Kimse Vardı!

NİLÜFER ZONTUL AKTAŞ Kimse Vardı!

NİLÜFER ZONTUL AKTAŞ
Kimse Vardı!
 
Tatile girmek; şu süreçte, akraba eş dost ziyaretlerimize de vesile olmuştu. Annemin, yakınlarım olan hanımların olduğu yemek ortamından dönüyordum.
 
Kırmızı ışıkta durduğum da arabanın sarsıldığını hissettim.
 
Araçtan kaynaklı bir şeyler mi acaba derken, kontağı kapatıp yeniden açtım devam ediyordu.
 
Dışardan da sesler duymaya başlayınca yoğun bir rüzgâr, aracı sallıyor zannettim. Ta ki hareket haline geçerken, apartmanlardan insanların aşağı sel gibi aktığını görene kadar. Camı açtım. Yalın ayak çorapsız bir kadın, bacağına yapışmış bir çocukla kaldırımdan koşmaya başladı hizamda "deprem kızım deprem" deyince yolda bu kadar yoğun hissettiğim deprem evlerde nasıl oldu, düşüncesiyle korkuyla eve yol aldım.
 
Sokaklar insan kaynıyordu. Tüm Malatya dışardaydı.
 
Bina olarak evimize hep sağlam denmişti. Dört yavrum, eşim evde. Rabbim ayrılık yaşatma duasıyla, nefes nefese arabamı park ettim.
 
Komşular kapı önünde idi, eşim çocuklarım şaşkın, salavatla tekbirle depremin şokunu atmaya çalışıyordu.
 
Artçılar devam ediyordu. Telefonlardan iletişim kesilmişti.
 
Mesajlardan" iyi misiniz "diyen diyene.
 
Kimse vardı. Kimsem vardı. Ağlamak isterken onlar zamanı unutturdu. Sürekli cevap verdim.
 
Eş dost akraba arkadaş. Ülkemin dört bir yanında kimse vardı, kimsem vardı.
 
Sonrasında telefondan arayan, ihtiyacımız olup olmadığını soran bizimle hallenen.
 
Sosyal medyanın sanal olmayan yüzüydü bana yansıyan.  Beş yüzden fazla kişiye sadece bu yol ile cevap verdim.
 
"İyiyiz şükür bizde bir şey yok. Rabbim dardaki kardeşlerimize yardım eylesin." dedim defalarca.
 
Kimsemiz vardı. Bakanlarımız gecenin üçünde deprem bölgesinde idi.
 
Kimsemiz vardı cumhurbaşkanımız yetişti depremin merkez üssü Elazığ 'a.
 
Kimsemiz vardı Azerbaycan 'dan yetişen can kardeşlerim kök bağım. Haber bile vermeden hemen ulaşan.
 
Kimsemiz vardı, devletimin tüm organları ordaydı.
 
Kimsemiz vardı, tüm illerimizden gelen kurtarma ekipleri ve yardımları ile
 
Kimsemiz vardı, Umke'den Emine’miz, Suriyeli Mahmut elleriyle tırnaklarıyla.
 
Kimsemiz vardı! Alevisi, Sünnisi, Kürd'ü, Türk'ü, Çerkez 'i, Laz 'ı, Yiğidosu, Dadaşı…
 
Gakkoşunu, depremzede kardeşlerini yalnız bırakmamıştı.
 
Milli Eğitim bakanımızın çocuklarla terapi olan oyunları, ilgisi, herkesin kendinde var olandan sunması. Müthiş bir güzellik, birlik. Kardeşlik adına; ülkemin sonsuz bir güvenin adresi olduğunu bir kez daha yineledi.
 
41 ölü bilançosu ağırdı elbet. Artmaması duasıyla. Nerelerde neler eksikti hesap kitap etmeliydi.
 
Neyi yanlış yapıyorduk, afetler vurup geçerken.
 
Bildiğim ki doğrulardan geçmeyen şeylerdi buna sebep olan.
 
Her şeyi doğru kalmak adına yapmaktı aslolan…
 
Doğru duvar yıkılmaz, depremle bile!
 
Vicdan sorgusu hepimize aitti. Binalar, yapılar, iş güvenliği, Afet eğitimi, ilk yardım kursları vs.
 
Hepimiz sahip olduklarımız ile sınandık bu fay hattı üzerinde.
 
Çatırtıları uğultuyu duydukça, ölüme bir nefes kadar yakın olduğunu anlayan insan.
 
Sonrası duygu seli işte. Merhametin yeniden boy vermesi dönüp ardına bakmak ve kalbine…
 
Sarılır mı sonra insan acep sımsıkı sevdiklerine. “Söz bir daha seni kırmayacağım" der mi!
Bıraktığı ziyaretleri yapar mı tekrar tekrar! Küslüğü bırakır mı?
Verir mi, bırakıp kaçtığı eşyasından malından!
Sorar mı, unuttuğu nice insanı! Helalleşir mi, “gittim” demeden.
 
Ah deprem gönülleri titreten yerinden oynatan ibretlik saniyeler idin yaşamımız da. Böyle şiddeti daha önce hiç yaşamadım ben.
 
Hayata bakışımıza, intizamlı bir gidişata yol vermeliydi imtihanlar.
 
Müşfik yardımsever yumuşak bir yürekle anlamlı kılmaktı ömrü sonrasındaki en büyük hissiyat belki de…
 
Yumuşak tuttukça insanoğlu göğsünü 
Yorgun düşmez şelaleleri
Yorgun düşmez yaslanan zülüfler
Yaşlı gözler genç kalır…
 
Yumuşak tuttukça insanoğlu göğsünü
Yorgun düşmez çiçekler kuşlar
…insanlar!
 
Kısacık ömrün kalıcı iksiri idi bu. Yumuşaklık. Kimsesizin kimsesi olmak. Verebilmek, gidebilmek…
 
Yüsra 'ya uzanan el, Azize 'ye… Ve aziz olmak uzatılan bir bardak su gibi aziz şehrin karanlığa kaymış yüzünde.
 
Ve zaman içine dağılırken insan unutmaya mahkum nice yaşanmışlıkla başbaşa kalırdı. Un ufak olanlar vardı, taş gibi oturanlar. Bir saatin, bir tablonun kırılması, bir duvarın yıkılması ufalanırdı, küçülürdü yürekte! Annesini kaybeden yavrunun, "annemi bul abla annem beni hiç yalnız bırakmaz" diyen yavrunun sözleri taş gibi otururdu.
 
Soğudukça kurur yüzü, suyu çekilir her şeyin.
Kurudukça taşlaşır sertleşir…
Unutmak da böyledir. Gözyaşların çekilir önce, zamanla anılar… Sonra bir taş misali kalır tortu…
'Kalıversin' dersin sertçe dursa da sinede… Belki bir duvara katılır yeniden ıslanır harçla, düşen yağmurla… Kim bilir… Unutur taşlığını.
 
Rahmet dilemek düşer bize, gidenlerin ardından.  Şifa dilemek yaralılara. En zorudur sabır dilemek, "dayan" nasıl denir ki anneye. Ya da bir çocuğa, evi yıkılmış bir babaya.
 
Yıkılan yıkılır, giden gider kalan kalır da! Duvarlarda izi(n) kalır. Sesi(n) kalır. Gülüşü(n) kalır. Sokağında yankı(n), sinende yangı(n) kalır.
Yırtık bir fotoğraf, kopmuş sayfalar kalır. Yarın kalır yarım kalır.
Dünya sürgününde kocaman bir acı kalır.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir