Warning: Attempt to read property "post_excerpt" on null in /home/asanatlar.com/public_html/wp-content/themes/sahifa/framework/parts/post-head.php on line 73

Hece Taşları Dergisinin 36. Sayısı

Hece Şiirleriyle
Dolu Dolu
 
Hece Taşları
Dergisinin
36. Sayısı Çıktı
 
Tayyib Atmaca’nın Genel Yayın Yönetmenliğinde çıkan, yine hece şiirleriyle dolu dolu olan “Hece Taşları” şiir dergisinin 36. sayısındaki isimler:
 
Ali Kemal Mutlu, Cumali Ünaldı Hasannebioğlu, Ahmet Efe, Ferqane Mehdiyeva, Ali Rıza Kaşıkçı,  Ahmet Doğru, Mehmet Atilla Maraş, Metin Mert, Kadir Altun, Erol Koca, Lütfü Kılıç, Mehmet Pektaş, Qeşem İsabeyli, Köksal Cengiz (Niyazkâr), Rukiyye Aydın, Fatih Kandemir, Özcan Gülçin, Tayyib Atmaca, Ahmet Yalçınkaya.
 
 “Hece Taşları” dergisinin 36. sayısında yer alan Rukiyye Aydın’ın “Hüzün Senfonisi” şiirini ve Tayyib Atmaca’nın “Kuru Gürültü” yazısını tadımlık olarak alıntıladık, aşağıda okuyabilirsiniz.
 
RUKİYYE AYDIN
Hüzün Senfonisi
 
Tek sen misin ey gönül kirişleri kırılan?
Bir nihavent sesinde can evinden vurulan
Niçin yüce dağları söküyorsun yerinden
Gökyüzüyle söyleşip sızlıyorsun derinden
Âleme bir bak hele, gözlerini çevir de
Diline vâkıf olup yüzünü bir “çevir” de!
 
Yıllar yılı işte ben, bu ses ile uyandım
Güftesiz bir bestenin sevdasına boyandım
 
Şarkılara sor önce, besteleri süzerek
Ritmiyle hem-hâl olup deryasında yüzerek
Sormadan dönme sakın, sesi kime ulaşır?
Nihavent benim ile söyle neden uğraşır?
Hicaza dalma sakın yanarsın ciğerinden
Hüzzam alıp götürür, olursun diğerinden
Âlemlerin sırrına ritmiyle eşlik eder
Her âşığın dilinde mâşukunu zikreder
 
Yıllar yılı işte ben, bu ses ile uyandım
Güftesiz bir bestenin sevdasına boyandım
 
Güneşe sor ey gönül; kendini neden yakar?
Âlemi aydınlatır, sinesinden lav akar
Deste deste sunarken ışığı dünyamıza
Fersah fersah yücelir kurulur hülyamıza
Âşıklar bekler onu, gecenin göğü bekler
Dert ile tükenmişler, tanyeriyle emekler
Bıçak gibi keskindir bakışı gözümüze
Sımsıcak bir sevdayla sokulur özümüze
Sanırsın ki ey gönül; habercisi yarının
Oysa yanar özün de, özlemiyle yâr’inin
 
Yıllar yılı işte ben, bu ses ile uyandım
Güneşsiz bir ateşin sevdasına boyandım
 
Geceye sor ey gönül; neden göğü karadır?
Âşıkları dert küpü, sineleri yaradır
Kaç âşığın sırrına, yıldızı şahit olur
Her dua her niyazı, göklerde ahit olur
Yıllar yılı işte ben, bu ses ile uyandım
Sabahsız bir gecenin sevdasına boyandım
 
Yıllar yılı işte ben, bu ses ile uyandım
Sabahsız bir gecenin sevdasına boyandım
 
Toprağa sor ey gönül; bağrı neden yaralı?
Sinesini ezelden, Âdemoğlu saralı
Dinle bir bak ne diyor sanki ana yüreği
Dinler iken yavaşça, yavaşça sal küreği
Sırtındaki vebali ezel kadar uzaktır
Havva’nın adımları onun için tuzaktır
Su ile karılınca Âdem çıktı meydana
İnsanoğlu yerleşti toprak dediğin hana
Kirletilmesin diye, adımlara yalvardı
Sen bağrına vurdukça sarardıkça sarardı
Aldı sonra koynuna yüce Âdemoğlunu
Sarıp örttü üstünü, nice Âdemoğlunu
 
Yıllar yılı işte ben, bu ses ile uyandım
Topraksız bir mezarın sevdasına boyandım
 
 
TAYYİB ATMACA
Kuru Gürültü
 
Herkes kendi mağrasına çekilmiş, çıkmaya korkuyor insan içine, otobüste tramvayda vapurda, yanımıza bir başkası otursa, elimize telefonu alırız, uzaktaki sanal dostlarımızla, koyu bir sohbete kapı açarız, ağzımız kıpırdar sesimiz çıkmaz, yanımızda karşımızda kim varsa, varlığından habersize yatarız, kendi kendimize gülücük atıp, ara sıra kikir kikir güleriz, nasıl olsa bir dışardan bakan yok, bedeviyim bedevisin bedevi.
 
Toprağa basmayız göğe bakmayız, lakin yıldızlarla yatıp kalkarız, her gecemiz bir diziye ipotek, her günümüz bir yarına borçlanır, hastalığımızı sosyal medyada, paylaşırız dostlar tıklasın diye, kendi sözlerimiz görsellerimiz, kes kopyala yapıştır ve devam et, önce bir besmele bir de salavat, arkasında bayrak zinciri yapıp, yattığımız yerden söz roketini, atarız düştüğü yere bakmayız, konuşuruz başkasının ağzıyla.
 
İnsan arazimiz çoraklaştıkça, soframızda çoğalıyor kuş sütü, nefis terazimiz doğru tartmıyor, içi boşalıyor vicdanımızın, bazen kellesini koltuğa alıp, bir yiğit çıkıyor meydan inliyor, kanımızda bir kıpırtı oluyor, hem alın hem gönül teri dökmeden, ezan susmaz bayrak inmez diyerek, kuru gürültüden öte geçmeyiz, ismet abi bir el salla ordaysan, toparlandık gitmiyoruz tamam da, herkes kese attırıyor hamamda.
 
Çizdiğim bu tablo çok mu karamsar, dam başında yetişir mi pırasa, gece uyur gündüz uçar yarasa, balıklar da çıkar mıydı terasa, ilhama gerek yok hasretin var ya, kim kimle dolaşır kim kime parya, işlene işlene söz demir oldu, sûkutsa bakıra döndü dönecek, aklımızla aramızda sınır yok, bu lale devrinin edebiyatı, suya ve sabuna dokunmaz deyip, bol soslu imgesel cümleciklerle, yemlenmez aç kalır ilham kuşları.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir