Nur İsm-i Cemili

MEHMET ALİ BAL
Nur İsm-i Cemili
 
“En-Nûr” İsm-i Cemili öz olarak "Âlemleri nurlandıran, dilediğine nur veren, dilediği simaları, akıl ve gönüller nurlandıran" demektir.
 
Lügatlerde « Naare/ Yenuuru/ Nevran, Niyaaren eşşey’u » yani « Bir şey parlamak, aydın olmak » fiilini görmekteyiz. Kelime kendi başına veya aldığı farklı eklerle değişik anlamlara gelmektedir. Bazı anlamları yaşanılan coğrafyanın veya işlevinin mantığıyla ilişkilidir. Mesela, “Nar el cemelu” “Devenin üzerine damga vurmak” demektir. Bu bizim kültürümüz ve çağrışım dünyamızda da aynıdır.
“Naar el kavmu” “Bozguna uğrayıp yenilmek” demektir. “Naare/ Yenaaru/ Nevran, Nivaaren, Nevaaren emineşşey’i” fiili ise “Bir şeyden, töhmet vs.den kaçmak” demektir. “Naaret el fitnetu” Fitne yayılıp genişlemek” demektir. “Enaare inaaret-ul eşşey’e” “Bir şey aydın olmak” manasındadır. “Naaret eşşeceru” “Ağaç çiçek açmak”, “Naaret eşşey’u” “Bir şey hoş olmak, latif olmak”, “Naaret el meselete” “Bir hususu açıklamak”, “…. El mekaane” “Bir yeri aydınlatmak”, “… et-temru” ise “Hurma çiçeklenmek”, “… eş-şey’e” “Bir şeyi aydın kılmak, aydınlatmak”, “… ez- zer’u” ise “Ekin yetiştirmek, idrak etmek”, “… el emra” “Bir işi açıklamak”, “Naaret alaa fulaanin” “Birine yol göstermek”, “Tenevvere tenevvuren” “Aydın olmak”, “İstinaare istinaareten” “Aydın olmak”, “… bihi” izafesiyle “Işığından faydalanmak”, “… el mer’ete” “Kadını töhmetten uzak turmak”, “.. aleyhi” “Birine zafer bulup galip olmak”, “… er-raculu” “Aydın ve kültürlü kişi olmak”, vs. demektir.
Bu anlamların hepsini yazmaktansa kısmen işaret edip geçelim. “Ateş, görüş” anlamındaki “Naar, Niiraan” bu kökten gelmektedir. “En- nevaaru, (Çoğ. Nuur)” “Töhmetten kaçan kadın, Erkekten kaçan dişi hayvan” demektir. “En nuuru, (Çoğ. Envaaru)” “Beyaz çiçek”, yine aynı kelime aynı çoğul kalıbıyla “Aydınlık. Karanlığın zıddı. Işık. İç aydınlığı. Bitkinin güzelliği” demektir. Ve hakeza. (El Mevaarid; Mevlüt Sarı).
 
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi kelimenin çeşitli anlamlarını da içerecek tarzda geniş bir izahta bulunmamızın nedeni, özellikle dini ıstılah ve dini tefekkür açısından Arapçanın dil zenginliğinden istifade etme niyetidir. Özellikle Zat-ı Bari’nin (cc) esma ve sıfatlarının tefekkürü, idraki ve bilinmesinde bu zenginliğin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Vakıa esmanın ihtiva ettiği manaların dışında şaz manalar olabileceği durumunu hiç dışlamıyoruz. Ancak, bunun isimlerinin manalarındaki mahiyetinin zenginliğini işaret etmek istiyoruz.
 
Kuran’da “Allah, iman edenlerin yardımcısıdır. Onları dâlâlet karanlıklarından (kurtarıp) hidayet nûruna çıkarır. Kâfirlerin dostları ise şeytanlardır. Kendilerini nurdan (ayırıp) karanlıklara sokarlar, işte bunlar cehennemliktirler (Ateşin halkıdırlar); orada ebedî olarak kalıcıdırlar” (Bakara/257)ayeti kerimesinde “Nur” kelimesi “Karanlıkların, zulümaatın” zıddı olarak kullanılmıştır. Allah (cc) müminleri akıllarında, vicdanlarında ve sezgilerinde karanlıklardan nura çıkartır. Vahiy kalp otağına iner ve bir iman kandili yakarak sahiplerini nura çıkartır. Nur ile dolu ve aydınlanmış bir âleme/ boyuta/ seviyeye/ ve keyfiyete yükseltir.
 
“Allah göklerin ve yerin nurudur (Aydınlatıcısıdır). Müminin kalbinde, nurunun sıfatı: Sanki bir hücre ki, içinde bir lâmba var; lâmba da cam bir mahfaza içinde; o cam mahfaza, sanki (Parlayan) incimsi bir yıldız. Bu lâmba, güneşin doğuşunda ve batışında gölgeye düşmeyen mübarek bir zeytin ağacının yağından tutuşturulur. Bu öyle (Saf) bir yağdır ki, nerde ise ateş dokunmasa da aydınlık verecek. Bu aydınlık, nur üstüne nurdur (Allah’ın müminlere hidayeti, iman nuru üstüne bir nurdur). Allah, dilediği kimseyi nuruna (İslâm dinine) kavuşturur. Allah, insanlara böyle misaller verir (Ki ibret alıp iman etsinler). Allah, her şeyi bilir” (Nur/35).
 
Allah (cc) göklerin ve yerin nurudur hükmü ile “Bütün âlemin O’nun nuruyla varlık elbisesi giydiği, varlıkta tecelli eden Esma-ül Hüsna’nın “Nur İsm-i Şerifi” ile nüfuz, tecelli ve tezahür ettiği, her şeyin kaynağının Allah (cc) olduğu ifade edilmektedir. Doğrusunu Allah (cc) bilir. Nur İsm-i Şerifi Kebir, Aliyy, vb. isimlerin soyut manalarındaki genişlik ve kuşatıcılık gibi bir genişliğe ve diğer esmanın tecellisine mecra ve mehaz olma keyfiyetine sahiptir. Allah (cc) bizim inancımızda varlık üzerine “Nuru” ile tecelli eder.
 
Allah (cc) göklerin ve yerin nurudur. Onun (cc) varlığıyla keyfiyetini ancak kıyasen ve kısmen ifade edebileceğimiz katı, karanlık, hiçliğe mahkûm olan varlık âlemi adeta canlanmaktadır. Karanlık ölüm ve yokluk karanlığıdır. Ayeti kerimedeki mutlak “Allah (cc) göklerin ve yerin nurudur” hükmü ise “Ancak Allah (cc) göklerin ve yerin nurudur” demektir. Diğer yandan da Allah’ın (cc) nuru ile tecelli etmesi ezelden ebede kadar devamlıdır, inkıta yoktur manasındadır. Nitekim Nur İsm-i şerifinin kurumuş ve mağlup olmuş İslam milletlerine hayat verme, öldükten sonra diriltme, adeta yeniden canlandırma tecellilerinin mecrası ve formu olduğunu bu çerçevede görüyoruz.
 
Eşyanın bilinmesi, idrakimizin her boyutunda varlık ve hayata kavuşması Nur ismi ile mümkündür. Allah (cc) yarattığı âlemleri görecek gözü, idrak edecek aklı ve basiret melekesini, vs. yaratarak Nur İsminin tamam tecellisine bizleri mazhar etmektedir. Bu çerçevede “Nur” basit bir ışıklanma ve parlama demek değildir. Mahiyetinde ekser Esma-ül Hüsna’nın tecellilerini taşıyan münezzeh ve mukaddes manada bir Nur-u İlahi’dir. Her şeyin açığa çıkarılması, bilinmesi, hikmetle görünmesi ancak Allah’ın (cc) Nurunun tecellisine mazhariyetledir. Bu mazhariyet bizi Hadi, Alim, Hakem, vb. isimlerinin tecellilerine de bizi eriştirir. Geçmişteki Sühreverdi’nin kurucusu olduğu “İşrakiye” ekolünün temsilci ve takipçilerinin perspektifi felsefi ve akli bir çerçeve olabilir. Bu çerçeve ve mikyas ile Nur isminin tecellilerini tam idrak edemeyebiliriz. Ancak bize kısmi bir görüş, idrak ve duyuş imkânı sağlar.
 
Nur ism-i şerifinin idraki için Tevhit cümlesi etrafında örgülenmiş Esma-ül Hüsna’nın tecelli ve tezahürlerine dair külli bir akıl gerekir. Ancak zikrettiğimiz ekoller ve müktesebat idrak çabamızın mikyas ve araçlarıdırlar. Vakıa bu araçlar, her ne kadar Kadim Yunan felsefesinden neşet etmişler ise de “Kadim İslam ulemasının” tabiriyle “Müslüman olmuş müktesebattan” sayılmaktadırlar. “Tevhit cümlesine zarar vermemek koşuluyla” istifade edilirler. Nitekim “İşrakiye’nin” müntesipleri felsefi görüşleriyle kadim İran’ın “Ehriman ve Ahuramazda’sı” arasında bir ilişki olmadığını belirtmişlerdir.
 
Nur ism-i şerifinin sübjektif (Enfusi) varlığımıza tecellisi ile objektif (Afaki) varlık ve eşyada tecellisine dikkat etmek gerekir. Allah’ın (cc) Nur ism-i şerifi “Hidayetinden olarak” her iki âlemde tezahür ederken varlık, kâinat ve eşya ile mahiyetleri bize ayan olur. Ancak bizim idrak ve basiretimizin kararmasından dolayı varlığın mahiyetinin bize meçhul kalması yokluğuna delalet etmez. Bizim içimizdeki zulümat hariçteki mana ve varlığa zarar veremez. Kaldı ki, Nur ism-i şerifinin tecellilerine mazhariyetimiz, Allah’a (cc) intisabımız ölçüsündedir. Tevhit ve iman da –Allah korusun- inkıta ve fasıla olsa o Nur da gider, idrakimiz zulümata teslim olur.
 
Halk arasında nur genellikle bir mecazi ifadeden dolayı sahiplerinin alınlarında ve yüzlerinde aranır. Hâlbuki nur idrakimiz, kalbimiz ve ruhumuz içindedir. Bu noktada aramak lazımdır. Kuran-ı Kerim “Nur” kelimesini çok kesin ve ayrıntılı ifadelerle anlatmaktadır: “Ey İnsanlar! Size Rabbinizden mucizelerle Peygamber geldi; ve size apaçık bir Nur (Kur’an) indirdik” Nisa/174). Sonra da Nur olarak buyurduğu Kuran’a uymayı emreder: “Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resul’e, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir” (Araf/157).
Zaten Kuran da Hazreti Peygamber’e (s.a.v.), “Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarması” için indirilmiştir (İbrahim/1). Ayetin huruf-u mukataa ile başlaması hem kitabın mahiyeti için hem de nurun mahiyeti için manidardır. Allah’ın (cc) “Bizi karanlıklardan nura çıkarması” “Bize karşı elbette şefkatli ve esirgeyici olmasındandır” (Hadit/9)
 
“Ey Zatı Nur (cc) afak ve enfüsümüzün karardığı, zulümat dalgalarının etrafımızı sardığı, idrak ve kalbimizin sükût ettiği, zulümlere, israfa daldığımız şu korkutucu zamanda bizlerin Yegâne velisi olarak bizleri “Karanlıklardan aydınlıklara çıkart”. Yerin ve göklerinin nuru olarak bizlerin de hayatını nurlandır. Öyle ki, Tevhit akidemiz çerçevesinde nasıl seni biricik, tek, emsalsiz ve benzersiz biliyorsak öyle emsalsiz ve benzersiz nurunla bizim aklımızı ve cemiyetimizin ruhunu aydınlat. İslam ve Kuran prensiplerini hayatımıza hayat kıl. Bizleri kişisel ve karanlık düşüncelerimize esir olup, Kitabına aykırı davranmaktan, hatta öyle durumu İslam adına savunmaktan muhafaza buyur. Aklımızı, şuurumuzu, kalbimizi aç Allah’ım. Dış âlemde yarattığın güzellikleri görebilmeyi, hakkı hak ve batılı batıl olarak görebilmeyi müyesser kıl. Bizleri ve bütün Müslümanları Nur İsm-i şerifinin tecellilerine mazhar kıl. Âmin.”
 
 
ROTAP- banner-

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir