Söz, Saz ve Şiir ile / Konuşmalarımdan – III –

MEHMET RAGIP KARCI

MEHMET RAGIP KARCI
Söz, Saz ve Şiir ile / Konuşmalarımdan  – III –
 
Benim sanat hayatım varsa ki aslında böyle bir hayat da var mıdır, bilmiyorum: Bunlar benim kendi şiirim ve sanatımla halleşirken uymayı taahhüt ettiğim kurallardır. Üniversite yıllarımda tanıştığımızın ilk haftasında bana Diriliş dergisinin ilk on iki sayısını ciltletip hediye eden bir ağabeyimin birinci sayfaya yazdıkları o günden beri aklımdadır. Ve o öğütleri hâlâ tutmaya çalışıyorum. Şöyle demişti: Doğu, batı; kuzey güney hepsi birer soru, birer cevaptır. Aradan geçen zaman bu soruların alanını genişletti. Bu alanın bir parçası da benim sanatıma ait olanlardır. Huzurunuzda bu soruları yeniden gündeme getirmeme de, ihtimal kendime ait bu soruların artık istiap haddimi aşmış bulunması sebep oldu. Doldu, taştı ve artık yine dönüp bu soruları sizlerle paylaşmak zorunda kaldım. Sabrınız için teşekkür ediyorum.

Sanatın bizlere birer kimlik sağladığı doğrudur. Bizim bu kimliği hak etmemiz mensubu bulunduğumuz topluma dair değerlere bizim sanatımızın  kazandırdığı zenginlikle mümkün olacaktır. Bu değerler bizim sanatımızla yüceltilmese bile, hiç olmazsa şöhret meraklılarınca umulan kazançlar yüzünden geriletilmemelidir.

Şiirimizin eski debdebeli günlerine dönmesi elbette mümkün değil. O günlerde şiir, bir ihsan ve câize karşılığında yazılsa bile, ihsan sahiplerini cerbezeli okuyuşlar, artistik vücut hareketleri ve medya desteği ile uyutmak mümkün değildi. O ihsan sahipleri de şiirin ve sanatın künhüne vakıf birer usta idiler. Ve şiir alt alta yazılmış iki cümleden ibaret söz yığınlarına denilmiyordu. Şair olmanın en önemli şartlarından biri olan dil bu günkü gibi nâ ehil elinde oyuncak olmamıştı. En önemlisi, şairler bir birlerinin yazdıklarını okurlar ve feyzlerinden yararlanmayı cana minnet bilirlerdi. Yaptıkları yanlışları savunmak için oraya buraya saldırmaz, yanlışlarını ihtar edenlere saygı göstermeseler bile, ihtar edenler hakkında çirkin sözler ederek kendi yanlışlarını setretmeye kalkmazlardı. Rivayet edilir ki, şiir vadisine kadem basmış birinin en azından bin şiiri ezbere bilip bilmediğine bakılır, şair ve edipler meclisine kabulüne ondan sonra rıza gösterilirdi. Sanatını ve şiirini günlük piyasa verilerine göre oluşturanlar için gerçekten umut kırıcı bir durumdur bu. O zamanın şairlerinin bir birlerine karşı gayzları kinleri ve hasetleri yok muydu? Olmaz mı? Ancak mesele şairlerin ictimâî makamlarından ve etraflarındaki alkışçı takımının iktidar alanlarından çıkıp şiirin husûsî kalitesinde ele alındığında ahlak ve adalet duygusu dışında bir düşünceye itibar edilmiyordu. Bu dediklerimin tamamı doğru olmayabilir. Ancak o dönemlerden bize kalanlar bütünüyle tarif etmeye çalıştığım gibi olmasa da şiirin bu günkü kadarki izlediği seyir, çok önemli bir haysiyet çizgisinin elden geldiğince korunmaya çalışıldığı sonucunu çıkarmamıza yarıyor.         

O zaman sanatı da hayatı da sahiden ciddiye alanlar için geriye bir yol kalıyor: Kendi ateşimize dönmek; soğuyan içimizi ısıtmak için gerekirse kendi içimize hohlamak. Yâni insanın taşıdığı umudu yeniden diriltmek, onu işe yarar kılmak. Peki bu kendi başına başarılabilecek bir iş midir? Sorunun da cevaplarının da en netameli olanı bu bahistedir. Sıradan bir insan olarak etrafımızdaki güzelliklerden zevk alıp  bize verilenle yetinmek, bizden sonrakilere bize bırakılanların kullandıklarımızdan arta kalanları bırakmak, nefes alıp verebildiğimiz için şükretmek. Yahut kendimizi bildiğimiz anda önümüzde bulduklarımızla yetinmeyip onları her açıdan geliştirip insanlığın hizmetine sunabileceğimiz değerler olarak devretmek. İnsanlık bu iki yoldan ikincisini tercih ederek bu günlere geldi. İnsanlık diyorsam çağdaş uygarlık seviyesi diye dillerde dolaşan anlayıştan söz etmiyorum. Çağdaş uygarlık, ki adına uygarlık demek ne kadar doğrudur bilmiyorum. Bu, adına uygarlık denilen canavarın hangi yıkımlar ve cinayetlerden beslendiği malumu ilâm olacağı için geçiyorum. Ben mensup bulunduğumuz bir insan ve tabiat uygarlığının şu anda benim için küllerinin bile “bir cihâna bedel” olan hayatiyetinden söz ediyorum. Bu hayatiyet yalnız şiirimi değil, sanatımı da gerekirse bütün varlığımı feda edebileceğim bir iman hakikatinin can verdiği düşüncedir. Bu yüzden hayatımdaki etkisinin şiirimi, sanatımı ve bunlara dair rüyalarımı kuşatması için bütün etkilerden vazgeçmeyi göze alabilirim.

Size kadim sanatımızı hatırlatmaya çalışıyorum. Bu sanat Kaside-i Bürde’nin inşasında yaslanılan ruh bütünlüğünün bu güne taşınmasının tarihini baştan sona hikâye eden bir emanettir. Bu emanet insani bir ruh inşası fikridir. Erdem Bayazıt’ın mısralarında ifadesini bulan:

Kaybettiğimiz o insan ve tabiat çağı’ndan günümüze kalan tek diri hatırasıdır. Bu insani hatıranın edebiyatını modern çağın sömürgecileri ve onların işbirlikçileri Dîvân edebiyatı diye anıyorlar. Karşılığına da sanki bir ayrı dünyanın edebiyatı imiş gibi Halk edebiyatı adını takmışlar. Dîvân veya halk şiiri serbest şiir; sanat müziği, halk müziği gibi tabirler ( ifade belki biraz hamâsî olacak amma ) bizi geçmişimizle münasebetimizde tarih ve ruh ilgileri yerine iki düşman safın tarihi hesaplaşma zeminine razı etmek niyet ve tuzağından başka şeyler değildir. Hesaplaşmak: o tarih ve kültür sahasını sömürgeciler lehine stabilize etmek ve onların ekim ve fideleme eylemlerini kolaylaştırmak. Bu çeşit ayırımların özellikle üniversitelerimizde birer kürsü adı haline getirilmeleri, Cumhuriyetin Türk müziğini önce radyolarda, sonra bütün ülkede yasaklaması ve radyolardan sadece batı müziği yayınlarının yapılması başka nasıl açıklanabilir? İşte benim sanat anlayışıma medar olan macera budur. Ve sanatımı mümkün olduğu kadar bu maceranın bizim olan tarafında  duran hayatiyetten beslemeye çalışıyorum. Ve bunca yılın sonunda elimde sazım, dilimde türkülerim bu bilgi ve görgü alanına kalbinizi ve ruhunuzu çekmeye; benim kavanozun dışından yalamaktan öteye tatmayı beceremediğim bir ateşle içinizi tanıştırmaya çalışıyorum. Evet sanatçı olduğumu söylüyorum ve  şüphe yok her sanatçı gibi ben de dünyayı yeniden düzene sokmak görevinin bana verildiğine inanıyorum. Bu yüzden bana bahşedilmiş yeteneklerim oranında, dünyayı değilse de hiç olmazsa bulunduğum kentin küçük bir mahallesinin insanlarını, oturduğum apartmanda, hatta aynı katta oturduğum komşularımı bu manada değiştirmek istiyorum. Bunların hepsini bir yana bırakın, huzurunda bulunduğum topluluğunuz içinde bana merakla dikilmiş bir anlamlı bakıştaki sıcaklığı kendi buz dağıma yönlendirmek niyetindeyim. O bakışı kavramak, onun kavrayış alanında dolaşmak ve mümkünse o idraki kendime bağlamak ve kendime ait kılmak ihtiyacındayım. Her sanatçı için tabii bir ruh hali olmalıdır bu. Benim, bu büyük hayali gerçekleştirmek hususunda edindiğim tecrübeler, işin  sade bilgiyle yapılamayacağını bana öğrettiği içindir ki yukarıda arz ettim: bir elimde sazım, bir elimde sözüm ve şiirimle huzurunuzdayım. Açıkçası bana açmış olduğunuz kalbinizin koridorlarında irfanınıza hitap ederek bir manada dert yanmak niyetindeyim. Sazımı sözümü takdirlerinize arz ederken her sanatçının karşılaştığı gibi açık bırakılmış radyo muamelesi görmeyi de hak etmediğimi idrâk ve fehminize emanet ediyorum. Karşımda beni izleyen bir çift gözün arkasına dolaşmak ve orada gizli duran idraki yakalamak ihtimali beni sizin dikkatinizle birlikte rikkatinizi talep etmeye zorluyor. Tanınmış biri değilim. Eser olarak iki şiir kitabından başka bir çalışma da ortaya koyabilmiş değilim. Bu yüzden büyük eser sahipleri yukarılardan konuşma imkânından yoksunum. Kendimi ifade ederken rahat olmaya çalışmamın bir anlamının da olmadığını hepimiz biliyoruz. O zaman gelin bana gözleriniz ve yüreklerinizle verdiğiniz heyecana, cahil cesaretimi de katarak bir garip niyetine kulak verin. Tahammülünüzden cesaret alıyorum. Bu yüzden sürdürmek ihtiyacındayım. Çağdaşlarım arasında yerimin kendime has ve âlâyişten uzak bir durum arz etmesinin temelinde bu maceranın sonunda edindiğim tecrübelerin payı vardır. Sebebini biraz da üzerimden atamadığım istiklâl duygusunda aramalıyım. Aslına bakılırsa sanatçı hayatının bütün safhalarında sanatının gerektirdiği şeylere hizmet için ayakta durmaya çalışır ve yazar. Etkileri gelip geçici veya uzun süreli olsa da; kendini hayranlıkla izleyen kitlelerin sayısına aldırmadan bunu yapmak zorundadır. Bu sebepledir ki, yazdıklarıyla bir çok insanı bir araya getirdiği ve kendi hükümranlığını ilân edebileceği anda bile insanlara hükmetmeyi aklından geçirmez. Oysa benim içinden çıkıp geldiğim tarihsel mâcerâ, olmaması gereken bu durumun hazin örnekleriyle doludur.. Sanatımızın bu günkü kavgacı, saldırgan ve hastalıklı halinin temel nedenlerinden biri de budur. Birbirinden ayrılmayan ama birbirinin yazdıklarını okumayı zahmet sayan dostluklardan söz ediyorum. Bu yüzden huzurunuzda kendi şiirimden söz ederken, üzerimizde esen bu korku ve dehşet rüzgârının heybetine uygun bir şeyler söyleyemiyorum. Bütün bunları birer mazeret olarak saymanızı da rica ederim. Aranızda malûmatını ilme inkılâp ettirmiş, şahsiyetleri ve gayretleri her türlü övgü ve takdirin üzerinde hocalar ve tanımakla gurur ve onur duyduğum dostlarım var. Şiirin ne olduğu, şiir sanatının geçmişi ve bu günkü durumu hususunda söz söylemek onların sahasını tecavüz gibi olacağından, oraları geçip kendi şiirimi satmaya çalışacağım. Biraz sonra belki saz faslına geldiğimizde söylemeye çalışacağımız bir türkü bize ilham olsun:

Vardım Hind eline kumaş getirdim
Açtım bedestene sattım oturdum

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir