El Hakku İsm-i Celili

MEHMET ALİ BAL
El Hakku İsm-i Celili
 
“El-Hakk” "Varlığı hiç değişmeden duran. Var olan, hakkı ortaya çıkaran” manalarına gelmektedir. Varlığı ve Ulûhiyeti kesin olan, inkârı mümkün olmayan, ezeli ve ebedi olan, değişmeksizin var olan nihai hakikat, kimseye muhtaç olmayan, sözü en doğru olan, eşyayı hikmetin gereğine göre icat eden demektir. Varlığı hiç değişmeyen, hiç yok olmayan ve gerçek anlamına da gelmektedir. Vacib-ül vücut (Varlığı vacip, gerekli) olan, varlığı hiç değişmeden duran demektir.
 
Bu kelime adeta bir İslam kelimesi olmuştur. Bu yüzden lügat manalarına biraz ayrıntılı bakalım istiyorum.
“Hakka / yehukku / hakkan” fiili “Hasma hak üzere galip gelmek” manasındadır. Bu fiile “El Habera” eklendiğinde “Haberin hakikati üzerinde durmak”; “El emra” eklendiğinde “İşin hakikatini anlayıp yakinen idrak etmek”; “Eş şey’e” eklendiğinde “Bir şeyi vacip ve sabit kılmak” manalarına gelmektedir. “Hakka / yehukku veya yehikku / hakkan, hakkaten, hukuken el emru” fiili ise “İş sabit ve doğru olmak” demektir.
“Hakka / yehakku / hakaken el feresu” filli “At yürürken art ayakları, ön ayağının bastığı yere basmak” manasındadır. “Ve Rabbinin emrine boyun eğip de gerçekleştirildiği zaman” (İnşikak / 6) ayetinde gerçekleştirilme manasını “Hukkat” kelimesi vermektedir. “Ehakka ihkaaken fulaanen” kelimesi “Hasma hak üzere galip gelmek”; “Eşşey’e” ilavesiyle “Bir şeyi vacip gerekli kılmak”tır. “Hakkaka / tahkiikan el emra” kelimesi “Gerçekleştirmek. Tasdik etmek. Sağlamlaştırmak. Bir davayı soruşturmak” manalarını muhtevidir.
“Tehakkaka / tehakkuken el emra” kelimesi “Bir işin hakikatini bilmek”; “El emru” eklendiğinde ise “Bir iş hakikat, sahih olmak” demektir. “İstehakka istihkaaken eşşey’e” kelimesi “Bir şeyi hak etmek” demektir. “El haakku” kelimesi “Bir şeyin ortası. Kamil. Sadık. Mükemmel” demektir.
 “El haakkatu” kelimesi ise “Kıyamet, musibet ve erkekliği / cesareti mükemmel” manalarında kullanılmıştır. “El hakku, (çoğul) hukukun, hikaakun” kelimesi “Allah’ın  (cc) isimlerinden biridir. Yakin, sabit ve hakkında olmayan şey; Hüküm, fasıl ve kaza olunmuş iş” demektir. “Biz o melekleri ancak hikmet üzere indiririz” (Hicr / 8) Aynı zamanda bu kelimenin “Adalet, İslam. Mal mülk. Vacip. Sadık.Ölüm. Bir şeyin ortası. Layık. Yaraşır” manaları vardır.
“El hakkaaniyyu” kelimesi “Hakka mensup olan. Adaletli” demektir. “El hakiikatu (Çoğulu) hakaaiku” kelimesi “Şüphesiz gerçek olan şey. Hak. Bayrak. Asıl manasında kullanılan lügat. Birinin koruması gereken şey. Mecazın zıttı” manalarındadır. “Hakiikatu eşşey’i” tamlaması “Birşeyin hakikati, künhüdür”. (Bu bölüm için özellikle; El Mevaarid/ Mevlut Sarı; El Maani, Lisanul Arab).
 
Bu manalardan anladığımız şudur ki; Allah (cc) hakkında şüphe ve tereddüt bulunmayan yegâne yaratıcıdır. Kâinatta hakikati ve tasarruflarıyla ve hikmetiyle yegâne hükmedicidir. Bütün diğer isimlerini tamamlayan Hakk manasıyla “O (cc) mutlak kudret sahibidir, mutlak hikmet ve ilim sahibidir. O zahirdir, batındır, evveldir ahirdir, vs. Varlığı ve İsimleri bildiğimiz ve bilemediğimiz her seviyede vardır, ayandır, açıktır, faaldir, tamdır, mükemmeldir, tecelli ve tezahür etmektedir. Her iş Ona layıktır. Her iş ve hakikati Âlemleri kaplayan umumi hakikat ile uyum içindedir.  O her işini bir hakikati ve hikmeti ve ilmi üzere yaratandır. Hikmetsiz, sebepsiz iş yapmayandır. O tevhit hakikatinin en üst seviyede tahakkuku diyebileceğimiz şekilde şeriksiz, ortaksız, noksansız (Süphan), mutlak hâkimiyet sahibi Allah’tır (cc), O Hakk’tır (cc). Hakikat O’nundur.
Tahkiki iman O’nun (cc) Hakk ismi tecellisini idrak çabasıyla başlar, sonra diğer isim, fiil ve tasarruflarını idrake yönelir. Hakk ismi tecellisiyle manada ve eşyanın batınında zahir olduğu gibi bunlardan her biri bir uyum ve mutabakat içindedir. İlim bu mutabakatı ve muvafakat kanunlarını tespite ve idrake çalışır. İlim tecessüm ederse bu kanunlar şeklinde belirir şüphesiz. Eşya ve mükevvenat kelimelere dönüştüğünde, Kuran’ın Kelimelerine dönüşür. Son asrın büyük tefsir kitabının adı “Hak Dini Kuran Dili”dir. Bu ne kadar imce bir mananın tecessümüdür. Bir anlamda Hakk Allah lafza-i celalinin yerine kullanılmıştır.  Bir başka anlamda ise Hak Dini Kuran Dili muhteşem muvafakatin gayri ihtiyari kelimeye dönüşmüş halidir.
 
El Hakku ismi en başta Allah’ın (cc) Kayyum isminin hakikat ve tecellisini de teyit etmektedir. O (cc) değişmeden, tahavvüle ve tagayyüre maruz kalmadan durandır. Var olandır. Eşyayı diğer bütün isim ve sıfatlarının tecellileriyle mükemmelen yaratandır. Yarattıktan sonra varlık âleminde tutandır. O (cc) tekvini âlemdeki tasarruf ve icraatlarında olduğu gibi bizim beşeri dünyamızdaki tasarrufları, şuunları ve hükümleri itibariyle de “Mutlak hakkaniyet” sahibidir. Devletlerin kurulması, yükselmesi ve yıkılması; büyük güçlerin tekevvünü veya tefessühü gibi gördüğümüz büyük tarihi olaylarda Allah’ın (cc) “Hakkaniyetini” müşahede ederiz. Sadece O’nun vaz ettiği hakikatleri, tevhit esaslarını önce nefislerinde sonra da içtimai hayatlarında tahakkuk ettirmeye çalışanlar için Nusret vaat edilmiştir.
“Bu böyledir; çünkü Allah, hakkın kendisidir, O ölüleri diriltir ve O her şeye güç yetirir” (Hac/ 6). Bu ayeti kerimede Allah’ın (cc) Hakkın kendisi olduğu açıklıkla hükmedilmektedir. Hakk olan Allah (cc) ölüleri diriltmekte ve her şeye kadirdir. Bir Hadisi Şerifte okunması tavsiye edilen dua cümlesi “La ilahe illallahül melikül hakkul Mübin” (Apaçık gerçeğin sahibi Allah'tan başka ilah yoktur) apaçık bir Hak Melik olan Allah’ı (cc) tavsif etmektedir. Bu cümleyi tamamlayan “Muhammedün rasûlüllâhi sâdikul va'dil emîn” cümlesinde tercih edilen kelimeler asıl cümlenin kelimeleriyle ne kadar da uyumludur. Mesela “Sâdikul va'dil emîn” vasfı “Hakk” kelimesine bakmaktadır. İstiklal Şairimiz de “Hakk ile vaadinde sadık olmayı” aynı satırda zikretmektedir: “Doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın/ Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın”.
Nitekim tevhit inancımız çerçevesinde Allah (cc) kendisinin “Vaadinin” hak olduğunu mükerreren buyurmaktadır. Biz de bu hükmü tekrar ederek, Allah’ın (cc) ayetlerini, tasarruflarını ve dininin hakikatlerini hak kelimesiyle ifade ederiz: “El mevtu hakkun”, “El cennetu hakkun”, “El cehennemu hakkun”…  
 
“Bu da şundandır ki, Allah Hakkın ta kendisidir. (İnsanların) O'ndan başka taptıkları ise mutlaka batıldır. Şüphesiz ki Allah, çok yücedir, çok büyüktür” (Lokman/ 30). Burada, tevhit gerçeklerini ve esaslarını Hakk isminde mündemiç görmekteyiz. Bundan dolayıdır ki, bizler bazen Cenab-ı Allah (cc) yerine Cenab-ı Hakk da deriz. Buradan da anlaşılıyor ki, Hakk isminin ihtiva ettiği manalar Allah’a (cc) aittir. Bu manayı ifade için olacak ki, yakın tarihimizin Elmalı Tefsirinin adı “Hak Dini Kuran Dilidir”. Bu anlamlıdır, dinin sadece Allah’a ait olduğunu, O’ndan başkasının din üzerinde tasarrufta bulunamayacağı, başka bir gücün sınırlarını çizemeyeceği veciz bir şekilde anlatılmaktadır.
 
“Hak melik olan Allah pek yücedir, Ondan başka ilah yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir” (Müminun / 116). Bu ayeti kerimenin farklı meallerinde Kuran kelimelerinin ihtiva ettikleri tevhidi manaların verildiğini görüyoruz. Mesela “Hak melik” ibaresi bazı meallerde “Gerçek melik” olarak geçmektedir. “Allah pek yücedir” küçük cümlesi için ise “Boşuna yaratmaktan, çocuk edinmekten ve bütün noksanlıklardan münezzehtir” açıklaması yapılmıştır.  “Kerim olan Arş’ın Rabbidir” cümlesine açıklama nev’inden “Arş kerimdir, çünkü rahmet oradan nazil olur” denilmiştir. Bir başka verilen mealde de  “Hâkimiyet kayıtsız şartsız O’nundur” ibaresi benimsenmiştir.
 
“De ki: “- Hak geldi ve bâtıl yok oldu gitti. Gerçekten bâtıl daima yokluğa mahkûm bulunmaktadır” (İsra / 81). Allah resulünün Kâbe’deki putları asasıyla devirirken okuduğu bu ayeti kerimenin bir tevhit ilanı ve bütün batıl olan şeylere karşı meydan okuma olduğuna şüphe yoktur. Bütün kesret reddedilmekte, vahdet bayrağı dikilmektedir. Bütün batıl ve şirk reddedilmekte, Yegâne İlah olan Allah’ın (cc) dini ilan edilmektedir. “İnned dîne indâllâhil islâmu” (Ali İmran / 19) “Muhakkak ki Allah katında makbul olan din İslam’dır” hakikati şirk ve batıl reddedilerek hükmedilmektedir.
 
Hakk İsm-i Celili öylesine büyük bir isimdir ki, yukarıda ifade edildiği gibi bazen bizatihi Allah lafza-i Celalinin yerine de söylenmektedir. Mesela vefat eden bir kişi ardından bazen “Hakka yürüdü” tabirini kullanırız. Bazen “Hakk’ın rahmetine erişti” deriz. Ahiret için de bazen “Hak yurdu” denilir.  Her iki yerde de Allah lafza-i celalinin yerine kullanılmıştır. Yunus da “Hakk divanı” diyerek, hem Hakk ism-i celilini Allah lafza-i celali yerine kullanmakta hem de hesap gününe Hakk divanı diyerek bu gün ile Hakk isminin tecellileri arasında irtibat ihsas etmektedir. Bunun yanında ise bu ism-i celili diğer esmanın önünde ve takiben kullanmak mümkündür.  Böylelikle her ismin de hakiki manasını daha da kuvvetlendirmekte, zenginleştirmekte ve tevhit içre derinlik kazandırmaktadır.
 
“El-Hakku ya’lu vela yu’la aleyhi” (Hak daima üstündür. Hakka galip olunmaz) esası Allah’ın (cc) vaz etmiş olduğu İslam için bir hadisi şerifte buyurulduğu gibi yorum ile Hakk ism-i celilinin tecellilerinin hakikatlerine de teşmil edilebilir. Eğer İslam Dünyasında yüksek bir medeniyet ve kudret beklentisi ve ideali var ise bu öncelikle Hakk isminin Müslümanların nefislerinde her şeyden üstün tutulmasıyla mümkün olacaktır. Zira öyle vaki olmuştur. Önce iç dünyamızda Hakk ve İslam her şeyimizden önde ve öncelikli tutulacaktır. 
 
Hakkın hatırı alidir… Bir göz hatırına çok gözler sevilir. Bu aslında yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü sözünde en kâmil manasını bulmaktadır. “Muvafakat ve mutabakat” manasını gözetirsek, Hakk’ın hatırına biz Onun  (cc) yarattıklarını, sevdiklerini, merhamet ettiklerini severiz. Onun (cc) rızasını, hoşnutluğunu biricik maksat tutmak da Hakk İsm-i Celilinin iktizasına daha yakındır.
 
Akide mahiyetinden süzülerek bütün varlık âleminin ve eşyanın esrarını bir nizama rapteden Hakk İsm-i Celilinin tecellilerini tevhit hakikatinin içe dönük tahakkuku olarak anlamak ne kadar da uygun düşmektedir. Adl ve Muksit esmasının tecellileri ve tezahürleri objektif âlemde veya daha umumi seviyede olurken Hakk isminin tecellileri dış âlemden içimize ve içimizden de dış âleme akmaktadırlar. Bu yüzdendir ki, adalet kavramını bayraklaştıran devlet ve siyaset meliklerinin yanında büyük inanmış kitleleri nezdinde Hakk İsm-i Celiline işaret eder tarzda “Hak” kavramı neşvünema imkânı bulmuştur. Hatta bizim toplumumuzda Hak Nizamı daha bir yer bulmuştur kendine. Milletimiz arasında en yerinde kullanılan ağır hüküm cümlelerinden birisi de “Hak yerini buldu” cümlesidir. Allah (cc) böyle bir cümlenin muhatabı olmaktan bizleri korusun. Zira hesap gününün bir başka adı da milletimiz arasında “Hak divanıdır”. Orada hesaplaşma ve hakkın yerini bulması mazlumlar için itminan verici zalimler için ise çok dehşetlidir. Yunus da öyle söyler:
 
“Yarın Hakkın divanına
Varam Allah Allah deyu”.
 
Zekeriya (as) karşısında küstahça ve zalimane duran Yahudi kavmi “Kendilerine Allah’ın (cc) kudret ve zenginlik ve üstünlük vadettiğinde” hak iddia ettiklerinde, O mazlum giysili tevhit peygamberi hiç duraksamadan hakikati haykırmıştır: “Allah (cc) o vaatleri size Hak yol üzere olduğunuz müddetçe ve bu şart ile yapmıştı!” Bu sözden anlaşılıyor ki, Hazreti Zekeriya cesaretle o dönemin azgın kavmine hak yol üzere olmadıklarını, sıratı müstakimden sapmış olduklarını söylüyordu.
 
Bazı büyük hakikatleri olağanüstü zamanlarda daha da tebellür etmiş görürüz. Hazreti Zekeriya’nın (as) dönemin Yahudi kavmiyle vakasını böyle anlayabiliriz.
 
Böylesi hakikatleri bazen de ilham kaynaklarından da beslenen sıra dışı insanların sözlerinde hissedebiliriz, idrak edebiliriz. Bir örnek vermek gerekirse, Merhum Akif’i hatırlatmak istiyorum. Bilindiği üzere, Mehmet Akif’in şiir dili hala çözülmeyi beklemektedir. Üslubunun sehl-i mümteni olması gibi şiirinin manası da sehl-i mümteni’dir. İdraki güçtür.
 
Özellikle manası ve muhtevasını sarih gördüğümüz ya da herkesçe sarih olduğunu kabul ettiğimiz kısımları üzerinde tekrar düşünmek elzemdir. Akif Merhum gibi hem içeriden hem de dışarıdan hançerlenmiş bir şair yüreğinden çıkan şiirleri çok boyutlu düşünmek mecburiyetindeyiz. 
Bu tahsisin de içerisinde istisnai sınırlar çizersek, özellikle en teme ve adeta akidevi kıymet taşıyan bölümlerini anlamaya çalışmalıyız. Safahatına almamasına –Zira o artık Milletin malıdır- rağmen İstiklal Marşı da bu idrak dizgesine tabidir.
Şiirinin sonunda Allah’ı (cc) Hakk ismiyle zikreder: “Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal” der. Bizler burasını genel olarak “İstiklal milletimizin hakkıdır” şeklinde anlarız. Şiirin edebi, sosyal ve siyasi tahlillerinde dizenin son iki hecelik kısmında birikme görürüz. “Hakka milletimizin istiklal hakkıdır” manası ziyade meşhurdur.
Halbuki İslam’ın harici düşmanları kadar, Müslümanların içini kemiren akide ve amel hastalıkları ve sefaleti de şiirlerinde talakat ile ifade eden Akif, bu satırda bir baka manayı da hatta ilahi ve evrensel prensibi de gizlemiş diye düşünüyorum.
 “Her insan için, önünden ve arkasından takip eden Melekler vardır; onu Allah’ın emriyle korurlar. Muhakkak ki Allah bir topluma verdiği nimeti, onlar, kendilerindeki iyi hali fenalığa çevirmedikçe bozmaz. Bir topluma da Allah bir kötülük diledi mi, artık onun geri çevrilmesine hiç bir çare yoktur. O toplum için (kendilerine yardım edecek) Allah’tan başka bir yardımcı da yoktur” (Ra’d / 11) ayetindeki hükmü Akif’in özellikle dönemin İslam dünyasını anlattığı şiirlerinde daha hâkimdir, görünürdür: “Muhakkak ki Allah bir topluma verdiği nimeti, onlar, kendilerindeki iyi hali fenalığa çevirmedikçe bozmaz”.
Bu yüzden, Akif’in ve O’nun gibi devasa kıymette insanların sözlerini kısmen veya bir yönüyle değil, tam olarak ele alıp öyle anlamaya çalışmalıyız. Hatta şart, sonuç ve hüküm ara cümlelerinin yerlerini değiştirerek, birini diğerine kaynak yaparak idrakimizi zorlamalıyız. Bu çerçeveden baktığımızda, İstiklal Marşının bu satırını şöyle anlamak çok zamanlar ve hakikati hal için daha münasiptir. “Milletim Hakk’a taptığı müddetçe, Hakk’a tapması şartıyla ya da Hakk’a tapması neticesi istiklali hak etmektedir”. Hakk’a ram olmak hürriyet ve istiklali gerektirir. İstiklal isteyen fert ve toplumlar ancak ve ancak Hakk’a tapmalıdırlar. Diğer yandan Hakk’a tapmak, şirk ve hakikati gizlemeyi reddeder. Tevhidi hakikat budur vesselam!
 
“Ey Hakk olan Allah’ım, bizleri Hakk İsm-i Celilinin hakikatini öğret, yaşat ve idrak ettir. Bu idrak ile her tür şirkten, batıldan, akide ve amel hastalıklarından koru.  İlk önce Hak ile Batılı temyiz edecek bir idrak, kabul edecek kalp ve yaşatacak ruhun toplamından oluşan halis ameller nasip et. Hak din olan İslam dinini bireysel ve toplumsal hayatlarımızda tahakkuk ettir. Eğer İslam Medeniyeti nefislerimizde, sosyal hayatımızda tahakkuk ederse gerçek bir medeniyet olur. Bizleri Hakk ism-i celilinin reddettiği her tür zenginlik, güç ve tesir vehminden koru. 
Hakk olan ancak sensin Allah’ım. İster Hallac-ı Mansur gibi cezbe ile isterse maddi kudret çağlarının azgın kralları ve Firavunları gibi ustalıklı fikirler, sihirler, bilgiler ile “Hakk Benim” (Ene-l Hakk) demekten bizleri uzak eyle. Bize İslam hakikatinin en doğru, kaynaktan çıkan, halis ve müstakim mahiyetini idrak ettirt. Biz her ne yaşarsak yaşayalım, bize daima “Yegâne Apaçık Hak Melik olan Zatı Mukaddesine” yönelme, tespihte bulunma ve tapma şerefini nasip eyle. Bizleri, diğer esman gibi Hakk isminin tecelli ve tezahürlerinin hakikatlerini idrak etmeyi, bu esmanın feyizlerinden ve bereketlerinden istifade etmeyi müyesser kıl. Âmin, ya Hakk!
 
 
 
ROTAP- banner-

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir