Edebiyatın Nasıl Söylediğinden Çok Ne Söylediğiyle Meşgul Olmak

HIDIR TORAMAN 2

HIDIR TORAMAN
Edebiyatın Nasıl Söylediğinden Çok
Ne Söylediğiyle Meşgul Olmak

 

“Tevhid sözünü ettiğimiz ilkelerin başında gelmektedir. Yerde ve gökte yaratılanları ve iman ettiğimiz gaybi konuları bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirmek ve öyküde bu bütüncüllüğü kaybetmemek. Eşyayı kendi kaderi içinde görebilmek de diyebiliriz bu ilkeye; yani her şeyi yaratılış gayesi içinde, onunla ilgili takdir, hesap ve mizan içinde değerlendirebilmek. Bütünsel bakış açısı aynı zamanda estetik anlayışımızın temellenmesinde güzelin, ahlakla, iyiyle, doğruyla olan organik bağının kopmaz olduğunu da hatırlatacaktır.” (Edebiyat Ne Söyler, s.146)

 
Birkaç gündür Cemal Şakar okuyorum, kış günü iyi geliyor. Edebiyat Ne Söyler yeni bitti. Ancak bu arada tuhaf bir şey oldu. Kitap bittiğinde aklımda kalan bir cümleyi dönüp notlarıma ve kitaba baktığımda bir daha bulamadım. Şöyle bir şey diyordu sanki ustamız “Bana derdini söyle, sana nasıl bir öykücü olduğunu söyleyeyim.” Neyse benimkisi kurgu falan olmalı, biz asıl konumuza dönelim.

Cemal Şakar, 80’lerden beri öykü yazıyor, öykü türünde on kitaba imza atma başarısını göstermiş bir usta. Ancak, Cemal Şakar sadece öykü yazmıyor, kuramsal düzeyde Türk öykücülüğünü müşahede altında tutmaya da çalışıyor. Sanat ve edebiyat üzerine düşünmekten ve kuramsal inceleme ve eleştiriler yapmaktan geri durmuyor. Türk okuru 2006’dan 2012’ye kadar bu alanda onun dört farklı kitabıyla buluştu: “Yazı Bilinci”, “Yazının Gizledikleri”, “Edebiyatın Sırça Kulesi”, “İmge, Gerçeklik ve Kültür”.

Cemal Şakar, son olarak yine ustalık dönemi yazılarından oluşan Edebiyat Ne Söyler adlı eseriyle çıktı okurun karşısına. İz Yayıncılık’ın sanat edebiyat dizisinden çıkan kitap, 164 sayfa ve 24 ana başlıktan oluşuyor.

Cemal Şakar, yazarken rızâ-i ilâhiyi gözeten, sanatın kendi dili ve kavramlarını çok fazla önemsemeyen, edebiyatın “nasıl” söylediğinden çok “ne” söylediğiyle meşgul olan, yazdıklarının yaratılış yasasıyla uyum içinde olmasını önceleyen bir sanatçı.

Edebiyat Ne Söyler adlı kitabının önsözü mahiyetindeki ilk yazısında, İslam estetiğinin temellerinin, İslam’ın siyasette ve sanatta belirleyici olduğu dönemlerde atıldığını ve bu estetiğe ilişkin esas niteliklerin de geleneksel yapı içerisinde aranması gerektiğini vurguluyor.

Cemal Şakar‘a göre sanat; bütünsel bir âlem tasavvuruna sahip insanların, yaratılmışların bütünsellik içindeki yerini, anlamını, işlevini anlamaya yönelik kaygısının estetik tezahürüdür. İslam sanatının ve estetiğinin özü; yaratılmış her şeyi, Allah’ın güzelce yaratışının bir âyeti olarak görmek ve güzellikler karşısında yaşanan heyecanı, hazzı, haşyeti sanatın imkânları içinde ama İslam’ın belirlediği tevhidi algıya uygun olarak ifade etmektir.

“Modern Zamanlarda İslam Sanatı ve Estetiği Ne Söyler?” başlıklı yazının ardından, Cemal Şakar, modernist estetiğin öncü ismi sayılan Baudelaire’in, giderek Batı’nın, kent cehennemini sanata konu yapma eğilimine, İslâm sanat tasavvuru zemininde önemli eleştireler getiriyor. “Bugün yazılan öykü ve roman, modernliğin yarattığı bütün bu parçalanmışlık, dağılmıştık ve yalnızlık halleriyle savrulduğumuz hayat içinde yaşadığımız yabancılığımız, ruhsal gerilimlerimiz, çatışmalarımız, varoluşsal kaygılarımız ve cinnetimizle maluldür.” diyor. (s.15)

Edebiyat Ne Söyler kitabının yazılma gerekçelerinden biri de modern hayat içerisinde sanatın sınırları konusunun yeterince tartışılmamış olmasıdır. Cemal Şakar, modern sanat kuramını; Baudelaire’in simyacı tutumu -çamuru altına dönüştürme çabası- üzerinden ele alıp sorgularken modernist estetiği yapay, sentetik, hedonist ve şeytani buluyor.   

“İyi Edebiyat Kötü Edebiyat” başlıklı yazısında, iyi ve kötünün birer değer olduğunu, sanat eserlerinin bu genel kabule göre değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Ancak, yazara göre modernlikle birlikte estetik ölçütler ve geleneksel şiraze bozulmuştur. Güzelin ahlaki olanla bağı kopmuştur. Modern edebiyat kuramı salt biçimcidir. Neyin anlatılacağının önemi yoktur, edebiyat işlevsel olmak zorunda değildir, aslolan güdümsüzlüktür. Cemal Şakar’ın kötülüğü estetize etme çabasındaki modern edebiyattan herhangi bir umudu, beklentisi de yoktur.  Hastalığın teşhisini koymuştur: Konuyla, varlıkla anlamlı ve sahih bir ilişki kurulmadan güzel bir edebiyat eseri verilemez.

“Organik Entelektüellerin Yarattığı Şiddet”

Yazar, bu başlık altında, Batılaşma serüveni boyunca encümen-i danış görevlisi entelektüellerin darbe destekçiliği yaptıklarını ve iktidara yaltaklanarak tedavülde kaldıklarını ileri sürüyor. Bu konudaki tespitleri oldukça ironiktir.

“İnsanın Bireyselleşmesi” adlı metin, modern edebiyatın kendine başat tema ve amaç olarak seçtiği “bireycilik anlayışını” sorguluyor. Ayrıca kimi İslamcı sanatçıların da modernist estetiğin tuzağına düşerek geleneksel temaları ıskaladığına ilişkin değerlendirmeler içeriyor. Tabii yazıyı okurken keşke bunlar biraz daha somuta indirgenseydi diye hayıflanmadan edemiyoruz.

Kitabın “Sanal Medeniyet” bahsi de oldukça önemli. Gerçekle kurmacanın birbirine karıştığı interaktif süreçlerde yaşadığımız dünya; kendi bağlamından, yani yırtılışından uzaklaşmış, ilahi bütünlük ve uyum bozulmaya yüz tutmuştur. Gelinen nokta kritik bir eşiktir. Sanal dünyanın hali hal değildir. Değer yargıları bulanıklaşmıştır. Zalimle mazlumu birbirinden ayırıcı bir bilgiye ulaşmamız da sanal medeniyet sayesinde(!) her geçen gün imkânsızlaşmaktadır. “Bize bilginin sınırsızlığını ve alabildiğine özgür iletişim olanaklarını vaat eden internet bile sadece bulmamızın istendiği bilgilere ulaşabildiğimiz kurmaca bir dünyadır.” Yazar, bu noktada ortaya şu soruyu sürer: “Bütün ağlar bulmanız için midir; bulunmanız için mi?”  Ancak, yazar bu soruyu sorarken var olduğu sanılan medeniyetin ve insanın kayboluşuna acıklı bir gönderme yapar gibidir.

Kitabın en hacimli yazısı Siret ve Suret Arasındaadını taşıyor. “Görme ve görsellik, görsellik ve kurmaca, kurmaca ve sanallık, sanallık ve biz, biz ve siyer” alt başlıkları, aynı zamanda yazının anahtar kavramlarını ele veriyor. Cemal Şakar, bu kavramları farklı bir açıdan ele alıyor, hem metafizik temelde hem de etimolojik ve tarihsel bağlamda irdeleyip değerlendiriyor. Müslümanları modernliğin koşullandırmalarına karşı dikkatli olmaya davet ediyor. Müslüman sanatçıya “sözel ve görsel sanatlar” alnında dikkat çekici önerilerde bulunurken yükümlülüklerini de hatırlatıyor. “Mesela adalet” diyor, “sadece Hz. Ömer’in boynuna borç değildir; adil olmak her dönem ve her koşulda, her müminin boynuna borçtur.” Şakar’ın “siyer anlatısı” husunda söyledikleri önemli; bu alanda uğraş verenlerin dikkatinden kaçmaz umarız.

Cemal Şakar, bugünün postmodern zemininden rahatsızdır; edebiyat ortamındaki melezleşmeye, vasatlığa ve ilkesizliğe yol açan postmodern yaklaşımları ironik bir dille eleştiriyor. (Edebiyatımızın usta kalemleri bu tür eleştirilere daha çok zaman ayırsalar keşke.) Kitap boyunca vurgulamaya çalıştığı, sanatçının yapıp etmelerinin kâinattaki ilahi düzenle uyum içinde olması gerektiğidir. Sanat eserinin kozmik ahenkle olan tenasübünü önemser. Bu, aynı zamanda yazarın,  modern egemen sanat anlayışıyla ters düştüğü en temel noktadır.  Şakar’a göre modern proje şeytanın ta kendisidir ve kötülüklerin anasıdır. Modern projenin sanata etkileri tümüyle negatiftir. Fıtri olana aykırı gelişmelerle sanat, bağlanması gerektiği ‘ip’ten kopup parçalanmıştır. Modern edebiyatın sınırsız özgürlük talebi, insanın yok oluşuna zemin hazırlamaktan öte bir ‘işleve’ sahip değildir. Modern zamanların ruhu herkesi vasatta buluşturmuştur. Bütün ideolojiler ve dünya görüşleri, bütün muhalif sanatçılar ve eleştirmenler bir arada ve tam bir mutabakat halindedir. Öykü ve roman geleneğimiz, dilsel uzlaşmalarımız tümüyle modernizmin sonuçlarıdır.

Yazar, “Muhayyile Sınırı” ifadesi etrafında açtığı tartışmayla, Türkiye’deki cemaatlerin sanata karşı gösterdikleri derin, bir türlü kapanmayan soğuk mesafenin nedenlerini anlamaya çalışıyor. Bu arada Nahif Edebiyat” başlıklı eleştirinin, kitabın zevkle okunabilen yazıları arasında yer aldığını belirtelim. Edebiyatın iktidarla ilişkisinin ele alındığı bu yazıda, “nahif edebiyatın” siyasi bir enstrüman olmaktan öte bir işe yaramadığı vurgulanıyor.

“Çukurca’dan Sonra Öykü Yazılmaz” başlıklı metin -dikkatle okunduğunda fark edilecektir- öykücülere verilmiş bir tür ev ödevidir. Kitabın bundan sonraki sayfalarında yer alan metinlerde de, özellikle Öykücülerin Sınavı’nda bu özelliğe rastlamak mümkün.

Modern öyküyle birlikte bize gelen, modern ölçütleri çok sorunlu bulan Cemal Şakar, bu ölçütlerle hesaplaşmak gerektiğinin altını çiziyor ve doğrusu elimizdeki bu kitap, biraz da bu hesaplaşmanın bir sonucu.

Öykücülüğü hem anlatı düzeyinde hem de kuramsal düzeyde kendine meslek edinmiş bir sanatçı olarak Cemal Şakar’ın bu eserinde, öykü özelinde sanatın ilkelerini ve temel meselelerini irdeleyip kavratmada iyi bir performans sergilediğini gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Özellikle genç kalemlere önemle duyurulur.

17 Ocak  2015 /  Asanatlar

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir