Şeker Hamuru

İLKNUR İŞCAN KAYA Şeker Hamuru |ÖYKÜ|

İLKNUR İŞCAN KAYA
Şeker Hamuru |ÖYKÜ|
 
Mahir Usta o gün çok tedirgindi. Yedi yıldır pastacılık sektöründe çalışmasına rağmen, şimdiye kadar aldığı en büyük işi eline yüzüne bulaştırmak istemiyor; köpüren düşüncelerini biraz önce kırdığı yumurtaların köpüğü ile kıyaslıyordu.
 
Çırpma teli döndükçe, Güneş çevresinde dolanan gezegenler gibi, ümit, yaşama sevinci denizlerden kıyılarına taşıyor, bu sıcaklıkla ısınan -ısıttığı- yürekleri görüyordu. Yedi yıldır bu böyleydi.
 
Yumurta beyazlaştıkça beyazlaştı. Ununu elediği ve diğer malzemelerini eklediği kıvamlı hamuru kalıba döktü. Fırından çıkmasını beklediği pandispanyaya eklenecek malzemeleri tezgâha dizerken, bir yandan kremşantiyi hazırlıyor, bir yandan kremanın durumunu kontrol ediyordu. Elemanları tarafından da duy takımı, sıvama standı ve diğerleri yerlerini alıyordu…
 
Nihayet pişen ve soğuyan pandispanya kremaya bulanmış; pasta bıçağı üzerinde gezinirken, onu yoklayan düşünceler de ondan uzaklaşır olmuştu.
 
Pasta tarağını pastanın etrafında dolaştırdı. Ona -hayalleri gibi- düzelterek şekil verdi.
 
Yanında çalışan elemanlardan biri, kesme testeresini kaldırırken, bir diğeri yeni duy takımını yanına dizdi. Sıkma torbasını da eksik etmedi. Ustaları bir şey istemeden elemanlar bilir, yanına a’dan z’ye her şeyi sıralar, işi bitenleri ise yıkanmaya atarlardı. Mahir Usta onların bu hallerini, cerrahi müdahalede bulunan doktora yardım eden, hemşirelere ve sağlık personellerine benzetirdi. Doktora neşter, stent, narkoz lazımdı. Mahir Usta’ya da çırpıcı, gıda boyası, karbonat… Yaptığı işin hayati olup olmadığı tartışmaya açıktı. Ancak ona göre o da hayat kurtarıyor, hayat kuruyordu.
 
Pastanenin en küçük elemanı şeker hamurlarını getirirken ustası ona baktı. “Atom karınca gibi maşallah. Ne kadar hevesli çalışıyor.” diye düşündü. Şeker hamurunu ütülemek onun göreviydi. Bu işi yaparken sanki kendi içindeki kırışıklıkları açıyor, yüreğine ektiği minik tohumlar renk renk açmayı bekleyen çiçekleriyle yaşamında yol alıyordu.
 
“Ah insanlar!” dedi sesli şekilde. Doğduğun aile… Hayat, azgın bir nehirle boğuşan yaprağı, nereden nereye sürüklüyor? Sürüsü olmadan uçan kuşu yutmayı bekleyen, ağzını açmış girdap gibi sürüklendiği boşluk, bu çocuğun kaderi olmuş, diye düşündü sonra. Küçük ellerine bakarken sıcaklık hissetti yüreğinde. Sonra krema bulaşmış kendi ellerine baktı ve kaybettiği pek çok şeyi hatırladı.
 
Nemli gözlerine aldırış etmeden “Hadi hadi hadi!” diye keyifle pastasını sıvamaya devam etti. Gözü saate ilişti. Geçmişteki gibi değil, bir çırpıda geçiyordu saniyeler, dakikalar… Yerinde saydığı günler geride kalmış; şimdilerde zaman, hayatı büyük büyük adımlar olmuştu. Saçlarında hızla artan aklar gibi.
 
Çevresine baktı… Yeni yolculuğuna, heves içinde koşuşturan ekibine… Huzuruna, mutluluğuna, yeşerttiği sevgiye baktı. Nazar etmeden, gururla… Tuttuğu ellere, şimdilerde üreten, güzellikler sunan, fayda vermeye çalışan; kimi pişman, kimi kendini, kimi doğruyu bulan, arayan, dünyaları farklı ama mücadeleleri aynı olan hikayelere baktı.
 
Pişmanlıklarını ortaya koymak istercesine didinen, -kendisi gibi- artık temiz sayfaları ile var olmaya gayret eden, bunu büyük ölçüde başaran niyetlere baktı.
 
An insanlara neyi kazandırıyor, neyi kaybettiriyordu. Kaybedişi en iyi bilenler olarak -artık- kaybetmek istemiyorlardı. En çok da güveni. Kazanmak istedikleri; onlara itimat eden kalplerle beraber; başarıyla örecekleri temiz bir ömürdü…
 
Pasta, son halini almış, pasta altlığına yerleşmişti. Yavaş yavaş kutusuna kondu. Araca yüklenirken, “Yavaş gidin, itinalı bir şekilde taşıyın!” dedi elemanlarına…
 
O sırada yanına, utana sıkıla bir genç yanaştı. Ona baktı Mahir Usta.
 
Araç giderken “Haydi selametle!” dedi arkasından. Genç konuşuyor ama kendini bile zor duyuyordu. “Ben…”
 
Mahir Usta gence, “Çekinme. De diyeceğini…” dedi. Genç, kendini toplayarak, “Cezaevinden iki ay önce çıktım. Bana göre bir iş var mı acaba?” dedi. Göz teması kurmuyor, önüne bakıyordu. Bıyıkları dahi terlememiş gencin hâli, yine sarstı Mahir Usta’yı. Sonra aklına radyoda geçen hafta verdiği röportaj geldi.
 
Yorgundu. Pastaneye yollanmış giderken, arkasını dönüp gence baktı. Başıyla işaret ederek “Gel benimle…” dedi.
 
Yeni bir şansa ihtiyacı olan bu gençle içeri geçti. Ekmeğini ve umutlarını bölüşmek için…
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir