Şair Rasim Demirtaş Vefat Etti

Sevenlerinin ve
Edebiyat Dünyasının
Başı Sağolsun
 
Şair Rasim Demirtaş
Vefat Etti
 
Şair Rasim Demirtaş, Bursa’da bir süredir yoğun bakım tedavi gördüğü hastanede 55 yaşında hayatını kaybetti. 
 
Rasim Demirtaş 80 kuşağının önemli şairlerindendi.
 
Allah Rahmet Eylesin.
Sevenlerinin ve Edebiyat Dünyasının Başı Sağolsun.
 
Rasim Demirtaş; Bursa'da 14 Şubat 1962 yılında doğdu. Ankara Ün. DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi ( 2001). Bursa Devlet Tiyatrosunda oyunculuk yaptı. Bursa Büyükşehir Belediyesi Türk Sanat Musikisi Bölümü ve Muğla İşletmecilik Yüksek Okulunda bir süre öğrenim gördü. İstanbul ve Bursa'da çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı.

Şiirlerini İnsan Saati (Bursa 1996), Duygu Sayacı ( Ankara 1999), Güneşli Gölge (İstanbul 2007) kitaplarında topladı.
 
İnsan Saati. Esin Sanat. İkindi Yağmuru dergilerinin kuruluşuna katıldı.

Şiirleri; Aşkın (e) Hali, Şiir Vakti, Dergâh, Yedi İklim, Öner Sanat, Akatalpa, Eliz, Aykırı Sanat, Berceste, Türk Edebiyatı. Türk Dili (TDK), Çağdaş Türk Dili, Üslûp, Tuti, Şehrengiz, Edep, Kurgan, Tömer Çeviri (Bursa), Düşlem. Bir Nokta, Hayal Bilgisi, İnsan Saati, Kuyudaki Koro, Esin Sanat, İkindi Yağmuru, Sincan İstasyonu, Yüce Devlet, Müsvedde, Ay Vakti, Değirmen, Kuşluk Vakti, Mavi-Yeşil, Ortanca, Antalya Sanat Dergisi, Elif, Berfin-Bahar, Edebiyat Ortamı, Haber Ajanda, İnsancıl, Dil ve Edebiyat Dergisi, Aşkar, Afrodisyas, Edepdağ, Kurşun Kalem, Kuyu, Otuzuncu Harf, Koridor, Bir Ünlem, Papirüs, Öküz, Yalnız Ardıç, Kültür Çağlayanı, Patika, Bireylikler, Hayal, Akpınar, Kasaba Sanat dergileri ve Edebiyat Bahçesi, Edebiyat Ufku, Türk Edebiyatı, Edebiyat Defteri internet dergilerinde yayımlandı.

Sanatla ilgili düşüncelerini İnsan Saati imgesinde şu şekilde ifadelendirdi: "Sanatçı, hayallerimize giren kişi. Onları süsleyen güzellikler bulucusu. Tek endişesi güzellik, tek düşüncesi yararlılık olan yenilikçi. Bilimsel yeterliliğine kattığı sanatçı duyarlılığıyla tabiata bakan ilk görücü. Tabiata uygunluk ve güzellik doğrultusunda beslenen, insan gerçeğini analiz eden buluşçu. İnsanın toplumsal ve evrensel duygu gerçeğini işleyen mutluluk dağıtıcısı. Duygu ve düşünce şölenine davetçi."
 
Şiiri hakkında yazılanlardan:
 
Mustafa Atiker/Bir Anlamlandırma Denemesi Paradoks Şiir ve Demirtaş(Haber Ajanda Dergisi,Ocak,2008).

İbrahim Altuncu/Minyatürün Köşesine Gizlenmiş Şair(Haber Ajanda Dergisi,Ocak 2008).

Prof.Dr.Nurullah Çetin/Hakîm Şair Rasim Demirtaş’ın “Paranoyak” Şiirini Tahlil (Edebiyat Otağı,Kasım 2007).
 
Can Şen/Yeni Bir Başkaldırı Rasim Demirtaş’ın “Kravat Makasım Güneşten” şiiri(Yedi İklim, Temmuz 2008).
 
____________

Rasim Demirtaş şiirini en iyi anlatan yazılardan biri olan İbrahim Altuncu’nun “Minyatürün Bir Köşesine Gizlenmiş Şair” başlıklı yazısı:
 
İBRAHİM ALTUNCU
Minyatürün Bir Köşesine Gizlenmiş Şair
 
Günümüz şiiri için minyatür ne anlam ifade ediyor, kuşkusuz, bunu bilmiyoruz. Doğrusu bu ya, kimi şairler kurulu, verili dünyanın giderek ağırlaşan baskısı altında sendeliyor, sendeliyor, yalpalıyor ve çoğu kez yüz üstü kapaklanıyor. Kimileri de bu minyatürün saklı bir köşesinde bizim onu keşfetmemizi bekliyor.
 
Rasim Demirtaş giderek yeryüzü toprağının, kumulların altına çekilen, bir başka deyişle diyarı terk etmekte direnen bir şiir soyunun oğullarından. Bir zorlu, çetin, direngen, naif sülalenin yüzyıllar boyu çizegeldiği sonsuz evrensel minyatürün ücra köşesinde dokulara gizlenmiş, uyumlanmış, adeta sadece dilsiz bir alfabenin konuşucularının algılayabileceği tınıların sahibi.
 
Modern Türk şiiri için kurulu birçok evrensel modelden söz edebiliriz. Bu şiir dilinin kurguladığı evrenlerin bazıları millet için aşina, bazıları ise el kapısı gibi itici ve soğuk. Bu yazıda hiç de çoğunluk ortalamasının övgüsünü yapacak değilim. Zaten bu çoğunluğun arkasında durduğu algı ve duygu ortalaması değil mi, şiiri, kendine uzayda bir mekan arayışına iten şey?! Yani dünya şiir ırmağının halen en geniş deltasını oluşturan Türk şiiri de artık kendine uzayda yer arayacak duruma gelmişse vay halimize!
 
Ama, yine de milletin damarlarında nabız atışlarının yarattığı dalgaları koşturabilenlerle işimiz vardır.
 
Sonuçta ve her hal ve kârda bizim derdimiz bu şair, bu şiir olmalıdır. Yoksa ne Türk şiir tuluatının darülbedayisi, ne de goygoyculuğun direklerarası  umurumda olmamıştır, olmayacaktır da.
 
Millet demek, aynı zamanda gelenek demektir. Çoğu kez Türk muhafazakarlığının kitabında gelenek dediğimiz nesne politik hacimde gelişen dilsel, ırksal ve inançsal birlikteliği imler durur. Bunun dışındaki tanımlamaların irapta pek yeri yoktur. Millet demek gelenek demekse, gelenek milleti tanımlayan temel unsurlar arasında baş sıraya yerleşir. Pekala, gelenek dediğimizde kurumsallaşan örf, âdet ve saireyi mi kastetmiş oluyoruz? Hiç de değil. Gelenek evrenseldir. Gelenek milletin evrensel diğer unsurlarla arasında kurduğu bağdır aynı zamanda. Gelenek milletin kendi rengidir. Gökkuşağındaki yansımasıdır. Hareket kabiliyetidir.
 
Tanzimat güldürüsünden bu yana modern diye adlandırılan dönemlerde Türk şiiri bu gelenek ile bağını nasıl tanımladı ve nasıl ortaya koydu? İdeolojik mihverlerin birbirlerine karşı konuşlanan cephelerinde çınlayan kasatura şakırtılarından duyabildiyseniz eğer, gelenek ile bağımızı algılamak da mümkün olabilirdi. Gerçi bu gürültüye günümüzde âsâr-ı atika muamelesi yapılmakta ya! E, ben de bu işe pek sevinerek bakmaktayım.
 
Evet, soru şudur: Modern Türk şiiri gelenek ile bağıntısını nasıl algılıyor?
 
Bizim gelenek sandığımız Yahya Kemal ile billurlaşan sesi, ben gelenek bestesinde bir alt metin olarak algılamaktayım. O eski İstanbul’un övgüsünü, o akıncıların peşlerinde bıraktıkları tozları, o Mehlika Sultan’ı… Bunların hepsi bir nitelik taşıyor elbet ve hepsi kendince değerli, ama bana daha fazlası lazım. Ben şunu soruyorum, bir tarih algısına sahip miyiz? Bu sahip olduğumuzu varsaydığımız tarih algısının dünyaya diyebileceği ne var? Bu algı dünyayı yeniden şekillendirecek enerjiyi taşıyor mu?
 
Sonuçta hepimiz “doğululaştırılmış doğulularız”. Bir doğulu için aklın dışı diye tanımlanan her husus kutsalın sınırları içindedir. Zaten akıl dairesi diye bir şey de yok bizim için. Durun, hemen kızmayın, ben demiyorum, Avrupalılar söylüyor bunları. Biz de inanıyoruz. Onun içindir ki sanatın darülbedayisinden mezun ehlisanat için millet, değerleriyle ne kadar kötü çizilmişse, tuluatın direklerarasında da o denli akıl dışı tanımlanagelmiştir. Bana milleti nidüğüyle çepeçevre anlayan ve anlatan gerek. Buna bir anlamda minyatürün içinde dokulara nüfuz etmiş, derin devingen, suskulu, sustalı figürler, bir çeşit minyatür cinleri mi demek lazım?
 
İşte zurnamın giderek bozuk çalmaya başladığı bu noktada okurumun imdadına Rasim Demirtaş yetişiyor. Hem de “Çimenler Kudüs’ü”nden.
 
Demirtaş’ın Güneşli Gölge kitabının bana kalsa mottosu olacak Berlin şiirindeki dizesini tekrarlıyorum: nefret ederim “u” dönüşünden
 
Çünkü “götürmez bizi yeni maziye”
 
Bizim şiirimiz u dönüşlü geniş bir kavşaklar sistemine, bir yonca yapraklı trafik düzenine sahip. Kendi kurmacamızı böyle inşa ettik. Bir ilahi ceza gibi, yeniden, hep yeniden kat ediyoruz yolları. Sisiphos gibi taşı aşağı yuvarlayıp yukarı taşıyoruz yeniden. Siyasette de öyle değil mi?
 
Necip Fazıl’a “cemiyeti ve cemaati” anlatırken Türk sporu hakkında ne düşündüğünü sormuşlar. Cevap: “Haliç’in neresinden bir bardak su alsanız tahlili hep aynı çıkar.” E, şimdi biz şiirden sorsak kendi kendimize, cevabımız sizce ne olur?
 
Şiir mihverleri arasında Tanzimat güldürücüleri ile başlayan atışma geleneği teşrih masasında aynı bulguları içeren bir raporla yıkıldı gitti. Oh oldu.
 
Ama gene de bir eksiğimiz var, evet bu tahlil kardeşliği mazide gazi oldu ama biz doğruları bulabilmiş miyiz hâlâ şüpheli. Türk şiiri kendine yepyeni, terütaze bir yol çizebilmiş mi bilemiyoruz. Tartışmaya devam ediyoruz.
 
Rasim Demirtaş işte bu yeni yolun arayıcılarından. Bir yeni yolun, bir kavrayan, çevreleyen anlayışın iz sürücülerinden.
 
Ama öyle umutsuz ki bazen, şiirini gidip bir umut tepesine kurmak yerine, bir minyatürün içinde koşmayı tercih ediyor.
 
Kuma yazı yazan rüzgâra esir olur.
 
Kuma yazıyor, ama esareti asla kabul etmiyor. Rasim Demirtaş bir karşı çıkış geliştiriyor. Bir İstanbul kuruyor. Bir İstanbul minyatürü. Ve bu minyatürün içinde kendine gizil bir köşe seçiyor. “Üzüntüler Bizansı’ndan çıkıyor çimenler” ve yeni bir Kudüs muhasarası başlıyor. Sonra o çimenler kazanılmış Kudüs’ün altına seriliyor. Kentin modern hurdası arka planda bırakılıyor ve terk ediyor insanoğlu, o yalnız insanoğlu üstündeki kötücül zırhları.
 
Ama neden? Neden Demirtaş böylesine mutsuz ve umutsuz? “Zaten geçemezsin hisarın sularını”… Ey insanoğlu geçemezsin o suları… Ve… “kendimizi bir denizde bulmak, binlerce bir köpük gibi”.
 
Ve Düşünce Provaları şiirinde bariz bir şekilde kendini koyuverir şiir libasının telaları: “şinasi getirdi bize/yıldızlara/mikroskopla bakan düşünce/ve yayı/senfoniye ayarlı/sivrisinek kemanı…
 
Gerçekten de yıldızlara mikroskopla bakabilmeyi becerebilen bir kütleyi kırgın bakışlarla kesiyor Rasim Demirtaş. Kimi kez içe kapanıyor, minyatürün dehlizlerinde kayboluyor, kimi kez yeniden beliriyor: “yaşa! varol!/ bütün bunlar senden hep ey türk esneme;/getir bana ingiliz anahtarı’nı.
 
Rasim Demirtaş… Memleketin her köşesinde gizli bir isyanı örgütlemekle meşgul olduklarına inandığım halis şairin seçkin temsilcilerinden biri.
 
Sözün alaveresinden uzak, kükürt ve civanın peşinde seyriâlem eyleyen çağ tanıklarının ağrılı kafalarına karşı çığırıyorum, çıkın ortaya!
 
Denizlerle karaların savaşında kanla doğrulanlara sesleniyorum, Topkapı Sarayı’nın bahçelerinde uçurtmalarımız vardı kişneyip duran.
 
Ve… “kravat makası güneşten”, yürür durur “çimenler Kudüs’üne” insanoğlu her nisan, her yer isyan!
 
____________
 
RASİM DEMİRTAŞ Şiirlerinden
 
İNSAN SAATİ
 
yörüngesi olmayan
akrep yelkovan gibi
dolaşıyor insanlar
belirsizlik zamanı
kafalar karışıyor
bunlar nerenin canı
ne ki yeşil olsalar
kuruyorlar mevlânâ
cehennem’i dante’nin
oluyorlar kanava
zaman zaman olsa da
huzur veren la barba
hazlar sürer ve biter
insan düşer hurdaya
düşer insan hurdaya
 
 
HİKÂYECİ
 
hikâyeci
kendine çevir
şemsiye kireci
bir gün
çürüyüp gidecek bu ten
iyilik sağnağıdır
kalacak olan
her bir damlayı giyin gön
insanı an allah’a dön
 
hikâyeci
bu dünya geçici
 
 
US(T)A
 
us(t)a
insana ördürdüğün duvara
öldürdün insanı;
ördürdüğün
köşesiz bucak siyahlığında
kaldı.
 
hâtıralar şâkûlü
gökdelenlerden aşağı
boşlukta sallanır:
ışık bahçeleri…
 
us(t)a
istemem artık yevmiyemi!
yakamı bırak da gideyim.
çok özledim evimi.
 
 
HATİM
 
kendine dolanan uçak kulelerinde
hâmân ne yapsın hamal.
bir çek imzaladı hâmiline:
karşılıksız çıktı firavun.
musa mısır gecelerinde
sıcak bir kelime dilinde
râb;
bana acı merhamet eyle
bir çıkış ver kavmime…
su yarıldı oldu yol
yol oldu filistin’e.
bu daveti âdeme
niçin yapmaz israil.
dünyayı bir çıkmaza
çeker çizer üçleme.
bir ümmî’nin ağzından
ilahî aşkı hecele…
dünya vahşi döner çöl
hazlar dolu cendere
zaman kurnalarından
yokluk akar istanbul
kurur göz pınarları
oyna, bekle, isa’yı bul
nobel illizyonlarla…
meydan kitap dolusu
dünya cehennem balosu.
 
 
ŞİİR
 
şiir kir pulları olmamalı
ve tenin arsa tapuları
 
 
ALIN
 
ter pusulası
alnın toprağında
mahyaların ışığı
 
 
VATAN
 
alın çizgilerimden toprağımın sınırı
şerefe ışıklarından kilometre taşı
vapurların düdüğünde ağrı dağı’ndan karlar
ve sıcak buğday kokulu anadolu
 
 
ŞİMDİ DÜNYA VAZGEÇMELİDİR GERİLİM DOLU
HİKÂYELERİ ANLATMAKTAN
 
matematiğin huzur işlemleri
cuma meydanında toplanır
sağlık ve esenlikler vardır
çatışmalardan uzak vakitlerde
gürül gürül akan ruh çeşmelerinde…
 
nedir o isa’nın
artılarını yok eden
mahalle
insanın diğer bir şahane yeridir
kesinkez bilinmelidir
istanbul çinilerindeki lâle
onu adn cennetlerine
götürecektir.
 
şimdi dünya vazgeçmelidir
bu gerilim dolu
hikâyeleri anlatmaktan
 
 
ABD(İ)
 
abd(i)
bir bir yak
çevirdiğin filmleri…
seni onlar
mutluluğa ulaştıramadılar:
kalan kuru birer nostalji…
 
abd(i)
mutlak efendiliği
sonsuz kaybettin sen.
sonuç hazların köleliği…
 
abd(i)
gökdelenler arasından
bak bayram saatleri…
 
 
ESENLİK YILDIZI
 
yaşamadığım bir an
kalmadı dünyada
meydanları ve dikili taşları
duygularımın
çevrili papirüs ve çinilerle
 
bütün bunlara
sen şahit ol
esenlik yıldızı
bir aşkmış
kalıcı olan
bu âlemde
 
bir de kırlangıç tuğlaları…
 
 
KÂ’BE’YE DOĞRU
 
hey gönlüm
kulak verme
putların sesine
onların sesi
uçuruma götürür seni
 
hey gönlüm
sakın ola ki
umma bir nefeslik can
taş eli uzatır insana
taş olur damarlarındaki kan
 
hey kâ’be geldim
şâhid ol allah’a
soyut putlar kırmağa
 
 
ÇIKIŞ
 
mağradan artık çık
mekke’ye doğru yürü
bir bir yere yık putları
kopar yüreğindeki gülü
insanlığın yüreğine dik
 
 
İSTANBUL GÜZELLEMESİ
 
üsküdar peygamber toprağı
eminönü sahabe bayrağı
ezan sesleri siner boğaz’a
huzurla dolar istanbul kıyıları
 
 
ÜSKÜDAR SALACAK’TA
 
üsküdar’da salacak salıncakta
boşuboşuna zaman sallanmayacak.
vitraylardan süzülen ışıklarda
yüzlerce anlam toplayacak;
gökyüzü balkonlarında olan gerçeği
dört yana, kanının son damlasına
varana dek yayacak.
kız kulesi
amaçsız bir ışıkçı gibi
olmayacak!
güneş gibi doğacak
güneş gibi yayacak
güneş gibi batacak.
 
 
KAĞNI KURAMI
 
yüreğimden verdim bu buğdayları al
açlıkta olan çocuk ağlama
tok kalk bu gününe.
dünya pazarında gördüğüm sülükler
kanını emiyorken çağdaşlık adına
kalkınmışlık adına:
– işlerine bir son verecekler –
” bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler ” yok.
verelim üretsinler, üretelim paylaşsınlar…
dünyanın hey kalkınmış ülkeleri!
bir son verin aranızdaki
sanayi imparatorluğuna…
 
beynimden verdim bu elifbayı al
karanlıkta kalan şımarık çocuk korkma!
ışık tut yarınına.
 
 
EYLEM
 
gecelerle derin sohbete başladım
karanlık kayboldu
dört bir yana yaydım kardeş ışıkları
sınırlar sınırlar duvarlar kayboldu
uçurum farkına sarkıttım makineleri
beynimin iplerinden
çalıştılar çalıştılar
rahata erdi insanlar
kavga yok dünya büyük herkese yer var
göndere çektim sözlerimi
kan en güzel damarda akar
 
 
GARİP
 
eski paralar gibi harcanmış duygular
içi boş mezar taşlarına dualar
buruk yaşamların zafer işaretleri
gariptir.
gariptir gece yalnızlara âvâre bulutlar…
 
 
AŞMA
 
sen civciv misin ki kabuğunu kıracaksın.
hayatın çıta mı ki durmadan aşacaksın.
ancak sen kendine gelensin o yüce isimle.
sen dağları aşan ne bir devsin;
ne tarih büyüteçte bir cüce.
 
sen ne hükmeden kralsın, ne şah, ne de sultan.
sen zaman-ı kur’an’sın en mükemmel insan.
aşkla geçebilensin maddeden, candan, tenden.
aşkla anlayabilensin gerçeği can evi’nden.
 
ece çiçeğe söyle, aşk denilen heceyi!
at gözlüğünü at, sırça köşkü kır, ez internet böceği!
 
 
BEYAZ
 
renkler seninle gelir
kokular kimlik verir huzura
ömür giysisini
bayramlık giyiverir
 
mutluluklar koşturmuştuk atlar
ikililikleri devirmiştik rüzgâr
üreyivermiştik can can
insanlık adına
sevinçtik
beyaz
 
 
ŞAFAK HAREKÂTI
 
dünyaya geldin ya ey oğul
ayaklarının altına yıldızlar seresim gelir
 
zembilimde keser sesleri
nasırlı ellerimde bebe gülücükleri
 
ekmek arslanın ağzında
arslan kedi olur çalışana
 
marmara’da uçtan uca minare yükseltileri
boğaz’da şerefe şerefe huzur sesleri
 
ülke boydan boya aydın ışıklı
lüks gömlekli amerikan piknik tüpü gücünde
 
tezlerinde nalıncı keseri
sözlerinde balçık güneşleri
 
 
DEMİR ATMA
 
fırtınalı hayâttan
huzur dolu göklere
bir demir atmadır
minare
 
 
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir