Kardaki Nar Lekeleri

ZEYNEP SEYYAH AK
Kardaki Nar Lekeleri
 
 S.T.'ye
 
Rastlantısal değildir hiçbir şey…
Bu, hayatımıza dâhil olan her şey için geçerli. Şöyle ki:
Körün biri simsiyah bir gecede elinde fener ve omzunda testi yürürken, boşboğazın biri yanına yaklaşmış ve şöyle demiş:
"Ey nadan! Senin için geceyle gündüz birdir.
Karanlıkla aydınlık arasında bir fark yoktur.
Fenerin ne faydası olur ki sana?''
Bu söz üzerine kör, mütebessim bir edayla:
''Bu fener kendim için değildir! Senin gibi kör kalpli sersemler içindir ki, bana çarpıp da testimi kırmasınlar" cevabını vermiş.
 
Değerlendirmeler dışa göre yapılır çoğunlukla, içeride olup bitenden bihaber not vericilerce.
Yani bakış ve duruşa göre taşınan algı farklılıkları…
Muhatapta eriyebilme ve empati duyarlılığı ne gezer, benmerkezciliği baskın insan türlerinde…
Bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmak gibi bir şey…
 
Ortaya çıkan olayları üstün beynimizle her zaman anlayabiliriz ya…
Olayın muhataptaki aksedişi, kimin umurunda…
Kiminin ihanet saydığının, kiminde masumiyet donanımına sahip olması başka nasıl açıklanabilir yoksa?
Kiminin dost kavramına yüklediği merhamet yüceliğinin ve anlam bütünlüğünün, kiminde müptezel yaklaşımlı gecelik hazda paspasa dönüşmesi gibi… İçe dönmek ve dinlemek.
Hataların muhasebesi belki…
 
Ya da mükemmel olunmadığının tespiti… Kimsenin bilmediği kusurlarla yüzleşerek…
Muhatap söz konusu olduğunda önyargı doruklarında yüzen o namütenahi varlık her nedense bin kere ihanet etse de bin kere affeder kendini.
Yazıklanacak o iç huzursuzluk da, kolaylıkla askıda. Kalbindeki her buluş, her keşfediş tümüyle, evrenin kabuğu gibi irade bahşedilen kör misali…
Nar taneleri gibi dağılan, ama hep ufuk penceresinde binbir farkındalık ile bizi sıradanlıktan kurtaran. Kimimiz kendi kalemiyle yazdı yazgısını, kimimiz başkasının kalemiyle karaladı defterini.
 
Tevazu gösterilecek bir yanı olmadığından mı bu, insanın kendine saygısızlığı?
Yoksa hiç bir şeyin en saf halde yaşanmıyor oluşu mudur sebep?
Ya da bunun zihinsel çözülüşe yaptığı katkı mı?
Yoksa içini dinlemeyen o varlıktan, içini dökmesini isteme safdilliği mi?
Düz mantığın meşalesiyle aydınlatıldı uçurumlar sırasını bekleyen zıtlıklar için.
 
Toprak ana gökyüzünden düşen her damlaya el açarken, fikirler aynı kitabın ezberlenmiş sayfasındanmış gibi tekdüze. İnsanların, ihsan hukukunu ciddiye almadığından belki de…
Seyrekleşen ve sıradanlaşan ne varsa 'değerin' ölçümüne layık değil ki, güzellikler saçılsın ortalığa…
Müneccim teşhislerinin yaralayıcı olmaktan sıyrılamamasına benzercesine…
 
Paçozlar her yerde kısacası.
Dışa odaklı olma açmazıyla; ne kendine eğilebilen, ne karşısındakini anlayabilen.
Kısacık dünyada güzelim duyguları yüceltmek de bu kadar kolay iken, bir direniş, bir patinaj ki… Anlamak imkânsız. İçleri unutarak hayatı anlamayı kolay mı sanıyorlar, ne?
Vicdanı içimize yargıç atayabilsek keşke…
Adalet terazisi hükmünü icra eder hayaliyle tabi ki…
 
Melek olmadığını söyleyen, hatalarından haberdar kılan bir iç olgunluktur işte, sevmek zorunda olduğumuz insanların gözlüğünü taktıracak olan.
Dostluk en başta anlamaksa eğer, içlere meyletme yönelimi hala neden askıda?
Geceyle gündüzün farklı olduğunu köre kim inandırabilirdi mesela.
Kalbin bir bildiği olmasa…
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir