Umutkanlık

ABDULKADİR BOSTAN
Umutkanlık
 
aslında öyle olmayacaktı
yanlışlığı bile yanlış yere denk gelen bu hayat
zeytin dallarını andıran, üzerime eğilmiş bu karanlık
iki kapı arasına sıkışıp kalmışlık denklemi
Leyla diyorum, bir gölün kenarına bırakılmış kalbimi kuma sararak
içimde kaybolan, içimde heyelana benzeyen
içimde açlıktan ölen ne varsaya Leyla diyorum
kalbinin kenarında bir parça tuz, bir parça tokluk olaydım
olaydım da, bir helal vakti nefesini ananın ak gerdanına süreydin
içimde biriktiğim eşya, içimde bir hastalık, bir ur gibi dönüp duran varlık telaşı
al bugünü yarından sonrasını da
söyle güne güneşe hatta yalandan doğan batan ne varsa ya
en çok da insan denen tanrıya kurban vererek sesimi
bıçağın saplandığı, mekanı cennet olmayan yerdeyim
elleri ve kalbi havanda dövülen bir duanın burcundayım
çok şey değil, bir baygınlık istiyorum
-kocaman bir umutkanlık
 
bu hal bir durak değil, olmamalı da
öylece kalan şeylere inat atılan ve boğazıma denk gelen bu düğüm
bu kimin sırtı diyen gaflet,
dünyanın ağırlığını kopararak yerinden aklıma yürüyen olasılık
üstüste çakılmış çivi sesine benzeyen görkemli şeyler dükkanı, indir kepenklerini
indir göğü ey yüz ölçümü bilinmeyen menfaat
içimde açlıktan ölen bir çocuk gülüyor diyorum, saklayın kukla yüzünüzü
dizimde gülün ömrü çok kırmızı diye ağlayan bu palyaço kimin eseri
zeytin dalını güvercinin gagasına iliştiren fikir, zindandaki hürriyet kadar aciz
kaldır başını ey insanlık, yeter .. sür atını içimizin yıkılmış dağlarına
yakalandınız diyorum sesimi Leyla’nın yüzüne yaslayarak
o an yakalandınız bir gül kırmızıya yürürken, gölün kenarıydı dünya
siz siyahın ve ekmeğin kokusundaki hayrete kalakaldınız
 
öyle değil biliyorsun, olmamalı da
bu gidiş adil değil, zemheri bir kurşun soğukluğuna çekilmiş bu yokluk perdesi
tepetaklak elim ayağım, ruhumda gezinen yaşamak adlı katil
içimde bir daha asla dönemeyecek, ninemin dişleri kadar yorgun ve yaşlı bir dünya
içimde körkütük bir ağlamak ve körpe atlar alabildiğince mavi
bir güle benzemeye koşan adın gibi heyecan, adın gibi onarımsız çelişki bu Leyla
gözlerini öyle derin bırakıp, öyle kırmızıya benzeyip gitmemelisin diyen yanım
adın gülün ömrü olmamalı, çattığın kaşlarında saklı olmalı cennetin ilk rengi
ne varsa dönmezde ki o boşluk, o amansız vakitleri yutan gırtlak
çölde terk edilmiş bir aynanın içindeki o susuzluk, o unutulmuş şeylerin kamburu
ekmeğin damağındaki o dünya kırıntısı
çocukluğunun ve gülüşünün üzerine çekilen çelik tel
bir babanın sakalındaki ak kadar sabır,
bilmem neye denk gelir her sancıya bilenmiş bu yara
bekleme kaptan örselenmiş artık bütün limanlar
denizleri kabarmış fırtınanın ağzı çok bozuk
bekleyişin dudak kıvrımlarındaki yığınla insan manzarası
helak edilmiş bir kavmin fotoğrafından sarkan gölgeler kadar zavallı
elimizde kibirden bir kadehi kaldırıp ardından, yıllanmış haraptan içiyoruz
şerefine diyerek şerefsizce…
 

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir