Vay Ben Ölem Atın Toprak Üstüme

MUSTAFA ORAL Vay Ben Ölem Atın Toprak Üstüme

MUSTAFA ORAL
Vay Ben Ölem Atın Toprak Üstüme
 
Hayat zaman ve mekândan ibarettir. Zaman ve mekânın ruhu vardır. İnsan onlara tabidir. Onların değişmez parçasıdır. Onlarla şekillenir. Zamanı ve insanı durağanlaştıran mekândır. Gerçekte zaman ve insan akıp giden çağlayandır. Ne kadar çağıldarsa o kadar arınır, berraklaşır.
 
En çok ve çabuk kirlenen su göldür.  Havzası kapalıdır. Denize ulaşamaz. Durgun su kirlidir, içilmez. Bulanıktır, kendinden başkasını göstermez. En çok ve çabuk kirlenen insan, kendi derdine düşendir. Dünyası kendisi olan başkalarının dünyalar kadar derin denizlerine kapılarını kapatmıştır.
 
İnsan uçlara sevdalıdır. Gâh kuyu dibinde, gâh minare tepesindedir.  Habil ve Kabil bir kadının kuyusuna düştüler. Habil tehlikenin farkına vardı.  Suyun kirleneceğini, elinin kana bulanacağını hissetti. Kabil’in gözünü aşk bürümüştü. Gönlü kirlenmişti. Bu işi kan temizler sandı, kardeşini katletti.
 
Nuh (as) döneminde insan koca dünyaya sığamadı. Dünyanın suyu, insanın kanı kaynadı. İnsan kirlendikçe kinlendi. Kinlendikçe kirlendi. Nuh (as) kini ve kiri hissedince bir gemi yaptı. Büyük bir tufanın geldiğini söyleyerek halkı gemiye çağırdı. Eşi ve oğlu dahi uyarıyı dikkate almadı. Ancak elli kadarı çağrıya cevap verip gemiye bindi. Az sonra uyardığı felaket geldi. Kavmi helak oldu. Gemiye binenler yeni bir medeniyet kurdu.
 
İslam Mekke’de dünyaya geldi. Mekkeliler zemzemi kirlettiler. Müminlere bir damla su vermediler. İşkence ettiler. İnsanın kirlendiğini, mümin kanının helal sayıldığını fark eden sahabeler hicret ettiler. Gayrimüslimler şehri terk ettikten sonra meydan sahabelere kaldı. Medine’de yepyeni bir medeniyet inşa ettiler. Her geçen gün sayıları da, dünyalıkları da artıyordu. Dün Mekke’de can suyu gibi iman hakikatlerini yetiştirmeye çalışan sahabelerin kalbine dünya kaçıyordu. Gemi yavaş yavaş su alıyordu. Dünya daha güzel görünüyordu gözlerine. Başkalarına özenti artıyordu. Dünya pazarı bütün güzelliğiyle önlerine serildi. Fitne kol geziyordu. Sahabeler birbirinin elini, gözünü gözlüyordu. Bedir’de, Uhud’da omuz omuza savaşan sahabeler münafıkça tuzaklarla birbirlerine düşüyordu. 
Vay Ben Ölem Atın Toprak Üstüme
Büyük tufan geliyor
 
Mekke’nin fethi Nuh’un gemisiydi. Durursan düşersin. Durulmak isteyen durmamalıydı. Gemiye binilmeli, başka diyarlar fethedilmeliydi. Olmadı. Nazara geldiler. Medine pazarı tatlı geldi. Medine batıyordu. Havada kan kokusu vardı. Kardeş kardeşi katledecekti. Kokuyu alan, batmaktan korkan sahabeler şehri terk ettiler.
 
İstanbul’dan Moğolistan’a, Filistin’den Türkmenistan’a kadar yayıldılar. İmana muhtaç gönüllere zemzem taşıdılar.  Gittikleri yerlere ruh verdiler. Şehirler onlarla anılır oldu. Eyüp Sultan yetmişyedi yaşında İstanbul’a geldi. Eyüp semtine ismini verdi.
 
Medine’de kalanların çoğu kardeş kavgasında katledildi. Öldü, öldürdü. Kalanların bedenleri bir tarafa gönülleri yaralandı. Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan Müslüman olduğunu iddia edenlerce katledildi. Hz. Osman’ın Yahudi soyundan bir hain olduğu fitnesini yayan münafıklar cenazesinin Yahudi mezarlığına defnedilmesini isteyecek kadar pervasızlaştı. Öyle bir korku ve fitne ortamı oluştu ki o kadar sahabenin olduğu şehirde cenazeye ancak yirmi kişi katılabildi.
Vay Ben Ölem Atın Toprak Üstüme
Ertuğrul Gazi ve Mevlâna
 
Asırlar sonra Anadolu Selçuklu Devleti Konya’da mevzilendi. Anadolu’nun büyük kesimine hâkim oldu. Gerçek düşman yok sayılınca mümin müminin gözüne batar oldu. Tuz gölü kurudu. Tuzu kuru olanlar iktidarlarını korumak için birçok hukuksuzluğa girdiler. Mevlana’nın uyarıları sonucu değiştirmedi, müminler birbirini katletti.
 
O günlerde Ertuğrul Gazi çocuk yaşlardaki oğlu Osman ile Konya’ya geldi. Mevlana’yı ziyaret etti. Mevlâna, Selçuklu Sultanına kırgındı. Burnunun dibindeki evliyaya kulaklarını kapatmış, uzaktaki birine gönlünü kaptırmıştı. Uzaktaki yakını nasıl bilsin. Mevlâna elini Osman’ın omzuna koydu. Artık yeni şeyler söylemek lazımdı. “Madem Sultan elini başkasına uzattı, biz de elimizi Osman’a veririz.”
 
O gün Osmanlı’nın temelleri atıldı. Ertuğrul Gazi Söğüt’e döndü. Rumların suyuna gitti. Bir kısım Müslümanların eleştirilerine rağmen Rum mahallesinde bir kuyu açtı. İçenler yavaş yavaş Müslüman oldu. İslam yayılmaya başladı. Suyun berraklığını, imana muhtaç gönüllere suyun taşındığını gören safi kalpler dalga dalga Osmanlı’ya katıldı.
 
O temiz ruhlarla Bursa, Bosna, İstanbul fethedildi. Ne var ki Fatih Sultan Mehmet’in kardeş katli fetvasıyla sular tekrar bulandı. Kardeşkanı gökleri titretir, kalpleri ağlatır. İnsan bir âlemdir. Belki katledilenlerden bir Fatih daha çıkacak, âlemi fethedecekti. Satır, hatırı yendi. Devleti korumak bahanesiyle kardeşin hatırı kırıldı. Başı kesildi. Sultan kardeşlerini katlederse başkaları neler yapmazdı. Hain olduğu iddia edilen sadrazamlar, paşalar, makul şüpheliler katledildi. Her hukuksuzluk yeni sorunlar doğurdu. Kardeş kardeşe düşman oldu. Anadolu’da isyanlar başladı. 
 
Yeni bir dünyanın eşiğinde
 
Şahsi hayatında evliyalara yakışır bir hayat yaşayan II. Abdülhamit maalesef devlet idaresinde aynı hassasiyeti gösteremedi. Bir kısım Padişahların hata zincirine yeni halkalar ekledi. Baskı rejimi uyguladı. Mevlâna ruhlu Mehmet Akif, Hoca Tahsin, Bediüzzaman gibi akıbeti gören bilgeler suyun bulandığını hissettiler. Fakat Yıldız Sarayı’na seslerini duyuramadılar. Sultan yanlış yolda olduğunu söyleyenleri ya maaşla kendine bağlamaya çalıştı veya sürgün ve hapisle cezalandırdı. 
 
Veli Padişah II. Abdülhamit’in niyet halis olsa da uygulama yanlış olduğu için akıbet isteği gibi olmadı. Sultan, Zamanın Bediisi ve Akif gibi gönül erlerini dinlemek yerine başkalarını tercih etti. Mevlâna, Selçuklu Sultanına gönül koyduğu gibi Zamanın Bediileri de Akifler de Abdülhamit’e gönül koydu. Kader hükmünü verdi. 31 Mart Hadisesi gerçekleşti. Şefkatli Sultan II. Abdülhamit oyunu gördü. Kardeş kardeşi katledecekti. Geri çekildi. Ama artık çok geçti. Osmanlı yıkıldı. Laiklik endeksli seküler bir devlet kuruldu.
 
Mehmet Akif ve Zamanın Bediisi yeni şeyler söylediler. Fakat yeni yöneticiler de dinlemediler. Suyun bulanmasından medet umdular. Şeyh Said ve Menemen Hadiselerini, darbe ve darbe girişimleri, terör eylemleri, kitlesel ölümler takip etti. Kardeş hatırı kırılmaya, kanı dökülmeye devam etti.
 
Kardeşliğin yükseldiği, insani değerlerin yüceldiği Avrupa Fatihi Osmanlı’dan kardeşliğin çekilmesiyle merhale merhale bu günlere geldik. Bugün zor durumdayız. Son yıllarda o kadar çok kardeşkanı döküldü ki. Mevlâna, Zamanın Bediisi, Akif, Sezai Karakoç ruhlu o kadar çok insanın kalbi kırıldı ki. O kadar çok masumun hakkına girildi ki. Gelecek adına endişe etmemek mümkün değil.
 
Bir suda iki kez yıkanılmaz. Artık yeni şeyler söylemek lazım. Dışa açılmak, yeni insanlara ulaşmak, yeni dünyalara açılmak lazım. Enerjiyi içte harcamamak, gıybet ve güncel siyaseti bırakıp ortak hedeflere kilitlenmek, kardeşliği ve insani değerleri tekrar tesis etmek lazım.
 
Büyük manevi bir tufan geliyor. Sular bulanıyor. Kardeşkanı akıyor. Dostun canı yanıyor. Türkiye içe kapanıyor. İçe kapanan göl bulanır. İnsan bataklığa saplanır. Çağ Nuh’unu (as) bekliyor.
 
İnsan gemisini kurtaran kaptandır. Kendini kurtarandan ancak dünyayı kurtarması beklenir. Yeni şeyler yeni insanlarla yapılır. Suyu arındıran yatağını sürekli değiştirmesidir. Yeni yataklardan aldığı güzellikleri sağaltarak denize dökülür. İnsan yerinde duramayan, kabına sığamayan su olmalı. O halde:
 
Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork.
Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma.
Dünyayı yutan büyük latifelerini onda batırma.
Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar.
 
 

Bir Yorum

  1. Özcan Yurtsever

    Tşk'ler 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir