Halep Ey… Sebep Ey…

YAREN KAYIP

YAREN KAYIP
Halep Ey… Sebep Ey…
 
Günde en az kırk defa söylediğiniz bir şeyi birinden duyup da hüngür hüngür ağladığınız oldu mu? Benim oldu. Üstelik birçok kez birçok farklı insandan duymuşluğum da vardı. Günlerdir içimi yakan o amansız ateş o cümleyle birlikte cehennem olup indi gözümden…
 
‘ihdinessirâtel müstakîm‘’
 
Ben bu ayeti bir kaç gün önce Halepli Ahmet’ten duydum. Halepli Ahmet kim mi? Bu soruya karşılık “Kâbe’de arkasında namaz kıldığım imam” diyebilmeyi isterdim ama değil, o kalbini Kâbe yapanlardan.
 
Evet, Halep’ten Ahmet, hani şu haberlerde çokça adı geçen, haberlerini görünce vicdanımız el vermediği için kanal değiştirdiğimiz Halep’ten. Hani şu tüm zalimlerin var gücüyle yüklenmesine rağmen canı pahasına, inancından, davasından, Elest bezminde ‘’Bela‘’ diye verdiği sözden dönmeyen şehirden.
 
Ahmet bombalarla yıkılmış dünyasının enkazının altında bütün dünyanın sağırlığına inat tekrarlıyordu bu ayeti: ‘’ihdinessirâtel müstakîm‘’,  ‘’bizi doğru yola ilet ‘’…
 
Tekrar tekrar çınladı yüreğimde sesi, anneannemi hatırladım, elleri tespih kokan nur yüzlü kadın. İlk ondan duymuştum bu ayetin manasını, dua edinmişti kendisine. ‘’Rabbim sıratil müstakimden ayırmasın ‘’ derdi. ‘’Dosdoğru yoldan ayırmasın bizi ‘’…

O günden beri hiçbir söyleyişimde ve duyuşumda bu kadar anlamlı bu kadar canıma dokunmamıştı bu ayet. Kafası kanlar içindeydi Ahmet’in, ah dedim ah güzel çocuk, ah canı öyle yanarken bile, duası doğru yoldan ayrılmamak olan, küçücük bedeni bir enkazın altına sıkışmışken, iman dolu kocaman yüreği yeryüzüne sığmayan çocuk, sen zaten dosdoğru bir yoldasın. Asıl bizler; bu zulme sessiz kalan, biz sağır yürekler tekrarlayalım o ayeti.
 
Ahmet “dayanamıyorum” dediğinde oradakiler ‘’Ahmet, ziyan yok, salâvat getir‘’ diyorlardı. Ezildim, ufalandım, yok oldum. Layıkıyla utanamamanın utancı bile yetmez miydi şimdi bize…
 
Ah Ahmet, ah güzel çocuk, biz seninle aynı cenneti nasıl dileyebiliriz ki. Biz o senin salâvat getirdiğin Peygamber(s.a.v)in yüzüne nasıl bakarız o kutlu günde. Nasıl biz senin ümmetiniz deyip şefaatini dileriz. Ciğerime inmiş o sesin nasıl silinir kulaklarımdan şimdi. Senin için hiç bir şey yapamamışken. Kırk değil kırk bin kere de okusam o ayeti, beni sırâtel müstakim üzere tutmaya yeter mi? Senin kaldığın enkazın daha beterinin altında değil midir benim kalbim şimdi.
 
Ahmet, güzel çocuk, tut ellerimi, tut tüm Ümmeti Muhammed’in elini, o bulunduğun dosdoğru yola çek bizi…
     
Peygamber efendimiz(s.a.v)in "beni yaşlandırdı" dediği ayeti hatırladım sonra:
‘’Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol.‘’
 
Her gün aynı acıya uyanırken dünya. Biz hala hiçbir şey yokmuş gibi yaşıyor ve her gün yeni bir güne unutarak başlıyoruz ya; Ahmet’e, Ümran’a, Aylan’a ve daha ismini bile bilmediğimiz binlerce masuma, Halep’e, Suriye’ye, Filistin’e, Myanmar’a, Doğu Türkistan’a, bütün bir İslam coğrafyasının uğradığı zulme kayıtsız ve sessiz, çığlığına sağır ve dilsiz kalıyoruz ya.
 
Ve O hiçbir vaadinden dönmez Allah(c.c) ayet-i kerimede buyuruyor ya ;
‘’Muhakkak Allah, inkâr edenleri ve zulmedenleri ne bağışlar, ne de doğru bir yola eriştirir.‘’
 
Ey bunca zulüm karşısında sağır ve dilsiz olan, her an Sırât-El Müstakim’den bir iman boyu uzaklaşan dünya.
Yaşlanmaz mısın?
 
Kalbim ağarmaz mı daha…
 
Halep ey…  Sebep ey…
 
 
 
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir