Ah Tedirgin Baharları Ülkemin…

TEODORA DONİ

TEODORA DONİ
Ah Tedirgin Baharları Ülkemin…
 
Zaman ne zor geçiyor ve ne büyük tedirginlikler yaşanıyor bu ülkede bazen birkaç saat içinde. Ya da Üstad Sezai Karakoç gibi “zaman ne de çabuk geçiyor” da diyebiliriz, “zaman ne de çabuk geçiyor” ve ne çok şey yaşanıyor bazı kısa zaman dilimlerinde. İnsanı şaşırtan ne çok şey olabiliyor kısa sürelerde. Olamayacak diye düşündüğümüz ne çok şey olabiliyor. Bazı insanların dönüşleri dünya ile yarışacak kadar hızlı olabiliyor. Oysa bazılarımızın durduğu yer hiç değişmiyor ve onların o hızlı dönüşleri karşısında şaşkınla bakakalıyoruz.
 
Yıllardır yazılıp çiziliyor ve mazide bırakmaya uğraştığınız bazı anılarınız size sürekli yeniden hatırlatılıyor böylece. Her hatırlamada bir an için şu anki halinize şükrediyorsunuz hemen ardından da bütün ruhunuzla derin bir ah çekiyorsunuz.
 
Yıl 2007, aylardan Nisan, gün 27. Yılı herkes hemen hatırlamaz ama 27 Nisan dediniz mi e-muhtıra diye adlandırılan olaydan söz ettiğinizi herkes anlar.
 
O gün hakkında küçük de olsa bir not düşmeyi hiç düşünmemiştim. Çünkü sanırım, benim için dakikaların bir ömür gibi uzadığı birçok zor gün gibi o günü de zihnimin kuytu bir yerinde saklamayı tercih etmiştim.
 
O gün 27 Nisan’ın akşamında çocuklarımla, kızım ve oğlumla birlikte henüz eve gelmiştik. Her ikisi de arkadaşlarıyla birlikte dışarıda bisiklet sürmüşlerdi, oyun oynamışlardı. Eve geldikten sonra da banyoları bitene kadar babaları da gelir artık diye düşünürken cep telefonum çaldı. Arayan eşimdi; ben çıkıyorum, yerimde olmayacağım (iş yerindeki odasını kast ediyordu) arkadaşlarımla buluşup çay içip laflayacağız biraz, çantamı da yanıma aldım oradan doğruca eve geleceğim inşallah, demişti.
 
Peki, çocuklara yemeklerini yediriyorum, sen gelene kadar uyurlar onlar demiştim. Yarım saat bile geçmeden yine cep telefonum çaldı, arayan yine eşimdi. Acaba ne oldu, arkadaşlarıyla buluşmayıp eve gelmeye mi karar verdi, evin bir ihtiyacı var mı diye soracak acaba. Bunları düşünüyordum cevap verirken.  Böyle bir durum söz konusu değildi, işe dönmek zorunda olduğunu, işinin uzayabileceğini, endişe etmemem için aradığını söylüyordu telefonda. Bir sorun mu var, sesin çok tedirginsin gibi geliyor diye ben ısrar edince sadece; TSK’nin internet sitesinde bir bildiri yayınlanmış, (o saatte henüz e-muhtıra adı konmamıştı) onun için, endişe etme belki gecikirim, dua et olur mu, görüşürüz inşallah, Allah’a emanet olun, deyip telefonu kapatmıştı. Hiçbir şey diyememiştim, öylece donup kalmıştım. Ne bildirisi, bu saatte ne bildirisi, niçin, öyle sayısız cevapsız sorular zihnimden geçiyordu. Çocuklarıma bakmıştım o gün tıpkı her zamanki gibi; bu çocukları bu ülkede nasıl bir gelecek bekliyor, bu ülke normal bir ülke olacak mı, bir gün kaderi değişecek mi acaba, diye sorup durmuştum kendi kendime.  
 
Dün tedirgindi bu ülke, bugün de. Muhtemeldir ki yarın da tedirginlikler hiç bitmeyecek. Hangi günler daha zor, geçmişteki günler mi, yaşamakta olduğumuz bu günler mi, diye sorulsa bana sanırım, bugünler çok daha zor, diye cevap veririm ve derin bir ah daha çekerim…
 
Ah tedirgin baharları ülkemin…
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir