Güneşin Öldüğü Yerdeyim

YAREN KAYIP

YAREN KAYIP
Güneşin Öldüğü Yerdeyim
 
Renk cümbüşü yalanlar, riya kokulu samimiyetler, hesaplı kitaplı dostluklar, çıkarsızca deyip de hançerine yüreğimi kın etmiş sevdalar.
 
Yoruldum; yalandan, yanılmaktan, yanlışa yanmaktan…
 
Oysa insanca bir yaşamaktı tüm düşlediğim. Şimdi bütün düşlerimi zifiri bir geceye hapsettim. Ne tuhaf değil mi; İnsanlarda yanardöner olmuş, renkler gibi, acı da bir tat, tıpkı tatlı gibi, gül de kokar kan da… Yürek neleri almıyor ki; aşkla, ihanet aynı kapta. Yani bu nasıl bir çelişki, bu nasıl dünya, en sevdiğim elma şekeri de kırmızıydı, en sevdiğimin yüreğime açtığı yaradan sızan kan da.
 
Sevdamı anlatan gül de kımızıydı, ihanetlerin ardından kendime öfkemden gözümde kalan da…
 
Bilsen ben ne çok direndim, içimdeki çocuğu kirletmemek için. Bataklıklara çiçek ektim, cennetten bir bahçe düşledim, olmadı… Kırmızıyı siyaha gelincik tarlalarında yakıştırdım, kanlı ölümlerde değil… Hem sarı bereketin rengi olmalıydı, ayrılığın rengi değil. Hüzün bile adam gibi yaşanmalıydı, en az sevinç kadar içten. Hayat denen masalda iyiler kazansın diyeydi benim tüm kavgam, yel değirmenleri de ne ki, ben ihanetlerin çarkına salladım gönlümün kılıcını, kaç kere kırıldım da pes etmedim.
 
Rüyaları değil kâbusları bile hayra yordum ben.
 
Ama olmadı…
 
Yeşermeye çalıştıkça kırdılar dallarımı, bir kavak misali başım göğe ersin diye kırdılar sandım. En inandıklarım, canım dediklerim vurdular, hem de sırtımdan, gülüp geçtim acılara, yaramı ateşle sardım. Ağlamam demiştim ya; bak yine aklımın hükmüne uymuyor gözlerim oysa çocuk değilim. Hiç oyun oynamadım hayatla ben, sevmedim kendine ihanet asılsız rollere bürünmeyi. Oyuncaklarımı değil ellerimi kırdılar benim. Çocukluğum döküldü gözlerimden. Avuçlarımdan akıp gitti gençliğim. Olsun dedim, büyümek acıysa da nefreti büyütmedim.
 
Umut tarlalarında ayrık otu gibi arsızca çoğalırken kaybetmişlik, ayıkladım içimdeki can kırıklarını bir bir…
 
Vazgeçmedim…
 
Ben seni yaşamak gibi sevmişim, "birlikte yaşlanmak" düşlerim büyümüş yüreğimin en kuytu yerlerinde. Kendime bile diyememişim sevdim diye. Ey gözlerin rengini bilmediğim yar! Ben sana gözlerimi akıtmışım her gece, adını dilime yasak edişime inat. Yüreğimin bütün dualarının öznesi sendin, âminlerde gözüme sürülen senin yüzündü. Ben önce kendimden sonra senden vazgeçecek kadar sevmişim seni… Bu susuş, bu içime kan kusuş yüreksizliğimden değil bilesin! Yiğidim, dünyayı yıkacak kadar, ben ölümden öte köylerde bilirim! Fakat karşında durup gözlerinin içine bakabilmek hayaliyle bile yüreğimin dizinin bağı çözüldü.
 
Diz çöktü çökecek, el açtı açacak kalbim.
 
Gurur mu yapıyorum?
 
Yok, gurur değil…
 
Susarım; çünkü biliyorum, bu sevda kıyametimiz olacak. Ey benim sağ gözümden sol gözüme ıramadığım sevgili! Ben benden vazgeçeli çok oldu da, tahammül edemem ki yaşamaya, bilsem senin canın zerre kadar yanacak! O yüzden vazgeçerim, kendimden geçmek pahasına severim ben seni.
 
Vuslat mı?
 
Vuslat ancak mahşerde…
 
Can canansız ölür mü, bedendir toprak olacak, can kalır sende.
 
Yoruldum, çok yoruldum ağır gelir bu yük bu "ser"de.
 
Şimdi yumacağım gözlerimi bir masala, bitecek bu sığ gerçeklik. Kaçmak değil bu, öyle bir hal ki şimdi kalabilmek korkaklık. Anlatamam, yok benim lisan-ı halim, sevdiğim, yârim, ömrümün tek gülen yanı, ben seni çoktan bile çok sevdim… Bir ömürlük değil bu sevda masalı, ben seni ta zamanın başlangıcında sevdim. Şimdi gidiyorum, seni zamanın bitmediği yerde de seveceğim. Hani gecenin en koyu anı sabahın en yakın olduğu andır ya! Seni güneşin ilk ışığı gibi bekleyeceğim.
 
Ve ben sana, seni nasıl sevdiğimi güneşin öldüğü yerde söyleyeceğim…
 
 

Bir Yorum

  1. Yine her zamanki gibi müthişsiniz. Düz yazıda da en az şiir kadar başarılısınız. Bir an önce kitap çıkarmanızı dört gözle bekliyoruz. Saygılarımla.

    http://www.yeniistrendleri.com sitesinden Mustafa Karakaya

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir