Mukaddim İsm-i Şerifi

MEHMET ALİ BAL
Mukaddim İsm-i Şerifi
 
“El-Mukaddimu” İsm-i Şerifi "Mutlak ve hakiki mahiyette dilediğini, öne alan, ileri geçiren, her şeyi yerli yerine koyan" demektir. Allah (cc) dilediğini öne alır, ileri geçirir, makamca ve servetçe ve şeref bakımından öne çıkartır. Bu tasarruflarını yaparken de zaman başta olmak üzere birçok unsuru mutlak manada tayin eder, O’nun (cc) tayin ettiğini değiştirecek kimse yoktur, O’nun (cc) ileri geçirdiğini geri alacak kuvvet mevcut değildir.
Her ikisi de Allah’ın (cc) fiili sıfatlarından olan “Mukaddim ve Muahhir” isimlerinin birlikte zikredilmeleri elzemdir. Zira evvelde tayin eden kim ise ahirde de tayin eden ve karar veren odur.
 
Allah (cc) bazılarını bazılarının önüne makamca, şerefçe ve servetçe öne geçirdiği gibi Muahhir isminin iktizası servetçe, makamca ve şeref bakımından önde olanları da yine mukaddes isimlerinin tecellileri gereği geri bırakabilir. Esasen bu manada varlıklı ile yoksul, sultan ile tebaası, aziz ile zelil Allah (cc) indinde birdirler, kuldurlar. Zira sahip olduklarını zannettikleri şeyler bir “Atayı İlahidir”, Allah (cc) verdiği gibi alabilir, aldığı gibi verebilir. Öne çıkarttığı gibi sona da bırakabilir. Bu yüzdendir ki, bazı zenginlik, genişlik, mertebe ve şereflerin öne alınmasını istediğimiz gibi bu yönlerden hususen Allah (cc) nezdindeki razı olunmuşluk (Makamı Mardıyye) makamından sona bırakılmaktan da Allah’a (cc) sığınmak ve istiğfarda bulunmak lazımdır.
 
Nasıl ki Evvel ve Ahir isimlerinin tecellileri ezelden ebede Allah’ın varlığının kendinden var oluşunu, her iki zaman noktası arasındaki her şeyin Allah’ın kudreti, ilmi, hikmeti, rahmeti ve diğer esmasının tecellileri ile var edilişini ifade ederler. Öyle de Mukaddim ve Muahhir isimlerinin tecellileri her cihetten ve her mahiyetten ve her şekilden öne alınanların ve sona bırakılanların, her şe’n ve tasarrufun vaktinin ve iradesinin yalnızca Allah’a (cc) ait olduğunu ifade ederler. O Allah ki (cc) mazlumların bağrından kudret yeşertir, zalimlerin kudretli ellerini kurutur da kudretten aczi doğurtur. Bazen olur bir yetimi peygamber vazifesiyle şereflendirir, bazen olur kudretli kralları, melikleri bir sineğin hücumuna karşı savunmasız ve zayıf kılar. Kavi surların sahiplerini eğer sona bırakacaksa hikmeti ve kudreti anında amil olur da geriye ne kaleleri kalır ne de kudretli orduları. Allah (cc) yeni bir kavim getirip, o kavmi hâkim kılıverir.
 
Esmanın Allah (cc) nezdindeki manaları ve kutsiyetleri mahfuz kalmak şartıyla beşeri manada diyebiliriz ki, Mukaddim ve Muahhir İsimleri arasında bütün diğer isimlerin tecellileri ve tezahürleri tebeyyün edebilir. İç içe mütedahil daireler gibi mülk, saltanat ve zaferlerin daimi bir akış içinde olduğunu görürüz. Nitekim Kuranı Kerimde “Eğer siz (Uhud’da) bir yara almışsanız, (Size düşman olan) o topluluk da (Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. Böylece bir Allah’ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için bu günleri bazen lehe bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri sevmez” (Al-i İmran/140). Uhud Harbinin sonunda ordunun şehitleri henüz defnedilmemişken ve karşıda müşrikler ordusu dururken Sahabenin müşriklere meydan okumaları bu ayet mucibincedir.
 
O yüksek mahiyetteki müminler ki, inanmanın doruklarında ne zaferlerden kibre kapılmaktalar ne de mağlubiyetlerden hüzne teslim olmaktadırlar. Her halin imtihan hallerinden bir hal olduğu konusunda son derece “Heşar”dırlar, “Müteyakkızdırlar” ve “Mümindirler”. Allah (cc) onların hepsinden razı olsun. Zaten ayeti kerime bu günlerin insanlar arasında dönüp durması meselesini “Allah’ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi maksadına” bağlamaktadır.
 
