Hadi Aslanlarım

MAHMUT HASGÜL
Hadi Aslanlarım
 
Bir “merhaba” demeden başladığımın farkındayım. Şiirsel bir giriş yapacaktım. Uykusuz bir gecenin “melal” yorgunluğuyla dokunacaktım klavyemin tuşlarına.  Demlenmiş imgelerle, birikmiş nağmelerle yazacaktım ilk satırlarımı. Olmadı. Siz oldu sayın. Gecikmiş selamıma bir “aleykümselam” yollayın.
 
Tarihin en zorlu dönemeçlerinden birini geçmekteyiz. Katar katar gelen şehitleri tekbirlerle vatan toprağına ekmekteyiz. Şehit ailelerinin feryatlarına karşılık “sabrı cemil” telkin etmekte, gözyaşımızı ve sabrımızı tüketmekteyiz.
 
Toprak kanla vatan olur, bu binlerce yıllık Oğuz töresinin, atalar tecrübesinin, Peygamber sünneti seniyyesinin bize öğrettiği temel ilkelerdendir. Şehitlerin ölümsüz olduklarına da imanımız tamdır. Hem bizim, hem de gözünü kırpmadan şehadete koşan kahramanlarımızın imanı tamdır.
 
Yüzlerce kişisel tecrübeye, on binlerce tarihi bilgiye göre söyleyebiliriz ki sadece cephedeki Türk evlatları değil, cephe gerisinde sabırsızlanan bütün bir millet, vatanı için çarpışmaya hazırdır.  En sıradan bir insanın nasıl kahramana dönüştüğünü duyduk, gördük, yaşadık. Bu bir mucize midir, milli fıtrat mıdır, inanç mıdır bilemem. Belki de hepsi birlikte böyledir.
 
Kore Harbine katılmış bir büyüğümüzün (Nuri Dikici,1931-2016) günlüklerini okudum. Günlük, taze taze yazıldığı için daha güvenilir, daha yalansız olur. Bunu düşünerek okuyunca hayretler içinde kaldım. NATO komutasında seçilen birliklerimizden birinde asker olan bu büyüğümüz yolculuğun ve savaşın her adımını aşama aşama yazmış ve savaşın en hararetli günlerinişöyle anlatmış:
 
“…Biz Türk Tugayı olarak savunduğumuz yeri bir ay koruduğumuz halde Amerikalılar yirmi dört saat dayanamadılar. Amerikalılar savaşamıyorlar, onlar paralı askerler, zoru görünce hemen kaçıyorlardı.
 
Pan Man Jum şehri yakınlarında savaş devam ederken geri çekilme emri geldi. Biz çekilmedik. Sağ ve sol tarafımızdaki birlikler geri çekilince buraları ele geçiren Kuzey Koreliler bizi çembere aldılar. Dört – beş gün savaştık, kendimizi savunduk. Sonunda mermimiz ve yiyeceğimiz bitti. İsteseler Amerikalılar helikopterlerle bize mühimmat atabilirlerdi ama atmadılar.
 
Şafak sökerken komutanımız bize: “Asker evlatlarım! Buradan kurtulmamızın tek yolu var. Düşmana süngülerimizle hücum edeceğiz. Ölmek var, dönmek yok!” dedi.
Süngü takıp “Allah, Allah” sesleriyle hücuma kalktık.
 
Babam Yunan Harbine katılmıştı. Ben çocukken anılarını, süngü hücumlarını anlatırdı. Süngüsünü karnına sapladığı düşman askerini havaya kaldırıp, başının üzerinden arkasına savurarak, o daha yere düşmeden boşta kalan süngüyü başka bir düşman askerine saplayan askerler vardı, diyordu.
Bana abartılı gelen bu olayı Kore’de gözlerimle gördüm. Göğüs göğse çarpışırken Türk askeri bambaşka bir kahramana dönüşüyordu.”
(20 Yüzyılda Tokat, Metin Gürdere, sy. 365)

 
Böyle şeyler gerçekten olur mu? 276 kiloluk bir mermiyi Seyit Onbaşı tek başına kaldırabilir mi? Normal hayatta asla! Ama savaş halindeyse ve söz konusu Türklerse, kesinlikle yaparlar. Hani 15 Temmuz darbe girişimi sırasında canlı yayında izledik. Elinde poşetle evine dönen sıradan bir vatandaş, ülkenin zor durumda olduğunu anladığı anda nasıl da tanklara kafa tutuyor, gözünü kırpmadan tankın altına yatıyordu.
 
Yaşadığımız günler bize gösteriyor ki destanlarda anlatılan kahramanlar, tarih sayfalarında sözü edilen yiğitler hayatımızın tamamen içindeymiş. Belki bu olaylar başka milletler için bir “destandır” ama bizim için hayatın ta kendisi. Hatta tarih ve edebiyat ne kadar süslerse süslesin hakikatlerimizin ihtişamını anlatmakta daima cılız kalıyor.
            …
Yukarıda bahsettiğim olağanüstülüklere imanımın tam olduğunu tekraren belirterek teessüfle şunu da ifade edeyim: Bizim kanla (şehit olarak) kazanabileceğimiz son savaş, Kurtuluş Savaşı idi. Bundan sonra –Allah muhafaza- gireceğimiz büyük kitlesel savaşlarda kan ve kahramanlıkla kazanma ihtimalimiz son derece zayıf görünüyor. Bu, bütün dünya ülkeleri için geçerlidir. İkinci dünya savaşında sadece Rusya’nın 27 milyon can kaybettiğini düşünürsek, bu kadar can kaybettikten sonra kazanan bir tarafın olduğunu söylemek pek mantıklı değil. Çağımızdaki teknolojinin ve korkunç kitle imha silahlarının geldiği noktayı düşünürsek -kahramanlık ruhumuzu diri tutmak kaydıyla- mutlaka başka açılardan da bakma, harekete geçme zamanımız gelmiştir, geçmektedir.
 
Ülkemiz, Plevne savaşından bugüne ölümcül bir kuşatma planıyla karşı karşıyadır ve milletimize uygulanacak olan plan “Truva Sendromudur”. Bu, az buçuk tarih bilen ve yakın zamanları tarafsız ve mantıklı değerlendiren her akıl sahibinin görebileceği bir hakikattir. O sebepten bir an önce kendi hazırlıklarımızı yapma zorunluluğumuz vardır. Ülkemizin acil, bilim ve teknoloji seferberliğine girişmesi gerekmektedir. Gerek evrensel anlamda legal yollarla, gerekse illegal (korsan) metotlarla özel laboratuvarlarımızı kurmak, pratik fikirler üzerinde çalışıp üretime geçmek zorundayız. Olur mu peki? Hayal ettiğimizden fazlasının olacağına adım kadar eminim.
 
Türk zekâsının nasıl kıvrak ve alternatifçi bir yapıya sahip olduğunu bir eğitimci ve gözlemci olarak biliyorum. Yapılması gereken, kenarda köşede, kendi imkânlarıyla akıl almaz başarılara imza atan insanlara görev vermektir. Her beyin bir enerji, her beyin bir milli servettir. Bugüne kadar olduğu gibi bu servet har vurulup harman savurulmamalıdır. Fikri, dünya görüşü, inancı, ırkı ne olursa olsun bu insanlara hak ettikleri değer verilmeli, onlar doğru noktalarda değerlendirilmelidir.
 
Savunma sanayiinde dışa bağımlılık bizim gibi tarihi geçmişi ve ideali olan bir millet için utanç kaynağıdır. Dışa bağımlılıktan tam manasıyla kurtulabileceğimiz gibi, modern dünyanın ötesinde buluşların da sahibi olabiliriz. ARGE çalışmalarımız hem farklı gruplarla, hem de farklı alanlarda gelişerek devam etmelidir. Bir ölüm kalım savaşının eşiğinde olan milletimiz için en hayati ihtiyaç güvenliktir, dolayısıyla en yüksek harcama kalemi de tam bağımsız ARGE çalışmaları için tahsis edilmelidir.
 
Bu alanda ne gibi zorluklarla karşı karşıya kalabileceğimizi biliyoruz. ASELSAN şehitleri, Isparta Uçağı faciası; geçmişte Vecihi Hürkuş trajedisi, Nuri Demirağ tecrübeleri, Devrim Otomobili hikâyeleri düşmanın neyden rahatsızlık duyduğunu göstermekte; düşmana inat hangi alanlarda seferberlik ilan etmemiz gerektiği ve nasıl bir yol izlememiz icap ettiği hususunda bize net bir fotoğraf göstermektedir.
 
Özellikle ABD’de bilim dünyasının en üretken zekâları arasında yüzde kırk oranında Müslüman bilim adamları bulunmaktadır. Müslüman araştırmacıların ülkelerinde neden hizmet üretemediklerinin sebepleri aşağı yukarı biliniyor: İmkân ve fırsat verilmediği için. Son yıllarda ABD’de uygulanan vize sorunlarından dolayı bu bilim insanları artık bıkmış durumda. Emperyal güçlere hizmet ediyor olmanın vicdan azabı dışında kendi uluslarına ve inançlarına hizmet etme özlemiyle de yanıp tutuşmaktalar. Anti-emperyalist bir Müslüman ülkede çalışmalarına devam etmek istiyorlar. Bunu gerçekleştirebilecek potansiyele ve kültüre sahip tek ülke Türkiye. Türkiye’nin adım atması halinde ülkemize bir beyin göçünün olacağını biliyoruz. Eğer Türkiye Cumhuriyeti bilimsel – teknolojik kalkınma hamlesi başlatırsa bir anda dünyanın en seçkin bilim odaklarından biri olacaktır.
 
Rusya, Japonya, Kore, Çin, Malezya, Endonezya, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerin kalkınma hikâyeleri böyle başladı. Onlar bunu başardılar. Küresel denge unsuru olan bu ülkelerin altyapıları bizden çok çok geriydi. Biz ise yönetimler noktasında gerekli vizyona sahip olmadığımızdan küçücük adımları atamadık. Günlük siyasetin bataklığında çırpınarak vakit geçirmekten haz aldık. Oysa geleceğe yönelik planlar yapabilir, adımlar atabilirdik. Bunun dışında Türkiye’deki potansiyelin farkında olan güçler zaman zaman müdahalelerde bulunarak ülkemizdeki bilim ve teknolojiye hatta üretime suikastlarda bulundular.  Düşman farkında, biz farkında değiliz. Başka mecralarda enerjimizi tüketmek yerine asıl yapmamız gereken şeyleri yapmak zorundayız.
 
Yapılacak şey bellidir, yolumuz nettir ve biz bu yolculuğa hazırız. Tek bir şeyi bekliyoruz: siyasi iradenin de bu hakikati görmesini ve Türk gençlerine “Hadi Aslanlarım!” demesini. 
 

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir