SEDAT KISA
Dili Geçmiş Zaman
buğulu üzüm gibi
ağır gelirdik hevengimize
suyu emen tuz
öpüldükçe genleşen dudaklar
bizi yetim çocuklar gibi
ardında bırakarak
uzaklaştı çıngıraklar
anlaşılır haldi gecenin siyahı
biz söyleştikçe unuturduk
gün ağarmadan sevmeye başladık
nar kabuğu gibi yarılan sabahı
sonra beyaza çalardı suskunluk
akraba gibiydi mahallenin bekçisi
ve peşimizden ayrılmayan yalnızlık
ve lal ve münhal bir çığlık
en çok sinemayı severdik
gönlümüz tok, aklımız diri
sırasıyla yılmaz güney olurdu
içimizden biri
toz ve çamura uysal pabuçlarımız
gündüz nasıl yaşarsak
yer döşeğine öyle uzanırdık geceleri
evlerimiz küçük, cömertti avuçlarımız
bir göz odaya sığardı
insanın tüm sevdikleri
biz hiç paradan söz etmezdik o vakitler
ayıptır söylemesi
fena şeyler geçerdi aklımızdan
diyelim ki; sevdik birini
öyle paldır küldür
dökemezdik içimizi
merasimdi ondan habersiz
kapısına bıraktığımız kır çiçekleri
kömür altın, odun gümüş
çelik yelek gibi ağırdı kış
yollar dardı, yataklar dar
birbirine sık sıkıya sarılırdı insanlar
bir buzula sarılırdım ben
ısınıverirdi içimdeki penguen
azizim
bahardı
güz çabuk geldi