Şu halde Mukaddim ve Muahhir İsimlerinin arasında sonsuz çeşitlilik ve mahiyette tecelliler, tezahürler mevcuttur. Hiçbir hal beşer açısından mutlak değildir, temellük edilesi hiç değildir. Allah (cc) bazen bizleri Mukaddim İsm-i şerifine mazhar kılmakta servet, ilim, kudret ve şerefçe öne çıkartmakta en nihai noktada da “Gerçek müminlik” ve “Şahitlik” sorusuyla karşı karşıya bırakmaktadır. Keza Muahhir İsm-i Celilinin tecellileri ile de bizleri sabır, istiğfar ve tevhidi duruşla imtihan etmektedir.
 
Her iki ismin değişik tecelli tayfları arasında da Esma-ül Hüsna’nın tecellilerini müşahede ederiz. Mesela Mukaddim İsm-i şerifinin mutlak tecellisine mazhar olma aşamasında kul şükür, tevazu ile Allah’a (cc) yönelir. Her zaferden sonra ki, zaferin eş anlamlısı “Nusrettir”, “Allah’ın yardımıdır, Tarık Bin Ziyad gibi loş gibi bir hücrede secdeye kapanıp şükür ve iç muhasebesi yapar. Bazen de Celaleddin Harzemşah gibi “Mutlak ve hakiki mahiyette Mukaddim ve Muahhir olan Allah’tır (cc)” manasını teyit mahiyette Moğol gücüne karşı bütün yaşamını bir savaşa adar, galip gelme ve mağlup olma Allah’a ait bir tasarruftur hakikatini ifade eder.
 
Bazen en zor halde bulunan bir zayıf ve muztar kulun vicdanından yaptığı duasını, fısıltısını işitir, o kulunu öne çıkartır. Bazen de hiçbir şeyi olmayan yoksulları mülkünde besler, teyit eder. Zayıf kuluna kudret verir, fakir kulunu gani kılar, sahipsizlerin sahibi olur, hamisi olur, hepsini öne çıkartır. Kudret verdiklerini ise her tür yol ile imtihana tabi tutar. Mütedahil daireler içinde gezinen insan her daim imtihan kapısında ve Dergâhı İlahiye’nin önündedir. Tıpkı korku ve ümit gibi takdim ve tehir her an mümkündür. Mümin şuurunda vesveseyi ve yanılgıyı kovan uyanıklık ve temkin Esmayı İlahiye’nin tecellilerini müşahede eder.
 
Bu müşahedede Allah’ın (cc) mutlak kudretini hisseder. Zira “De ki Allah dilemedikçe, ben kendime bile ne bir zarar, ne de bir fayda verme gücüne sahibim. Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler” (Yunus/49). Bu ayetin hülasa hakikati yani kinci cümlesi Araf/34. Ayette de tekrar edilmiştir. Zira tevhit hakikatinin özü de bu hükümdedir. O (cc) bir şeyin olmasını dilediğinde onu engelleyebilecek hiçbir güç yoktur. O (cc) dilediği zamanda dilediğini öne geçirir, dilediğini sona bırakır, dilediğini aziz eder dilediğini zelil kılar. Bunların her birini mutlak hikmet ve kudretiyle, ilim ve iradesiyle halk eder. “… Bir şeyin var olmasını istediğinde, O yalnız “OL” der ve o da oluverir” (Bakara/117).
 
Biz kullarına düşen ise Mukaddim İsm-i şerifinin tecellilerine mazhar olduğumuzda şükretmek, önde bulunuşumuzu kendimizden bilmemek, Hakkı hatırdan çıkarmamak, bunun bir hikmete müsteniden ve hidayet ile lütfedildiğini anlamaktır. Bu hakikatleri unuttuğumuzda Muahhir İsminin Tecellilerine maruz kalmaktan korkmaktır. Zamanın zor ve çetin labirentlerinde ilerlerken acizlik ve zayıflığımızı, korkularımızı ve ye’si yenmek için “Mukaddim” İsmini hatırlayıp, hakikatini yaşamaya çalışmak kendime en büyük telkinimdir. “Muahhir” ism-i celilinin tecellilerine maruz kalmaktan da kaçmak, Allah’a (cc) her daim istiğfarda ve istiazede bulunmak, dünyanın her türlü hali karşısında ve zalimlerin ve firavunların zulümleri muvacehesinde de Muahhir İsmini vesile yapmak sığınağımdır. Kabul et Allah’ım! Amin.
 
 
ROTAP- banner-

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir