Medya Cini

AZİZ SAVAŞ

AZİZ SAVAŞ
Medya Cini
 
Son iki asır, insanlığın hayatına kattığı birçok devasa buluşlar ve göz kamaştırıcı icatları vardır ama bana sorarsanız, bunların başında, medyanın sektörel bir güç olarak ortaya çıkması gelir. Özellikle de görsel medya ve internetin keşfiyle birlikte… Öyle ki, bir milat olarak kabul edilebilir ve gelecek nesiller, "medya öncesi çağ ve medya sonrası çağ" diye çağların tasnifinde bir kriter olarak da kullanabilecekleri önemde bir yenilik ya da buluştur bu. Hangi insani dürtünün ya da ihtiyaç ve arayışın insanoğlunu bu buluşun keşfine sevk ettiği konusunda olumlu ya da olumsuz birçok söz sarf edilebilse de, bugün insanlığın hayatında oynadığı rol ve daha çok hangi toplumsal sınıfların elindeki bir araç olduğuna bakıldığında, şeytani bir zekânın ürünü olduğu konusunda bir şüphenin olmayacağı kanaatindeyim.  Belki de Şeytanın son numarası ya da insanoğluna attığı son kazık…

“İnsanoğlu, tarih boyunca, her zaman kendisini ifade etme yol ve araçlarını bulma ve kullanma arayışı içerisinde olmamış mıdır? Bugün Medya dediğimiz olgu bu arayışın tekâmül etmiş hali değil midir?" gibi sorular sormak tabi ki hakkınız olabilir! Ama medya dediğimiz olgu, insanın kendini ifade etme aracı olmanın ötesinde çok daha başka bir anlam ifade etmektedir. Zira medyanın bugün insan hayatında işgal ettiği yer, elinde tuttuğu güç ve imkânlar ve bu güç ve imkânlara kimlerin malik olabileceğine bakıldığında, Şeytanın çok hoşuna giden ve atını zevk ve heyecan ile koşuşturabileceği bir alan olduğu hemen fark edilecektir. Hassaten uydu sistemleri ve internetin gelişmesi ile birlikte, dağdaki çobana varıncaya kadar, 24 saat boyunca, herkesin yanı başında olan ve hayatlarında en fazla yeri işgal eden medya, sanki cin ya da peri taifesinden, görünmeyen bir eşmiş gibi hayatlarına yerleşti ve insanoğlunu kendisine meftun etti. Hani eskiler, aniden tuhaflaşan ya da deliren birine, "cin çarpmış" ya da "içine cin kaçmış" derlerdi ya -zira onun bütün davranışlarını cinlerin sevk ve idare ettiğine inanılırdı-; bunun gibi, bugün çocuğundan yaşlısına, erkeğinden kadınına, herkesin içine "medya cini" kaçmış ve bütün hayatlarını sevk ve idare etmektedir. Bir kaç saatliğine internetin kesildiği, medyanın işlemediği anları düşünün bir! Sanki de İsrafil surunu çalmış, bütün ruhları çekip almış da, elektriği kesilen makinalar gibi, hayat nasıl da bir anda durur, işlemez olur! Bu, Şeytanın son numarası ya da insanoğlu karşısındaki son zaferi değil de nedir? Bunun karşısında nasıl İlahi bir hamle gelir onu bilemem ama Şeytanın bugün medya aracılığıyla insanı rehin aldığı inkâr edilemez bir gerçek. Görülen o ki, ilahi bir müdahalenin dışında da bu esaretten kurtulmak, öyle pek de mümkün görülmüyor.

Denilebilir ki; "Farz edelim, medya bir atsa, bunun sırtına kimin bindiği önemli; Şeytan da binebilir, Allah dostu bir veli de…"  Ama kazın ayağı öyle değil! Bir oyunun kuralını kim koyuyorsa, ona göre oynanır; bir pazar şartlarını kim belirlemişse ona göre işler. Peygamber Efendimiz'in (as) Medine'ye iner inmez ilk yaptığı işlerden biri, Müslümanları Yahudilerin pazarından çekmek olmuştu. Çünkü Müslüman dahi olsanız, değil mi ki o ortamın havasını soluyor, o pazarın kurallarına göre iş görüyorsunuz, ruhunuzun, kalbinizin, ahlak ve davranışlarınızın ondan müteessir olmasının önüne geçemezsiniz. Bugün yaşanan realite de bunu göstermiyor mu? Mesela, "muhafazakâr" ve "İslamcı" tandansta yayın yapan televizyonlara bir bakın! Haber spikerleri ya da program yapıcıları, örtülü bile olsalar, mutlaka modern giyimli, makyajı yerinde, alımlı bayanlardan seçilir. Ya da reytingi arttırmak için, pazarın kurallarına uyarak, gün içerisinde kadınları ekranların başına çekmek için, "kadın programları" konur. Bir miktar süzgeçten geçirilse de -süzgecin delikleri çoğu zaman geniş tutulur-, bol miktarda reklam alma endişesi öne çıkar; çünkü reklam ile beslenir. Çoğu zaman, iktidarlara ve etkin güç odaklarına dayanır, onların hassasiyetleri gözetlenir, rahatsız edilmemeye çalışılır. Bunu iki şey için yaparlar; korkudan ya da yalakalıktan…  Oralarda yazıp çizen ya da konuşanlar da, çok azı hariç, sürekli patronlarının menfaatlerini gözetir, ya onların talepleri doğrultusunda kalemlerini ve dimağlarını satarlar ya da etliye sütlüye karışmadan, zamanla silikleşir ve şahsiyetlerini yitirirler. Vesaire, vesaire…

Dedim ya, pazarın kuralı böyle; bu çark hep böyle işler. Tam da Şeytani bir zekanın ürünü olduğunu söylediğim nokta da burası: Ne kadar saf ve iyi niyetli olursanız olun, hangi ulvi gaye ve hedeflerle yola çıkarsanız çıkın, sonuç değişmiyor; rakiplerinizle aynı işi yapıyor, aynı amaca hizmet ediyor olacaksınız. Durduğunuz yer, renginiz, boyunuz, endamınız, fikir ve tasavvurunuzun farklılığı, aksine, bu pazarı şenlendiren, renk katan, rağbetini arttıran, güç ve kuvvet veren ve sadece büyüten olacaktır. Size bu pastadan pay da verilecektir ama zaten aslolan pastanın varlığıdır; siz ya da size verilen pay değil.

Bir de, "Bu gücün hangi toplumsal sınıfların elindeki araç olduğuna baktığımızda…" demiştim. Medya dediğimiz bu şeytani buluşun, bu tehlikeli silahın en ürkütücü yanlarından birisi de burası. Çünkü ulusal ya da küresel boyutta yayın yapan, herkese ulaşabilme güç ve imkânına sahip bir medya gücünü elinde tutmak, o pazara girebilmek ve orada tutunmak o kadar kolay bir iş değil. Bunun için, ya devletin siyasi ve ekonomik gücünü ya da onu kendi kirli emelleri, güç ve iktidar kavgalarının aracı olarak kullanan büyük sermaye tröstlerinin, ulusal ve küresel güç odaklarının desteğini almak gerekir ki, bugün olan da budur. Medya organları, çoğu zaman, ulusal ya da küresel hesapların, toplumu ve siyaseti dizayn etme mühendisliklerinin, devletler ve hükümetler üzerinde baskı oluşturma, hizaya getirme amaçlarının bir aracı ve etkin bir silahı olarak kullanılır ve kullanılmıştır. "Dördüncü kuvvet, medya" tabiri, aslında bu gerçekliği ifade eden ve daha çok da bu gücü hissettirmeye yönelik oluşturulan bir slogandır. Dediğim gibi, kendini ifade etme aracı olmanın ötesinde, belli toplumsal sınıfların ve güç odaklarının elindeki bir silah ya da kuvvet…

Medya Cininin insanoğluna yaşattığı en büyük felaketlerden biri de, zaman mefhumunu tekleştirmesi, bütün insanlığı aynı zamanda yaşatması oldu. Artık öyle eskiden olduğu gibi, her millettin, her şehrin hatta her bireyin kendine özgü zamanı kalmadı. Artık dünyanın bir ucunda cereyan eden bir olay, bu "cin" sayesinde, bütün insanlığın gündemine sokulmakta, herkes ondan müteessir olmakta; zihni, kalbi, ruhu ondan etkilenmektedir. Dünyanın bir köşesinde cereyan eden bir savaş, canlı olarak evinizin içine girebiliyor, uçuşan kurşunlar, patlayan bombalar belki bedeninize isabet etmiyor ama ruhunuzu, kalbinizi parçalıyor, dengenizi sarsıyor, yüreğinize hüzün, korku ve endişe salıyor, huzurunuzu bozuyor. Bugün Dünyanın her yerinde insanlığın bu kadar hırçınlaşması, bu kadar asabileşmesini başka neyle izah edebilirsiniz? Bütün dünyanın can sıkıcı, yürek burkucu, yüz kızartıcı görüntü ve seslerini evinizin içine kadar taşıyan "Medya Cadı'sı", küçücük çocukların dahi, o kadife gibi yumuşacık, pak, lekesiz, coşku ve sevinç ile dolu yüreklerine korku salmakta, acı ve kederlerin ocağında pişmiş yüreklerin bile taşımakta zorlandığı gam ve endişe yükünü o nazenin ve kırılgan yüreklerine taşımaktadır.  Sevgi, şefkat ve merhamete muhtaç o nazenin yürekler, o ışıltılı gözler, terütaze çağlarında, her türlü şiddeti, acımasızlığı, çirkinliği, hile ve desiseyi, ahlaksızlığı görüyor, izliyor ve hatta sanal âlemlerde oyunlarına katılarak aşina oluyorlar. Küçük yaşta suç işleme oranlarındaki yükselişin sebepleri başka ne olabilir? Koyu kadife bir örtü gibi, herkesi örten, kendi mahremini oluşturan zaman, bu medya cini sayesinde, insanlığın üzerinden çekip alınmış, herkes çıplak, üryan halde, bütün ayıplarıyla teşhir edilmiştir.

Hülasa; biz zavallı insanlar için, Hz. Nuh gibi ellerimizi açıp; " yenildim Rabbim!" demekten başka ne gelir elden! Yeni Nuh'lar ve Muhammed'ler gelmeyeceğine göre, direk İlahi bir müdahale beklemekten başka…

Ben duamı yapayım, sizler de "âmin!" deyin:

"Kovulmuş Şeytandan ve onun elindeki "medya kuvvetinin" şerrinden sana sığınırız Rabbim!"…      

   

28 Şubat 2015 / Asanatlar

 

  

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir