yaş toprak ağır,
Rahmetli de ağır, alabildiğine yaşadıklarım da…
Bir, iki derken üçüncüye ne kolumda güç kaldı ne de yüreğimde takat. “Bu çukuru kapatmak saatler alır. Bitti işte oyalanmaya ne hacet.” diyen iç sesimle bir hayli savaşıyorum. Ben bu savaşı verirken eşim küreği elimden çekiyor, tavrına sinirlenip içerliyorum. Küreği elinden alıp kafasını gözünü yarmak için güçlü bir istek duyuyorum. Aynı güçlü istekle vazgeçip o çukuru tek başına sabırla doldurmasını bekliyorum. Hoca Efendi de işini tamamlamak için yanı başımızda tevekkülle bekliyor. Neyse ki çukuru kapatma işi tahayyül ettiğimden daha kısa sürüyor. Hoca Efendi önce Arapça bir şeyler mırıldanıyor sonra Türkçe devam ediyor, sözlerine. Başta söylediği şeyleri yineliyor bir kez daha. Hoca Efendi’nin sarf ettiği beylik cümleler arasında “Her nefis ölümü tadacaktır." ayetiyle hayat denen döngüyü, devinimi sorguluyorum. Bitmez denilen her şeyin önünde sonunda biteceğini… Başlangıçlar ve bitişler arasına sıkışmış hayatlarımızı ve daha birçok hususu…
Hoca Efendi’nin “El Fatiha” sesiyle sıyrılıyorum, sorgulamalarımdan ve daha kaç kere “El Fatiha okuyacağız. “ diye göz ucuyla Hoca Efendi’ye bakıyorum.
Duasını alelacele bitiren Hoca Efendi, başıyla bizi selamlayarak görev bilinciyle bir sonraki mevtaya koşar adım uzaklaşıyor, yanımızdan. Kendi ellerimizle gömdüğümüz aşkımızın başında eşimle kalakalıyoruz. Ölen aşkımız için son kez el Fatiha…
Asanatlar "şiirden sinemaya" 
