Eski Filmlerde Kaldı Eski Sevdalar

CANEY

Eski Filmlerde Kaldı Eski Sevdalar
 
“İşte eskidik kırık bir hergelelik içimizdeki 
sen kolunu sıvarken ölüme, ölmüştük, iyi ki.”
Cafer Turaç
 
 
Çocukların masallarla, destanlarla büyüdüğü günler çok gerilerde kaldı. Gençlik hayallerini büyütmek için okuldan firar edip gittikleri sinemalar da çok eskilerde…
 
Ne yürekleri en dokunaklı yerinden yakalayan filmler var artık ne de yüreklerin en dokunaklı yerinden yakalandığı sevdalar.
 
O siyah-beyaz filmdeki;
 
“Aşığım ben Selma’ya
Yüzü benzer bir aya
Uçtu gitti elimden
Düştüm karasevdaya”
 
türküsünü o zamanlar seyredenlerden bile kaç kişi hatırlar şimdi…
 
Hızla değişti dünya nerede nasıl büyüdüğünü anlayamadığımız insanlarıyla…  Anlayamadığımız yeni fotoğraflarıyla, yeni resimleriyle, yeni romanlarıyla, yeni filmleriyle,  yeni oyuncaklarıyla, yeni oyunlarıyla her yanımızı öyle çok örseledi ki dünya. Hızla kaybettik kendimize ait olan hayatı, bize sağır, bize kör bir yaşayışın sokaklarında. Kendimize ait olan ne varsa kaybede kaybede eksildik ve eksildikçe eskidik.
 
Dedemizin o çok sevdiğimiz karakalem keklik resimleri nasıl solduysa, eskidiyse biz de öyle eskidik.  Çocukluğumuzdan kalan birkaç siyah-beyaz fotoğraf nasıl solduysa, eskidiyse öyle eskidik.
 
Evet, biz eskidik çünkü henüz hiç bir kameranın hiç bir objektifinin görüntüleme kalitesi insan gözbebeğininkine ulaşamadıysa da son yüzyılda görüntüleme teknolojisinde büyük ilerlemelere tanık oldu tüm dünya…
 
Öyle ki bütün iletişim teknolojilerinin köklü değişiminin ve hızlı gelişiminin kaynağında da görüntüleme teknolojisindeki bu büyük ilerleme var.
 
Bu ilerlemeden en çok Sinema Sanatı etkilendi elbette. Yedinci Sanat, bu güçlü etkiyle aynı oranda imkânlar bakımından ne kadar hızlı güçlendiyse aynı etkiyle içinin boşaltılması da o kadar hızlı oldu.
 
Oysa “Sinema”  içi boşaltılmadan önce ‘eski’den varoluşun künhüne varmaya, hayatın gerçek anlamını kavramaya giden yolda insanın yola çıkma arzusunu, hayal kurma ve düşünme gücünü artıran çok özel bir büyü idi adeta, tıpkı şiir gibi büyüleyici ve hatta şiir gibi bir dua…
 
Evet, sinema ve şiir, sinema ve duygu, sinema ve fikir… Bunların nasıl birbirinden koparıldığına şimdi yaşasaydı “Tarkowski” ne derdi acaba ya da bizdeki Yılmaz Güney, Ömer Lütfi Akad, Metin Erksan gibi “eski” ustalar…
 
Elbette sinema sanatının içinin boşaltılmasında “Hollywood”; öncülüğü başkalarına bırakmadı. Hollywood milyonlarca dolar harcayarak çektiği filmlerle sinema sanatın içini boşalttıkça, milyonlarca yüreksiz ceset de o filmler için sinema salonlarını doldurdu.
 
Sinemayı da dünyaya hükmetmenin araçlarından biri olarak gören kapitalizmin, insanlık için son derece kötü, yanlış ve çirkin olan bu başarısında her ne kadar sinema sanatının büyük paralarla yapılabilir olmasının büyük payı varsa da iyi, doğru ve güzel için savaşanların artık eskiler’de kalmasının da payı var gibi…
 
 Sinemanın şiir gibi bir dua olan bütün yanlarının yok edilip şeytani bir büyü olarak kullanıldığı bir dünyada ve çağda artık ne “Lili” gibi filmler olur, ne de “Liliyar” gibi Sezai Karakoç şiirleri…
 
Elbette umutsuz olmamalı, elbette hüznümüzü gülünç görenlere aldırmamalı, her şeye rağmen bütün zamanların en güzel filmini çekebilmenin hayalini kurmalı ama Şair Cafer Turaç’ın dediği gibi:
 
“İşte eskidik kırık bir hergelelik içimizdeki 
sen kolunu sıvarken ölüme, ölmüştük, iyi ki.”
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir